Açık Gazete'nin Ekonomi Politik köşesinde Ali Bilge, gündeme ilişkin fikirlerini sundu.
(13 Ocak 2020 tarihinde Açık Radyo’da Ekonomi Politik programında yayınlanmıştır.)
Ömer Madra: Günaydın Ali Bey!
Ali Bilge: Günaydın Ömer Bey, günaydın Can, herkese iyi haftalar, Selahattin sana da merhaba!
Can Tonbil: Günaydın efendim, merhaba!
ÖM: Bugünün ana konuları neler? Neler konuşalım Ali Bey?
AB: Cumartesi günü, Selahattin Demirtaş davası üzerine yapılan bir paneli izledim, toplantı Mülkiyeliler İnsan Hakları Merkezi tarafından düzenlendi.
ÖM: Ankara’da?
AB: İzledim bu paneli, çok yararlı bilgiler edindim açıkçası, burada dile gelen konuları derleyip aktarmak istiyorum dinleyicilerimize. İsterseniz bundan başlayalım ama daha önce sanıyorum sizin değinmek istediğiniz, ekonomi politik alanına giren Davos’ta bir grup iklim aktivistinin eylemi ve açıklaması olacak.
ÖM: Evet 3 günlük eylemi var, kayakla, ski yaparak gideceklermiş galiba, tam detaylarını bilmiyorum ama Davos’ta dünyanın bütün en önemli liderlerine her açıdan yani şirketlerin baş yöneticileri, CEO’ları, bütün yatırımcılar ve siyasetçiler, hükümet temsilcilerine Dünya Ekonomik Forumu’nun 50. yıldönümü için, yani yarım yüzyıl olmuş Davos’ta toplanırlarken biz de genç iklim aktivistleri ve okul grevcileri olarak bu liderlere bu hayata son vermek için giriştikleri fosil yakıt şeyine son vermeleri için baskı yapmak üzere orada olacaklarını söylüyorlar. Oldukça önemli.
AB: Aslında Davos zirvesi gezegeni bitirenlerin zirvesidir.
CT: Evet.
AB: Suçluların zirvesidir, Davos toplantıları galiba ilk 1987’de Türkiye’nin gündemine girdi. 1987’de Türkiye-Yunanistan gerginliği devam ediyordu, Papandreu ile Özal’ın bir araya getirilmesi ile Davos’u tanıdık. Gerginliğin çözümüne ilişkin Klaus Shwap iki lideri bir araya getirmişti. Ondan beridir takip etmeye çalışırım. Dediğim tanım geçerli, gezegeni bitiren şirketlerin uyguladığı küresel politikaların, neo liberallerin zirvesidir. Ara sıra da dostlar alışverişte görsün şeklinde bitirdikleri gezegenin sorunlarına ilişkinde bazı paneller eklemeyi de ihmal etmezler.
ÖM: Evet geçen sene olduğu gibi bu senenin de ana konusu gene -internet sitesinden almışlar zaten bu Greta Thunberg ve arkadaşları- aciliyet üzerine birbirine tutunan kohezyon halinde ve sürdürülebilen bir dünyanın paydaşları arasında tartışmalar yapacaklarmış. “Küresel ilerlemeyi daha ileri götürmek üzere ortaya atılan fikirleri tartışmak üzere bir araya geliyoruz” diyorlar. Greta ve arkadaşları da “bu cinnete bir son verin artık, üstlerinize düşen rolü oynayın!” diyorlar.
