Korona Günleri’nde Selim Badur, özellikle koronavirüs tedbirlerinin gevşetilmesinin ardından genç nüfusta Covid-19’un çok daha fazla görülmeye başladığını vurguladı.
(4 Ağustos 2020 tarihinde Açık Radyo’da Korona Günleri programında yayınlanmıştır.)
Özdeş Özbay: Merhaba Selim Bey, günaydın.
Selim Badur: Günaydın Özdeş, günaydın Feryal. Biz Cuma gününden beri bayram tatilindeydik, yani 30 Temmuz ile 3 Ağustos arasında bu 4 günde ne olup bittiğine bakmak istiyorum; biraz önce hafta sonu DSÖ’nün sanıyorum cuma günü en yüksek olgu sayısına erişildiğini ilan ettiğini söyledin. Ben de bir hesaplama yaptım, o son programı yaptığınız perşembe günü kaç milyon vaka varmış, dün akşam kaç imiş diye. Bunları çıkarttığım zaman cumadan beri 1 milyon 105 bin 819 olgu, bunu üçe böldüğümüz zaman günlük ortalama 276 bin. Bu sayısal değerleri böyle kuru kuru söylediğiniz zaman insanlar, bunun boyutunu, konunun önemini pek önemsemiyor ya da algılamıyor. Bizim tüm dünyada ve Türkiye’de Nisan ayı boyunca önlemler aldığımız, eve kapandığımız, sokağa çıkma yasaklarının uygulandığı dönemde ortalama günde 100 bin vaka çıkıyordu. Şimdi ortalama 276 bin vaka, yaklaşık 300 bin vaka, yani Nisan ayına oranla 3 misli daha hızlı yayılan, daha ciddi, daha fazla olgunun bildirildiği bir süreç yaşıyoruz. Türkiye’de olsun yurt dışında olsun çeşitli görüntüler bize insanların hem sosyal mesafe hem de maske konusunda duyarlılıklarını tamamen yitirdiğini ve çok umursamadıklarını göstermekte. Bu tabii önemli, neden böyle oluyor konusu konuşulmalı. Bir diğer nokta da bu konu gündeme geldiğinden beri farklı platformlarda çeşitli bilim insanları bile bazı ülkeleri örnek gösterirlerdi, Vietnam, Güney Kore filan gibi. Aslında bunun da çok doğru olmadığını görüyoruz, çünkü bu ülkelerde de olgu sayısı çok süratle artıyor, birden alevlenmeler görülüyor. Bunlara ait örneklere döneceğim ama neden böyle oluyor, neden insanların algısı değişti konusunda. Yine bu 3 günlük tatil sırasında bizim Önce Sağlık programımızda konuk ettiğimiz İsviçre’den DSÖ’den dostumuz sevgili Dr Ümit Kartoğlu ve arkadaşları Institute of Validation Technology dergisinde uzun bir rapor yayınladılar. Burada risk algısının farklı aşamalarda ne olduğu anlatılıyor ‘quality risk management’ gibi riskli durumlarda bunu nasıl idare edileceği konusu. Oldukça ilginç bir rapor ve böyle pandemi gibi bir durum söz konusu olduğunda bir kere riskin algılanması, kontrolü ve gözden geçirip değerlendirilmesi ve bunun iletişim olarak riskin nasıl anlatılacağı kademeleri çok ciddi bir şekilde irdelenmiş. Ümit ve arkadaşları ‘risk communication’ dedikleri bu son aşamanın yani riskin duyurulması, bunun kominike edilmesi, bildirilmesi, anlatılmasının ne kadar önemli olduğunu vurguluyorlar bu raporlarında ‘Covid-19 And The Need For Robust Risk Control Strategies’ isimli rapor. Sanıyorum sadece ülkemizde değil, dünyada da konunun önemi ve ciddiyeti pek vurgulanmıyor. Bunun farklı nedenleri var, hani bir panik havası olmasın, ekonomi sarsılmasın gibi ama bunun sonu da yok, bu nasıl halledilecek bilemiyorum. DSÖ’nün dün öğleden sonra Pazartesi günü yaptıkları bir açıklama var “henüz sihirli bir değnek yok elimizde ve şu anda evet aşı çalışmaları devam ediyor ancak ilginçtir bizim dayanışma sembolümüzün maske takmak olduğu unutulmamalı” diye bir bildiri yayınladılar. Bu bildiriyi açıkladı ancak sizin birazdan Ahmet İnsel’le de konuşacağınızı söylediğiniz bu maske taşıma ya da maske önermeye karşı yapılan protestolar ilginç bir gelişmeye işaret ediyor. Evet Almanya’da Berlin’de düzenleyiciler 500 bin kişi bekliyorlarmış polis verilerine göre 17 bin kişi katılmış.
