Fikret Başkaya: “Ay sonunu getiremeyenler dünyanın sonunu getirmekte olanlara karşı”

Editörden
-
Aa
+
a
a
a

Özgür Üniversite'nin başkanlığı görevini sürdüren ve bu kuruluşta gönüllü olarak ders veren Fikret Başkaya, kapitalizmin reforme edilemeyeceğini savundu.

(Bu söyleşinin orijinali Berkant Kırımlıoğlu imzasıyla Özgür Üniversite’nin internet sitesinde yayınlanmıştır.)

- Hocam siz Marksist bir sosyalistsiniz. Fakat, ekolojik sorun da düşünce sisteminizde merkezi bir yer işgal ediyor. Neden?

Kapitalizm insana, topluma ve doğaya [yaşayan doğa densin] zarar vermeden yol alamaz. Kapitalizm dahlinde yaşamın iki kaynağını aşındırmak kaçınılmazdır. Eğer öyleyse, ekolojik veçheyi yok sayarak bir yere varmak mümkün değildir. O zaman sorunun öteki yarısını dikkate almamış olursun. Oysa ve eğer şeylerin gerçeğine nüfuz etmek gibi bir kaygınız varsa… Bütünü hedef alman gerekir, zira ‘gerçek bütündedir’, hakikat bütündedir…

- Neden kapitalizm dahilinde ekolojik yıkım kaçınılmaz?

Kapitalizm sınırsız büyüme, genişleme, yayılma eğilimine ve dinamiğine dayalı bir sistemdir. Her kapitalist, her seferinde daha çok üretmeye ve satmaya mecburdur… ‘Burada durayım, bana bu kadarı yeter’ diyemez… Zira, büyüme veya yok olma ikilemi söz konusudur… Kapitalizm sınırsız büyümek zorunda ama bu dünyanın kaynakları sınırlı… İşte, ‘iklim krizi’, ekolojik yıkım denilenin asıl nedeni bu… Bir zaman geliyor, sınıra dayanmak kaçınılmaz oluyor…

- O zaman, neden sınırsız büyüme zorunluluğu var?

Kapitalist sistemin işleyişi, vahşi rekabete, çılgın rekabete dayanıyor… Rekabetçi olmanın yolu da büyümekten geçiyor… Büyüyebilmek de her seferinde sermayeyi büyütmek, daha ileri teknolojilere sahip olmak, işçiyi daha çok sömürmekle mümkün… Aksi halde yarışta kalamaz, ‘daha büyükler’, ‘daha güçlüler’ tarafından yutulur ve yarışın dışına atılır… Bir tercih değil, zorunluluk söz konusu… Fakat, bir şey üretmek doğadan bir şeyler çekmek, eksiltmekle mümkün ama üretirken de tüketirken de kirletmek kaçınılmaz olduğuna göre, sistem gelip sınıra dayanıyor… Netice itibariyle bir sürdürülemezlik tablosu ortaya çıkıyor. 

- Ekolojik akımların, hareketlerin yaklaşık 70 yıllık geçmişi var ama ekolojik sorun da büyümeye, yıkım derinleşme devam ediyor. Neden?

Klasik ekolojik hareketler, kapitalizm dahilinde sorunun çözülebilir olduğunu düşünüyorlar. Kapitalizmi radikal olarak karşılarına almıyorlar. Kapitalizmin reforme edilebilir, ıslah edilebilir, ‘insafa gelebilir’ bir sistem olduğunu sanıyorlar… Bu, olmayan duaya âmin demek gibi bir şeydir…  Oysa, kapitalizm asla reforme edilebilir değildir… Her sosyo-ekonomik sistem, her üretim tarzı, her uygarlık, belirli bir mantığa göre işler… O mantığın dışına çıkıldığında ‘sistem olmaktan çıkar…’ Mesela bir sermaye grubunun CEO’su, bir ortaklar (paydaşlar, kapitalistler) toplantısında insafa gelse ve ortaklara: “Biz bu üretimimizle doğaya zarar veriyoruz. Üretimimizi kısmayı öneriyorum” dese ne olur… Anında işsiz kalır… Zira, paydaşların her biri sermayesini çekip, başka alana yatırma tehdidinde bulunur… Bu, kapitalist için büyümek dışında bir seçenek yoktur…  Bu her bir tekil kapitalistin iradesinin bir önemi yok demektir… O, kendi mantığına göre işleyen çarkın bir dişlisidir sadece…

- Sisteme içkin sınırsız üretim eğilimi kaçınılmaz olarak ekolojik yıkım yaratmak zorunda diyorsunuz o zaman…