AB: O zaman biz suçluların zirvesini daha sonra geniş olarak konuşmak üzere şimdilik bir kenara bırakalım, ülkemizdeki son yıllarda yaşanan hukuki katliamlara değinelim, onların başında da Selahattin Demirtaş davası geliyor. Selahattin Demirtaş davası aslında Türkiye’nin yakın tarihini anlamak açısından önemli, çok dikkat edilmesi gereken bir dava, bu davayı topyekûn incelemeden yakın tarihi yazmak pek mümkün olmayacak, öyle anlaşılıyor. Çünkü bu ve benzeri davalar Türkiye’nin otoriterleşme ve tek adam rejimine geçişin tarihi aynı zamanda. Öncelikle aktaracağım bilgileri derleme imkânı veren arkadaşları sayayım. Demirtaş’ın avukatları Mahsuni Karaman, Prof.Dr. Başak Çalı ve Dr. Kerem Altıparmak, Mülkiyeliler Birliği İnsan Hakları Merkezi’nin temsilcisinin moderatörlüğünde oldu toplantı. Dediğim gibi yakın tarihi gözden geçirirsek Roboski’den Gezi’ye çözüm sürecine ve oradan 2015 Haziran seçimlerine, Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın eş başkanlığındaki HDP’nin yüzde 13 oy aldığı Haziran 2015 seçimlerine kadar gelelim. Türkiye’nin kadim Kürt sorununun çözümüne ilişkin önemli adımların atıldığı bir dönem olduğunu, Kürt siyasi hareketinin bağımsız adaylar olmaksızın Türkiye politikasıyla yola çıkmasını ve toplumsal karşılık bulmasını hatırlayalım. 1991 seçimlerinden itibaren Kürt siyasi hareketi sayılan partilerin temsilcileri ya bağımsız olarak ya da başka bir partinin şemsiyesi altında seçimlere katılıp parlamentoya dahil oldular. Sonuç oldukça başarılıydı, söylediğim gibi HDP açıkladığı Türkiye politikası ile %13 oy aldı 6 milyon oy alan bir HDP gerçeğiyle karşı karşıyaydık.
Buradan milletvekili dokunulmazlığının kaldırılması için Anayasa değişikliğinin yapıldığı 2016 Mayıs’ına uzanalım. Davaya biraz yakın tarih konsepti içerisinde bakıp, serencamını da anlatıp sonra da en son durum nedir ona gelelim. Hatırlayalım, dokunulmazlıkların kaldırılması için ana muhalefet lideri Kemal Kılıçdaroğlu, “anayasaya aykırıdır ama kaldırılması için oy vereceğiz” demişti. Meselenin en önemli aşaması da budur, dokunulmazlıkların kaldırılmasıdır. Elbette tarihsel akışa şu hususu da eklemek gerekir, sözünü ettiğimiz yıllar, iktidarın 2002’den itibaren en önemli ortağı olan, Fethullah Gülen hareketiyle ortaklığının bozulduğu yıllardır. 17-25 Aralık 2013’ü de unutmayalım, onu da bu sürece raptiyeleyelim ve sandalyenin önemli bir bacağının iktidardan koptuğunu ve aralarındaki şiddetli çatışmanın başladığının da altını çizelim. AKP iktidarı süresince Gülen hareketinin yargı ve güvenlik bürokrasisinde etkinliğini de belirtelim. Özellikle askerlere yönelik muhtelif davalarda pozisyonlarını ve Gülencilerin iktidarla olan iyi ilişkilerini hatırlatalım ama biz yine gelelim dokunulmazlıkların kaldırılması öncesi ve sonrasına, dokunulmazlıklar kaldırılması öncesinden fezleke hazırlıkları başlıyor, bir rakam verdi Kerem Altıparmak, dokunulmazlıkların kaldırılmasından önce parlamentoya gelen fezleke sayısı aylık 1,69 imiş sanıyorum, sonra yağmur gibi fezleke yağmaya başlamış, aylık 70-80’lere ulaşan fezlekelere ulaşmaya başlamış.
ÖM: Sadece Selahattin Demirtaş mı?
AB: HDP için, ağırlıklı eş başkanlar ve diğer milletvekilleri. Dokunulmazlıklar, Mayıs 2016’da kaldırıldı, 4 Kasım 2016’da da 12 milletvekili ve eş başkanlar hakkında tutuklama kararı çıktı, fezlekeler yürürlüğe kondu.