ÖÖ: O da çok çılgın bir rakam değil mi?
SB: Elbette.
ÖÖ: Çok çok büyük yani!
SB: Evet şimdi biraz önce böyle biraz “Hazi ya da aşırı sağ, milliyetçi, faşist birtakım gruplar” dedin, evet haklısın çünkü siyah, beyaz, kırmızı bayrak ve tişörtlerle yani Nazi Almanya’sının sembolüyle yürüyorlar ve
ÖÖ: Üzerlerinde birçoğunun dövme zaten fotoğraflarını çekmişler, Nazi dövmeleri var.
SB: Evet ve çeşitli gruplar var, bunlardan bir tanesi örneğin çok sembolik bir noktaya değinmek istedim, Stuttgart kökenli bir grup, adı da ilginç Özgür Düşünürler Grubu ‘Pandeminin sonu özgürlüğün günü’ diye bir sloganla giriyorlar bu yürüyüşe. Bu ‘özgürlük günü’ 1935’te Nürnberg’de Nazi partisi kongresinde kullanılan propaganda filminin adı aslında. Yani farklı sembollerle göndermeler filan da var, herkes kendi tabanına veya kendi taraftarlarına birtakım mesajlar vermeye çalışıyorlar.
ÖÖ: Aslında bunu söylediğiniz iyi oldu çünkü biraz sonra Ahmet İnsel’le özellikle bu Berlin’deki yürüyüş üzerinden onların özgürlük anlayışını konuşalım demiştik. Çünkü Trump taraftarları da sokağa çıktıklarında benzer özgürlük kavramını çok kullanıyorlar.
SB: Peki özgürlük kavramıyla ilgili bir başka ülkeden örnek vereyim, siz Almanya ve Amerika’da yoğunlaşacaksınız Ahmet İnsel’le ama 31 Temmuz günü İngiltere’de Hyde Park’ta bir ‘anti maskers’ (maske karşıtları) toplantısı yapıldı ve orada tamamen maske kötüdür, vs. bir yana “özgürlüklerimiz elimizden gidiyor ve sürekli bu özgürlük vurgusu yapılarak, bizim tercihlerimize müdahale, bizim özgürlüğümüze müdahaledir” gibi bir yaklaşımlar var. Neden böyle yapılıyor? Bu tabii üzerinde düşünülmesi gereken bir konu ama sanıyorum Sayın İnsel’le bu konuyu biraz daha irdeleyeceksiniz, ben anti maske hareketlerine ait söyleyeceklerimi burada keseyim.
Açık Radyo’nun dinleyicilerinin yakından tanıdığı sevgili Ümit Şahin’in bir değerlendirmesi var, kendisi bu salgına karşı mucizevi bir çözüm bulunmasını umduğunu, normal hayata dönmeyi insanların dört gözle beklediği günlerde elimizde olan mücadele yöntemleri şunlar deyip 10 maddelik bir liste yayınladı. Bunu müsaadenle okumak istiyorum: başta bütün hastalara tanı konması ve en iyi şekilde tedavisi önemli. Tabii bütün hastalara tanı konması nasıl olacak bu bir soru işaret. Hastaların izolasyonu, hastalarla teması olan herkese test yapılması, asemptomatik kişilerin ya da hastalarla teması olanların karantinaya alınması, herkesin maske takması, sosyal yaşamını kısıtlaması ve fiziksel mesafe kurallarına uyması, herkesin düzenli ellerini yıkaması, bilgilerin şeffaf bir şekilde kamuoyuna açıklanması, tüm bunların yapılamadığı ve toplumda virüsün kontrolsüz bir şekilde yayıldığı anlaşıldığı durumlarda da karantina ve sokağa çıkma yasaklamalarının uygulanması, insanların doğru bilgilendirilmesi ve salgın nedeniyle yaşanan ekonomik sıkıntılara karşı devlet desteği. Hangi ülkeler yapıyor bunları? Bunu daha sonra irdeleriz ama Türkiye’de bunların hangisi uygulanıyor? Bütün bunların yapılamadığı, sadece Türkiye’de değil dünyanın birçok ülkesinde bunlar yapılamadığı için de salgın kontrolden çıkmaya doğru gidiyor. Ekim ve Kasım aylarında ne olacağını herhalde “yaşayıp göreceğiz” demekten başka bir şey yok. Bakanlığın yaptığı açıklamalara baktığımız zaman yine Ümit Şahin’in değerlendirmesinde yoğun bakımda yatan Covid-19 hastalarının sayısının ve bu sayının gerçek, aktif yani bütün hastalara oranının normalleşme kararıyla birlikte artmaya başladığına vurgu yapmış. Nisan ayı ortasında salgın pik yaptığı sıralarda 2000’e yaklaşan yoğun bakımdaki hasta sayısı Haziran’ın başında 591’e düştü, ancak 29 Temmuz’da 1280’e çıktı. Yani mayıs ayındaki sayılara geri dönüldüğüne dikkat çekiyor. Bu önemli bir nokta ve Ümit Şahin “bu verilerin bir anlamı yok, aslında epidemiyoloji bilimi karşılaştırma ve trend izleme birimidir. Bir gün o sayıyı bir gün bu sayıyı verirseniz bilgi değil, bilgi vermiş olmazsınız gizlemiş olursunuz” diyor.