Evet. Aynen öyle… Zira, kapitalizmin kendini yeniden üretme (yenileme) ritmiyle, hızıyla, doğanın kendini yeniden üretme ritmi (hızı) arasında bir uyumsuzluk ortaya çıkıyor… Mesela geçen yıl “Dünya Limit Aşımı Günü” 29 Temmuz’a gerilemişti… Bu 5 ay doğaya borçlu yaşayacağız demek… Fakat bu konuda Türkiye bir adım öne geçmiş görünüyor. Bizde “Limit Aşımı Günü” 27 Haziran’dı…  Bu durum onca yüceltilen ‘ekonomik büyümeyi’ sorgulamayı gerektirmiyor mu?

- Son yazılarınızın birinde, ‘isyanların asıl nedeni dillendirilen taleplerle sınırlı değil, kapitalizme yönelik itirazlar’ diyordunuz. Bunu biraz açar mısınız?

Geride kalan 2019 yılına dünyanın her yerindeki isyanlar, protestolar damgasını vurdu. Bu isyanlar, işte korbon vergisi, benzin zammı, metro-otobüs fiyatlarına yapılan zam, yolsuzluk, demokrasi zaafı, Whatsapp zammı, sosyal hizmetlerin, kamu hizmetlerinin yetersizliği, vb. idi.  Mesela Fransa’da ‘Sarı Yelekliler’ karbon vergisine bir tepki olarak ortaya çıktı ama vergi geri alındığı halde sokağı terk etmediler… Zira, itirazları sisteme yönelik…

Esasen, daha önce de yazdığım gibi, ‘isyanların, devrimlerin asıl nedeni, bardağı taşıran son damla değil, bardağın dolu olmasıdır’… Ve bardak her yerde dolmaya devam ediyor. Yangını çıkarmak için bir kıvılcım yeterlidir ama yanmaya hazır bir şeylerin de olması gerekir…

Aslında itirazlar sisteme yönelik. Zira, artık kapitalist sistem yeteri kadar ‘yeni değer’, ‘fazla değer’, ‘artı-değer’ üretemez durumda… Ancak yaşayan doğayı, canlıyı yağmalayarak, bütçeyi ve müşterekleri talan ederek yol alabiliyor ama bu yolun sonu yok… Bu sistemin artık ‘yeteri kadar’ büyüyememesi demektir… Ne demek istediğimi görmek için Türkiye’de geride kalan 10-15 yılda yapılanları hatırlamak yeter… Sermaye geleneksel, bildik üretim alanlarında artık değerlenemiyor. Ancak bütçeyi, hazineyi, müşterekleri ve doğayı yağmalayarak yol alıyor… Verilen garantiler, kapitalistleri maaşa bağlamak gibi bir şey… Böyle bir şey olur mu? Yoksullardan vergi alıp, sermaye sınıfına aktarıyorlar… Tam bir mafya düzeni…

Oysa, biraz önce söyledim. Sistem varlığını büyümeye borçludur. İşsizlik, yoksulluk, sefalet çığ gibi büyüyor ve ona doğa tahribatı, ekolojik yıkım, iklim krizi eşlik ediyor. Gelir dağılımı dengesizliği (adaletsizliği) skandal boyutlara ulaşmış durumda… Sistem her seferinde çözdüğünden daha çok sorun yaratıyor. Aşırı gelir/servet dengesizliği (adaletsizliği) bir çöküş nedenidir… Elbette yegâne neden değildir ama başlıca nedenlerden biridir… Mesela Roma İmparatorluğunun çöküşünün en büyük nedeni, servet ve gelir dengesizliğinin çığırından çıkmasıydı…  Vergiler artırılmıştı, köylüler toprakları terk etmişlerdi, az verimli topraklar ekilemez olmuştu, hükümet bir mali krizden diğerine sürükleniyordu… Statükoyu korumak için alınan önlemler bir işe yaramıyordu…

- Kapitalist dünya sisteminin içine sürüklendiği durumu ‘kriz” kelimesi karşılamıyor mu? Siz çöküşten söz ediyorsunuz…