Demirtaş ve diğer davalar aslında siyasi bir dava, bir siyasi hareketi ve siyasetçilerini siyasetten men etme, susturma bağlamında bir dava olarak karşımıza çıkıyor. Hem hukuki bir dava, hukuku men eden, yargının bağımsızlığını yok eden bir dava, hem de siyasetçiyi ve siyaseti susturan bir dava. Bu siyasi parti 6 milyon oy almış, parlamentoda 3. parti. Tutuklandıkları dönemde ve sonrasında da parti parlamentoda girme başarısını gösterdi, aynı zamanda içeride bulunduğu dönemde Demirtaş cumhurbaşkanı adayı da olduğunu da hatırlamakta fayda var. TRT’de hapishaneden propaganda konuşması bile yaptı. Dokunulmazlıkların kaldırıldığı Mayıs 2016 sonrası dönem Türkiye’de baskıya dayalı iktidarın oluştuğu, baskı iktidarının kurumsallaştığı, rejim değişikliğinin gerçekleştiği, anayasanın değiştiğini ve daha sonra yapılan seçimleri hatırlayalım. Türkiye’de geçmişte var olan anayasa ve ona uygun yasalar çerçevesinde düzenlenen, yapılanan, kurumsallaşan devlet yönetiminin, hukukun ve yargı kurumlarının, dördüncü kuvvet konumunda olması gereken medyanın alt üst olduğu, medya şirketlerindeki mülkiyet değişikliklerinin gerçekleştiği bir dönemi hep birlikte yaşadık. Ayrıca şunu da belirtelim: Demirtaş davasında yapılan suçlamalar, tutuklamalar, yargılamalar, verilen hükümler tamamen siyasetçinin fikirleri, düşünceleri, konuşmaları üzerine yapılıyor, meclis kürsüsünden yapılan açıklamalara, partinin siyasi faaliyetleri sırasında yapılan konuşmalara dayandırılıyor.
ÖM: Onların da bir kısmının, aslında neredeyse tamamının da bağlamından koparılarak, cımbızlanarak yapıldığını ve olmayan parti meclisinde yapılan konuşmalarının ve açık toplantılarda yapılan konuşmaların suç unsuru sayılması gibi bir şey olduğunu söylüyor Demirtaş da.
AB: Evet, 6-8 Ekim Kobani olayları üzerine bir twit HDP genel merkezinden atılıyor, en fazla bu twite yüklenmeye, dayanmaya çalışıyorlar. Kobani olayları üzerine yapılan açıklamaların üzerinde duruyorlar. Biraz Kobani olaylarından da bahsedelim, hatırlarsınız Suriye’de İŞİD’in Rojava bölgesini ele geçirmesi üzerine Türkiye’de duyarlılık arttı, Kobani’ye saldıran İŞİD ordusu, açılımı İslam Şam Ordusu idi değil miydi?
ÖM: Irak Şam
AB: Tamam, Irak Şam ordusunun saldırması üzerine cumhurbaşkanı “Kobani düştü düşecek” açıklamasını yapmıştı ve bu açıklama tansiyonu çok yükseltmişti. Bunun üzerine yaşanan protestolar, olaylar, çatışmalar sonucunda, -Kandil’in PKK’nın bu süreçteki yanlışlarını ilave etmek lazım-, 52 vatandaş öldü. Tüm bu olaylar esnasında, yaşanan gerilimi, çatışmaları yatıştırmak için eş başkan Selahattin Demirtaş, Başbakan Ahmet Davutoğlu ile sayısız görüşmeler yapıyor. Ayrıca o dönemde türbenin nakli için HDP aracılığı ile Kobani’de direnen Kürt güçlerinden yardım istenmişti.
ÖM: Süleyman Şah türbesinin taşınması.
AB: Süleyman Şah türbesinin taşınması meselesi var. Sırrı Süreyya Önder bu görüşmeleri açıklamıştı Parlamentoda başbakanla, ikinci muhalefetin genel başkanı arasında vahim gelişen olayların yatıştırılmasına dönük, halledilmesine dönük görüşmeler, istenen yardımlar söz konusu. Ayrıca davayı analiz ederken, o dönemde devam eden çözüm sürecini de analizin içine katarak bakmak lazım, unutmayalım dava konusu olan konuşmalar, nevruzlarda Abdullah Öcalan’ın bildirilerinin okunması, o dönemde sorunun çözümüne ilişkin beklentileri arttığı rahat bir ortamda yapıldığını da hatırlayalım.