Benzer bir açıklamayı da Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları Profesörü, medyadan artık hepimizin tanıdığı bizim de birlikte yayınlarımız olan sevgili Mehmet Ceyhan açıklama yapmış. Benzer değerlendirmeler, bu yoğun bakım sayısını filan verdikten sonra Mehmet Ceyhan diyor ki “Sağlık Bakanlığı’ndaki teknik verileri hazırlayan ekip bu rakamları verdirmeyi durdurdu” diyor, bu yoğun bakım sayılarını. Bu duruma şu anda yurt dışından ve özellikle DSÖ’nden büyük tepki var, bilim ve sağlık ile uğraşanların bu verileri sistemli bir şekilde paylaşmasında yarar var diyor. Sağlık Bakanlığı üzerinden bizim bilgi almamız gerektiğinin öneminin altını çiziyor: “Başka neye ve kime güveneceksiniz?” Elinizde bu verileri hazırlayabilecek başka bir kurum yok. Bu nedenle DSÖ ve Avrupa ülkeleri sıkıntı yaşıyorlar. Almanya’ya iki bakanımız, iki bakan yardımcımız gitti, ancak sonuç alamadık çünkü onlar Avrupa Sağlık Otoritesi’nden aldıkları verileri değerlendirerek yol haritası hazırlıyorlar. “O birimde sadece bilim insanları var ve tamamen bilimsel verileri değerlendiriyorlar. Yani o birimde siyasiler olmadığı için çok daha güvenilir sayıları öğreniyoruz, Türkiye hakkındaki sayıları Avrupa’dan öğreniyoruz” diyor. Bunlar tabii önemli saptamalar ve..
ÖÖ: Galiba çok benzer bir durum Brezilya’da yaşanmıştı öyle değil mi? Brezilya bundan sonra rakamları açıklamayacağını söylemişti, Yüksek Mahkeme daha sonra bir karar alıp bunun yapılamayacağını, kamuoyundan bu bilginin saklanamayacağını söyleyip engellemişti.
SB: Evet tabii o kurumların, örneğin bu Yüksek Mahkeme dedin, biraz önce Korona Günleri’ne geçmeden önce YÖK’ün aldığı karar birden onu çağrıştı, vakıf üniversitelerindeki tanıtım bütçesine değindin ama buna niye şaşırdığını ben anlamadım. Çünkü o kurumların aslında birer ticari kurum olduğunu düşündüğün zaman bunun çok doğal bir sonucu olması da şaşırtıcı değil.
Kosova Başbakanı Abdullah Hotiv pozitif bulunmuş, bir politikacı daha pozitif bulundu. Farklı ülkelerden örnekler var ve “iyi gidiyor işler” dediğimiz ülkelerde de sorun var demiştik, Filipinler, 27 milyon insana tekrar karantina ve sokağa çıkma yasağı uygulamalarına başlıyor, Venezuela da benzer bir şekilde. Bunlar önemli bilgiler.
ÖÖ: Bu arada bu şeylere belki dikkat etmekte fayda var, bir dizi ülkede hani yeniden karantina uygulamalarından ve sokağa çıkma yasaklarından bahsediliyor ama anladığım kadarıyla bir önceki, bir önceki geçtiğimiz aylarda yaşandığı gibi ekonominin kapatıldığı uygulamalar değil bunlar. Hatta tam tersine bir dizi ekonomi yazarı ve Fransa’da Macron alenen “bir daha hiçbir şekilde, yani vaka sayıları daha fazla artsa dahi ekonomiyi bu şekilde olumsuz etkileyen bir kapatmaya gitmeyeceğiz” diyorlardı. Biraz sanki Türkiye modeline yakın bir şeyler yapılıyor gibi, hafta sonu yasakları ya da işe gitme zorunlu ama akşam sokağa çıkma yasağı gibi bir şeyler diye fark ediyorum ben.
