Türkiye bu hafta Meclis'te bir 'hukuk-vicdan' testinden geçecek.
(Murat Sabuncu'nun bu yazısı T24 internet gazetesinden alınmıştır.)
Naom Chomsky diyor ki: “Çözmemiz gereken birçok sorun var; evet, acil olanlar arasında koronavirüs ciddi. Elbette halledilmesi gerekli ve belirmekte olan daha büyük, çok daha büyük olanlar var. Bunun yanında, uygarlık hakkında bir kriz var. Koronavirüsün iyi bir yanının, belki de insanları nasıl bir dünya istediğimiz hakkında düşünmeye itmesi olduğu söylenebilir.” (Kaynak: DIEM 25 Srecko Horvat söyleşisi-Çeviri: Yasin Uysal-Yusuf Said Akçakaya- Medyascope)
Nasıl bir dünya, nasıl bir ülke? Pek çoğumuz uzun zamandır düşünüyor, özellikle Covid-19 sonrası daha da yoğun. Bir taraftan kendimizi, hayattaki duruşumuzu… Sonra memleketi… Dünyayı... Sistemi…Chomsky böyle bir krize dünyanın kaderinde etkin rol oynayan ülkelerin başındaki popülist liderlerle özellikle Trump ile girmenin işleri daha da zora soktuğunu görüşünde. Kendi cümleleriyle:
"Dünyanın ve ülkenin kaderinin sosyopat bir şaklabanın elinde olduğu düşüncesi akıllara ziyan. Koronavirüs yeterince ciddi bir tehlike ama gelmekte olan çok daha dehşetli bir şey var. İnsanlık tarihinde gelmiş geçmiş her şeyden daha kötü bir felaketin kıyısına doğru yarışıyoruz. Donald Trump ve yardakçıları da bu uçuruma giden yarışta en öndeler."
Ya bireyler… Chomsky'e göre son yıllarda cep telefonları ile 'sosyalleşmekten' ötürü oldukça zararlı bir çeşit toplumsal uzaklık var, insanlar birbirinden yalıtıldı. Chomsky şu anki yalıtımın 'zorunlu' hale geldiğinin' elbet farkındadır. Ve tabi 'şanslı yalıtılmışlarla', emeğiyle var olmaya çalışanların, 'sağlıkları ile çalışma mecburiyeti' arasında sıkışanların da…
Türkiye, memleket…
Cumhurbaşkanlığı sistemi ile 'tekleşen' yönetim şekliyle…
4 milyonu aşkın işsizi, borçla dönen işletmeleri, risk algısında ilk beşte (CDS) yer almasıyla 'tekleyen' ekonomisiyle…
Savaş ve kavga üzerine kurulmuş 'tek dost' bırakmamış dış politikasıyla…
Siyasetçiden gazeteciye sivil toplumcudan avukatlara iktidara yakın durmayanları 'tek tek' tutuklayan-mahkûm eden yargı sistemiyle…
Uzun süredir bir krizin içindeydi.
Her biri için uzun uzun konuşup, yazabiliriz. Ben şu an en acil olanından bahsedeceğim. 'İnfaz Yasası' ya da örtülü aftan. Yarın yani Salı günü Meclis Genel Kurulu'na geliyor. Meclis Adalet Komisyonu'ndan geçen şekliyle çoğu tutuklu; düşünce suçluları, siyasi suçlular, gazeteciler bu düzenlemeden yararlanamayacak. Ne Demirtaş, ne Kışanak, ne Kavala, ne Terkoğlu, ne Pehlivan, ne Ağırel… Ne de adlarını sayamayacağımız kadar çok sayıdaki diğerleri…
Avukat Akın Atalay tweet'lerinde durumu şöyle özetliyor: "Hani 'adam öldürme, cinsel dokunulmazlığa karşı suçlar, uyuşturucu imal ve ticareti suçlarını yararlandırmıyoruz' diyorlardı ya.. Dün (Cumartesi) sabaha karşı Adalet Komisyonu toplantısında bu suçlardan mahkûm olanların da açık cezaevine gönderilmesini teklife eklemişler. Sonuç: 31 Mayıs'a kadar evlerine gönderilecekler. Adalet Bakanı bu süreyi iki kez uzatabilecek. Yani bu kişileri salgından koruyoruz da… Ama muhalifsen, gazeteciysen, hükümeti eleştirdiysen öl… İnfaz yasası ile hükümlüleri salıp tutukluları içeride tutmak akıl tutulmasıdır. Hükümlüleri salıveriyorsanız, ki virüs salgını nedeniyle bu indirim anlaşılabilir, tutukluları salıvermeniz mecburidir.."
Türkiye bu hafta Meclis'te bir 'hukuk-vicdan' testinden geçecek. Ne yazık ki son yıllarda pek çok kez bu teste girildi ve pek çoğunda sınıfta kalındı. Ancak bu kez özgürlük kadar yaşam hakkı da tehdit altında düşüncesinden dolayı hapiste olanların.
Üstelik gözden kaçırdığımız, dikkate almadığımız bir önemli konu daha var. Hapistekinin oksijeni haftada bir aile ziyaretidir. O günün hayaliyle yaşar. Tabi aileleri de… Peki şehir sınırlarının kapatıldığı, ulaşımın olmadığı koşullarda bu insanların tek oksijeninin de kesileceğinin farkında değil misiniz? Çoğunu yaşadığı şehirlerden kilometrelerce uzağa taşıdığınız siyasi mahkûmlar, hem 'kişiye ve topluma karşı suç işleyenler' bırakılırken içeride kalacak hem de yakınları ile görüşmeleri imkansız hale gelecek. Ve biz rahat rahat hayatımıza devam edeceğiz öyle mi?
Chomsky diyor ki 'uygarlık krizi' var. Doğru… Ve 'insani' bir kriz…
Siyasi mahkûmlar, gazeteciler hapiste kalacak, görüşün bile imkansız hale geldiği günlerde öyle mi?