Sonuçta bu dönem, çözüm iklimi ve rejimi değiştirme düşüncesi içinde olan iktidarın, yeni ortaklarla buluşması ile sonuçlandı. Türkiye’de devletin önemli kısmını oluşturan iç devletin, Kürt meselesinde çözüm sürecinde aşama kaydedilmesi, HDP’nin yükselen grafiği, Türkiye’nin Kürt sözleşmesinde yeni bir aşamaya gelmesi istemeyeceği bir durumdu, aynı zamanda Erdoğan’ın başkanlık, tek adam rejimine götürecek başkanlık isteklerine, HDP’nin olumlu yanıt vermemesi, hatırlarsınız “seni başkan yaptırtmayacağız” tek cümleyle bir grup toplantısında açıklamıştı Demirtaş. AKP’de eski ortakla çatışma, içi devletin eski ortağın yerine ikame olmasıyla sonuçlandı. Türkiye’nin milliyetçi iç devlet refleksi, HDP’den ve Kürt sorunun çözüme kavuşmasından rahatsızdı. Elbette Suriye’de yeni bir Kürt oluşumu ve iktidarın Suriye politikasında izlediği tavrı da birlikte değerlendirmekte fayda var. Bunların sonucu her şey alt üst oldu, dokunulmazlıkların kaldırılması suretiyle de HDP’nin, siyasi bir rakibin bertaraf edilmesine dönük gelişmeleri yaşamaya başladık. Ayrıca fezlekeleri hazırlayan ve davalara bakan yargı mensuplarının darbe girişimi içerisinde FETÖ mensubu olmaları gerekçesiyle hükümlü veya tutuklu olduklarının da panelde söylediğinin belirtelim. Demirtaş hakkında 90 küsur fezleke hazırlanmış, 90 küsur fezlekeden 33’ü davaya dönüşmüş durumda. Dava süresi içinde anayasa mahkemesi değişiyor, siyasal rejim değişiyor, darbe girişimi oluyor, darbe girişimi bertaraf ediliyor, bunun üzerine olağanüstü hâl geliyor, OHAL düzenlemeleri var, OHAL düzenlemeleri yeni yasalara nakşediliyor. Yakın tarihin gelişmelerine dikkat çektikten sonra biraz da hukuki tarafa bakmaya çalışalım. Sizin de ekleyeceğiniz bir şey var mı?
ÖM: Güncel bir haber olarak Selahattin Demirtaş’ın hapishanedeyken yazdığı ikinci öykü kitabı Devran da sanatçılar Jülide Kural ve Ömer Şahin tarafından sahnelenmiş ve oyunu Edirne cezaevinde bulunan Selahattin Demirtaş’ın Devran kitabını sahneye taşırlarken de okuma tiyatrosu olarak Devran’ı izlemek için çok sayıda kişi Kenter Tiyatrosu’nda 11 Ocak 2020 akşamı bir araya geliyorlar. Selvi Kılıçdaroğlu, Dilek İmamoğlu, CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu da var ve eşi Başak Demirtaş da “dayanışma güç veriyor” demiş, her anlamda umut ve güç verdiğini belirtmiş “o yüzden böyle bir günde, böyle bir ortamda yeniden bir araya geldiğimiz için çok mutluyum” demiş. Salondan da Demirtaş’a özgürlük talebi yükselmiş, Talat Yeşil ve Cemal Özkan’ın sazından yükselen türküler var. İlginç olan bir şey de Murat Sabuncu da “Demirtaş’tan Kılıçdaroğlu’na, Buldan’dan İmamoğlu’na yürekli kadınlar yan yana durursa” diye bir yazı yazmış T24’te. “Güçlü, umutlu ama aynı zamanda Türkiye’nin acı tarihine kişisel olarak şahitlik etmiş, mücadele vermiş kadınlar yan yana” diyor. “HDP milletvekili Hüda Kaya, HDP eş başkanı Pervin Buldan, Başak Demirtaş, Selvi Kılıçdaroğlu, Ahmet Kaya’nın eşi Gülten Kaya ve Canan Kaftancıoğlu, Seremos’la başladı gece ve onunla sonu erdi, Sırrı Süreyya Önder, Mithat Sancar, Garo Paylan, Kadir İnanır da gecenin katılımcılarındandı ama benim en çok dikkatimi çeken şey gençler ve kadınlar oldu. Umutlu, dimdik, korkusuz gençler ve kadınlar” diye bitirmiş Murat Sabuncu yazısını. İlginç bir şey ve içişleri bakanı Süleyman Soylu da Devran’a gidenlere tepki göstermiş “gittikleri tiyatro bizim bir yerlere ulaşmamızı istemeyenler tarafından oluşturulan bir tiyatro. O tiyatronun bir tarafına şehit edilen Yasin Börü’nün fotoğrafını da assaydınız, katledilen 39 kişinin de fotoğraflarını assaydınız. Eksik yapmışsınız Kadir efendi o tiyatroya gidenler” demiş, oyuncu Kadir İnanır’ı kastederek.