SB: Haklısın Özdeş ama bu konuyu özellikle Fransa ve Macron’un uygulamaları ve söylevlerini istersen sayın İnsel’e sor birazdan ama ben şuna inanıyorum, Ekim ve Kasım ayları politikacılara bu söylediklerini geri aldırtabilir diyeyim en azından kibarca. Belçika örneğin, İspanya, Fransa ve İsviçre’de bazı bölgelere seyahatleri yasakladı. Fransa turistik bölgelerinde ücretsiz ya da reçetesiz test yapımına başladı. İlginç bir şey “aradıkça buluyoruz” diyorlar turistik bölgelerde ve hava alanlarındaki testlerde.
ÖÖ: Trump da aynı şeyi diyordu.
SB: Evet, bir sahil şeridinde yapılan taramada 20-26 Temmuz arasında pozitif bulunan insanların %56’sı asemptomatik olgular. Buna belki yarın daha ayrıntılı değineceğiz çünkü hastalığın diğer solunum yolu enfeksiyonlarından daha hızlı yayılması bir türlü kontrol altına alınamamasında sadece bizim klasik bilgilerimizdeki damlacık enfeksiyonu değil havada bulaşma, yani nefes alma ya da konuşmayla virüsün saçılması sadece öksürme, aksırmayla, hapşırmayla olmadığına ait birtakım matematik modeller çıkmaya başladı, yarın onlara değineceğim. Bugün bir de Güney Kore’den haber vereyim, “Shincheonji” yi biliyor musun?
ÖÖ: Hayır.
SB: Bunlar dini bir grup, onun lideri Lee-Man -He 88 yaşında cumartesi tutuklandı çünkü insanları alınan önlemlere karşı çıkma çağrısında bulunuyor. Kendisinin aslında 3,9 milyon Euro’yu –değim yerindeyse- iç etmekle suçlandığı bir dava sürüyor ama 88 yaşındaki lider ve Amerika, Almanya, İngiltere gibi ülkelerdeki bu maske karşıtı akımlara paralel bir yaklaşım içinde. Benim konun değil ama ekonomiye baktığımız zaman, ekonomide ABD 2020’nin altıncı ayı bittiğinde %22’lere varan ABD tarihinde görülmemiş bir daralmaya gidiyormuş. Nitekim 6 ay boyunca Dolar’ın Euro karşısındaki değer kaybı %12’ye varmış, bu da ilginç bir nokta, bunu herhalde Sayın Seyfettin Gürsel’le konuşursunuz. Bir de Japonya’dan bir haber Tokyo’da da işler iyi gidiyor, disiplinli toplum filan deniyordu “Tokyo için acil durum noktasına geldik” demiş Vali Yuriko Koike.
Bütün dünyadaki verilere baktığımızda “yaş gruplarına göre biz yaşlılar, kronik hastalığı olanlar, risk grubundan” diyorduk. Hayır, 15-44 yaş grubu en fazla hastalanan grup olma yolunda hızla ilerlemekte. Bütün bunlarla beraber tabii çalışmalar sürüyor, örneğin Avustralya’dan haberler var. Takip edilince kimin hastalandığı ve nasıl hastalandığını saptamakta, takip ediliyor bu filyasyonla. 3 tane kadın, bunlar Melbourne’dan yola çıkıyorlar Brisban’a gidecekler. Arada duruyorlar Sydney’de aktarma yapıyorlar, bunlar bir partiden virüsü almışlar ve Melbourne’de hastalığın yayılmasına yol açıyorlar. Demin senin de söylediğin gibi ekonomiye fazla etkilemeyecek kısıtlamalar oluyor, Melbourne yetkilisi ya da valisi Daniel Andrews demiş ki “Melbourne’de saat 20:00-05:00 arası sokağa çıkma yasağı olacak. Evden çıkmalar kısıtlanacak, sadece sağlık nedeniyle çıkılabilir. Evin 5 kilometre ötesine gidemeyeceksiniz.” Bu arada tabii tartışma konusu, bunları denetleyecek polis ve kolluk güçlerinin yetkilerinin arttırılması, bir de bu var. Her yerde, Avustralya’da bile böyle bir yaklaşım var. Bunlar da Avustralya’dan haberler, hafta sonu herhalde epey şey birikmiş, onun için söylemek istediklerimin ancak küçük bir bölümüne değinebildim.
ÖÖ: Ben de öyle, elimde bir sürü haber var!
SB: Peki o zaman onları haftaya yayarız!
ÖÖ: Tamam.
SB: Size iyi yayınlar!
ÖÖ: Teşekkürler, görüşmek üzere.
SB: Ben teşekkür ederim.