AB: Sonuçta Demirtaş siyaset yaptığı için yargılanıyor, dokunulmazlığın kaldırılması ile siyasetçide olması gereken kürsü dokunulmazlığı kaldırılınca siyaset yapması engellenerek susturulmasına çalışılıyor. Aslında bu dava ve diğerleri için kürsü dokunulmazlığı hususu da ayrı bir tartışma konusu, kürsü dokunulmazlığı mutlak bir sorumsuzluk veriyor milletvekillerine, böyle bir kavram var. Biliyorsunuz bu davanın çeşitli aşamaları oldu, labirent gibi bir dava, o kadar karmaşık yumak ki, işin içinden çıkmak oldukça zor. Hiçbir fezlekenin, dava konusu olan hiçbir suçlamanın konuşmalar dışında hiçbir şeye dayanmadığını belirterek davanın Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi evrelerine geçeyim. Anayasa mahkemesi dokunulmazlıklarla ilgili başvuruyu “bu bir anayasa değişikliğidir, anayasa değişikliği bireysel başvuruda incelenemez ve bu değişikliği bu nedenle geçerli sayıyorum” diyerek reddetti. Bu yaklaşımı AİHM’inde benimsediğini söylemek mümkün. İç hukukla ilgili aşamalar tükenince, kararlar bu şekilde alınınca AİHM aşamasına geçildi.
ÖM: Evet tükenme zaten iç hukuk başvuru yollarını bitmesi, bir şekilde bitmesi, o anlamda tüketilmesi ön şartı var zaten.
AB: Şunu da belirtmeliyim Demirtaş hakkında 33 adet benzer davalar açılıyor ve aynı konuda benzer davalara söz konusu oluyor. Bir davada tutukluluğun kalkması kararı alınması sonrasında başka bir ilden yeni bir dava açılabiliyor, birbirinin benzeri ama önemli değil, yeni davadan tutukluluk verilebiliyor. Çok dolambaçlı, labirentlerle dolu bir hal, evet iç hukuk tüketiliyor ama öyle düzensizlikler, öyle yanlış uygulamalar, öyle aykırı uygulamalar yapılıyor ki, bir iç hukuk garabetiyle karşı karşıya kalıyoruz.
Demirtaş davası AHİM ‘e gidildi ve ilgili daire bir kara aldı. Daire kararı açıklandığında oldukça sevindik, yayınlarımızda dile getirdik. Benim açımdan toplantının en aydınlatıcı yönü bu karara ilişkin oldu, AİHM kararının yorumlanması oldu. Dediğim gibi kamuoyu olarak çok beğendik kararı. Evet AHİM bir ihlal var diyor, ancak ihlalin uzun tutukluluk süresine olduğunu söylüyor, uzun tutukluluğa itiraz ettiğini söylüyor. AİHM diyor ki “Demirtaş için uzun tutukluluk süresi yanlıştır, bu nedenle derhal serbest bırakılması gereklidir”. Bu nedenle Demirtaş’ın avukatları, 20 Kasım 2018 tarihli AİHM kararının %50 doğru bir karar olduğunu söylüyorlar. AHİM kararını açıklandığı zaman avukatlarının açıklamalarını hepimiz okumuştuk ve bunlar çok olumlu değerlendirmelerdi. Avukatlar; kendilerinin söylediği şekilde, “AİHM kararını 3. ve 4. kez okumaları sonrasında” kararın yetersizliklerini gördüklerini, AİHM kararının Anayasa Mahkemesi benzeri bir karar olduğunu tespit ettiklerini söylüyorlar. AİHM kararına birinci itiraz şu: yargılanan Demirtaş’ın konuşmaları, siyasi faaliyetleri ama AİHM kararı Demirtaş’ın ifade özgürlüğünü tartışmasına gerek olmadığını söylüyorAİHM kararı Demirtaş’ın siyasi ifade özgürlüğünü görmüyor, ifade özgürlüğü ile ilgilenmiyor, sadece tutukluluk süresinin uzunluğuna itiraz ederek serbest bırakılmasına karar veriyor. Bu çok önemli, AİHM’in yani biz yıllardan beri ne deriz, AİHM, sözleşmesi neyin sözleşmesidir? İfade özgürlüğü sözleşmesidir değil mi AİHM sözleşmesi?
ÖM: Elbette.
AB: İfade özgürlüğünü görmezden gelmek AİHM’in varlığını inkâr etmek anlamına gelir. Böyle bir davada en önemli husus ifade özgürlüğünü ortaya çıkarmaktır. AİHM “bu konuda incelemeye gerek yok” diyerek, çok tehlikeli bir karar alıyor aslında, kendi asli işi olması gereken budur, ifade özgürlüğünün ihlal edilip edilmediğine bakmayan bir AİHM olur mu? Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin var oluş sebebi budur, böylelikle AHİM hem kendi kararlarına hem de içtihatlarını reddeden bir durumla karşı karşıya kalıyor. Dolayısıyla AİHM’e giden bir davada “ifade özgürlüğünü korumayacaksanız neyi koruyacaksınız?” diyor avukatlar. AİHM ilgili dairenin bu kararının ardından bir üst makama biliyorsunuz Büyük Daireye müracaat gidildi, karar bir anlamada temyiz edildi Büyük Daire’de savunma yapıldı. Hali hazırda Demirtaş davasında AİHM Büyük Dairesi’nin, en üst makamın kararını bekliyoruz. Büyük Daire’deki itirazlardan biri böyle. Sonuç olarak AİHM; “Demirtaş çok uzun tutuklanmış, bu yanlış olmuş, bu arada da cumhurbaşkanı adayı olmuş ve bu nedenle de seçme ve seçilme hakkı da elinden alınmış” diyor, bunlar yanlış ama ifade özgürlüğüne ilişkin bir ihlalin bir eksiklik olduğunu ifade etmiyorlar, dolayısıyla avukatlar “AHİM kararı ile Avrupa İnsan hakları sözleşmenin 18.maddesinin ihlal edildiğini söylüyorlar.
ÖM: Ben de onu söyleyecektim.
AB: Birinci itiraz bu.
ÖM: Evet can alıcı nokta bu.
AB: Evet ifade özgürlüğünü bu davada tartışmak gerekli değil demek garabet bir durum. İkinci itiraz konusu anayasa mahkemesi kararında belirtilen bir husus var ‘makul suç şüphesi’. Şimdi makul suç şüphesi bir ifadeye dayanmayan bir durum, siyasi ifade ile makul suç şüphesi gerçekleşmez. Makul bir suç şüphesi arıyorsanız başka araçlara, gerekçelere ihtiyacınız var. İfade özgürlüğü ile makul suç şüphesi bağdaşmayan bir durum. AİHM makul suç şüphesi konusunda da anayasa mahkemesini tekrar eden bir karara imza atmış oluyor. Makul suç şüphesi hususu da Büyük Daire’de Demirtaş davasının yapılan savunmada ikinci itiraz odağını teşkil ediyor. Vaktimiz kısa olduğu için hızlı geçiyorum, üçüncü madde ki hepimizin açısından önemli, hatırlarsınız AHİM kararı açıklandığı zaman Türkiye temsilcisi Işıl Karakaş’ın bir şerhi vardı, doğrusu şerhi anlayamamıştık.
ÖM: Temsilci değil de Türk yargıç.
AB: Çok doğru Türk yargıç. Bu üçüncü hususta artık Işıl Karakaş’ın şerhini anlayabiliyoruz, karara açıkçası o dönemde ve sonrasında ayrıntılı bakma fırsatımız, fırsatın ötesinde anlama imkânımız olmadı, bunu avukatlar da belirtiyorlar, kendileri açısından da bu hususların süreç içerisinde kavrandığını belirtiyorlar. Şimdi AİHM sözleşmesinin 18.maddesi kötü niyet maddesi “hiçbir hak meşru gerekçelere konulmadan sınırlandırılamaz” diyor. AİHM Türkiye devletine diyor ki “gizli bir amaçla bu hakkı sınırlandıramazsınız” AİHM kararında “Demirtaş’ın tutukluluk süresi, 4 Kasım 2016’dan sonra bir gizli amaçla uzatıldı” diyor ama bu gizli amacın ne olduğunu söylemiyor. 4Kasım’dan sonraTürk hükümeti nasıl bir gizli amaçla, salıverilmesi gereken, tutuklanması gerekmeyen Demirtaş’ın tutukluluk süresini uzatıyor? Yanıtı yok. Tutukluluk süresinin uzatılmasının gizli bir amaca bağlıyor ama bu gizli amacın ne olduğunu söylemiyor. Işıl Karakaş, işte buna şerh düşüyor, bunun doğru olmadığını söylüyor. Yani Demirtaş’ın tutuklanmasından sonra nasıl bir ortamda, nasıl bir kararla, nasıl bir gizli siyasi amaç oluştu ve kimler oluşturdu, kimler bu kararı aldı, hiçbir delil oluşturulmadan böyle bir gizli amaca ithaf ederek tutukluluk süresinin uzadığına ilişkin dairenin tespitine /kararına itiraz ediyor. Anlatabildim galiba, avukatlar içinde kararı yorumlamak güç olmuş, benim açımdan da çok zordu, bayağı bir çalışmam gerekti açıkçası. Işıl hanımın karar şerhi bundan dolayı olmuş. Dolayısıyla, Büyük Daire’ye üçüncü itiraz bu konuda yapılmış.
Ayrıca AHİM ilgili daireye çok önceleri dokunulmazlık üzerinden yapılan bir itiraz daha var. Anayasa Mahkemesinin görmezden geldiği, dokunulmazlığın kaldırılması hususunda AHİM ‘e yapılan başvuruda “siyasetçinin dokunulmazlığının kaldırılması ifade özgürlüğüne karşı yapılmış bir müdahaledir, kürsü dokunulmazlığı kaldırılamaz, bu konuda karar ver ey AİHM!” diyor avukatlar. Bu kararın da sonucu da bekleniyor. Dolayısıyla birincisi kısımda üç konudaki itiraz bulunuyor. İfade özgürlüğü, makul şüphe ve tutukluluk süresinin uzatılmasına ilişkin gizli amacın ne olduğuna itirazlar. İkincisi, “dokunulmazlıkların kaldırılması ifade özgürlüğünü kaldıran bir durumdur” itirazı. İfade özgürlüğüyle ilgili kararın çıkması Türkiye’de diğer davalar içinde emsal teşkil edilebilecek, etkileyebilecek,
ÖM: Emsal olacak evet.
AB: AİHM’in cumhurbaşkanının müdahaleleri konusuna dikkat etmediği, yürütmenin, idarenin hukuka olan müdahalelerinin AİHM tarafından dikkate alınmadığı bir diğer itiraz konusunu oluşturuyor. Cumhurbaşkanı biliyorsunuz pek çok kez, “AİHM bizi bağlamaz, biz tedbirimizi alırız” demişti. Dediklerini de yaptılar, AİHM kararından sonra hemen benzer bir dava ile başka bir tutuklama kararı alınarak tutukluluğu devam ettirildi. Ayrıca aldığı bir hapis hükmü hemen acele ile onaylandı, 5 yılın altındaki ceza aldığı dava onaylandı. Avukatların belirttiğine göre Büyük Daire kararı birkaç ay içerisinde çıkacakmış. AİHM’deki en üst makama yapılan itirazlar bu şekilde şekillenmiş durumda. Meseleyi hızlı bir biçimde anlatmaya çalıştım, pek çok şeyi atladım, dinleyiciler kusura bakmasın, ancak AİHM yapılan itirazlara ağırlık vermek değinmek durumundaydım.
ÖM: Bunu takip edeceğiz evet, peki çok teşekkürler, görüşmek üzere.
CT: Teşekkürler.
AB: Hoşça kalın, iyi yayınlar!