Bilindiği gibi, ‘kriz’ genel denge durumundan, ‘normal durumdan’ bir sapmayı ifade eder ama, geri dönüşü, normal duruma dönüşü de ima eder. Oysa çöküş, geri dönüşü olmayan eşiğin aşıldığını ifade eder… Şimdilerde kapitalist dünya sisteminin içinde bulunduğu durumunu anlatmak için “kriz” demek uygun ve yeterli değil. Artık çöküşten söz etmek gerekiyor… Zira, sistem sorun çözme, rıza üretme yeteneğini kaybetti… Meşruiyet üretemez durumda… Tüm gösterge ışıkları kırmızıya dönmekte… Şurada işler yolunda gidiyor diyebileceğin tek bir şey, tek bir alan var mı? İşte, son dönemdeki isyanların asıl nedeni bu…

Kapitalist devletin üç işlevi vardır: 1. özel sektör (sermayenin hareketi] tarafından ‘uygun bir tarzda’ karşılanması mümkün olmayan hizmetleri sunmak; 2. Bazı kapitalistlerin veya sermaye gruplarının aşırılıklarını törpülemek, engellemek. Buna, kapitalizmi kapitalistlerden korumak da denebilir ve 3. zenginleri yoksullardan korumak… Artık gelinen aşamada sistem ilk iki işleve tamamen yabancılaştı… Her şey özelleştirilmiş durumda. Ortada “müşterekler diye bir şey kalmadı… Oysa, müşterekler (ortak yaşam alanları ve kaynakları) toplumu bir arada tutan tutkaldır… Son derecede önemlidir… Artık müştereklerin esamesi okunmuyor… Her şey özelleştirildi, zorunlu harcamalar arttı, insan yaşamı için gerekli olana ulaşmak da zorlaştı… Devletlerin elinde şiddeti, baskıyı, devlet terörünü ve savaşı araçlaştırmak, dayatmaktan başka bir koz kalmadı…  

- Hangi durumda krizden değil de “çöküşten” söz edilebilir?

Eğer bir rejim, bir sistem, verili/geçerli yasal-kurumsal çerçeve dahilinde toplum nüfusunun temel ihtiyaçlarını (su, gıda, konut, giyim-kuşam, enerji [ısınma], ulaşım, sağlık, güvenlik, vb.) asgari düzeyde bile karşılayamaz duruma gelmişse, artık krizden değil, çöküşten söz etmek gerekecektir…

- Eğer durum söylediğiniz gibiyse, artık mevcut durum sürdürülebilir olmaktan çıkmışsa, bu durumdan çıkış nasıl olabilir?

Bu sefer durum farklı… Geride kalan dönemde olmayan bir şey var… İklim krizi ve ekolojik yıkım, sadece uygarlığın sonunu getirmeye bilir… İnsanlığın geleceği de riske girmiş durumda… İnsanlık ve uygarlık kritik bir eşiğe dayandı… Eğer, bu süreç vakitlice durdurulamaz, aracın rotası sola kırılamaz ise, önümüz karanlık demektir. İklim krizi çok önemli ama daha ötesine odaklanmak da gerekiyor… Zira, tüm eko-sistem tehdit altında…

- Bu durumun faili de insanlar deniyor? İşte anthopocene denilen…

Elbette insanlar ama durumun nüanse edilmesi gerekiyor. İnsanlar hep vardı ve ne bir iklim krizi ne de bu günkü kapsamda bir ekolojik yıkım hiç bir zaman yaşanmadı… O zaman haklı olarak “neden şimdi” sorusu akla gelir… Şimdi ortaya çıktı çünkü kapitalizmde başka türlü olamazdı… Bu durumun faili insanlar denirse bu kapitalizmin, sistemin sorumluluğunu yok saymak olur… Büyük insanlık bu yıkımın faili değil ama yıkıcı sonuçlardan en çok muzdarip olan taraf… İnsan deyip, sistemi sorun etmemek, bu durumda hiç bir dahli, hiç bir sorumluluk payı olmayan geniş emekçi kitleleri, yeryüzünün lanetlilerini suçlu ilan etmek olur. Böyle bir tablo oraya çıktı zira kapitalizm irrasyonel bir sistemdir. Onda akla-mantığa uygun hiçbir şey yoktur.  Kapitalizm dahilinde iklim kriziyle etkili bir mücadele de asla mümkün değildir.

- O halde bu tehlikeli süreci durdurmak, tersine çevirmek, insanlığın geleceğini kurtarmak için geç mi kalındı?

Hala bir şansımız var ama bir şartla: Ay sonunu getiremeyenlerle, dünyanın sonundan kaygı duyanların, sürece vakitlice müdahale etmesi durumunda şeylerin seyri değiştirilebilir. Başka türlü söylersek, sınıf mücadelesiyle, ekolojik mücadelenin etkili bir ittifakı/ortaklaşması, bu tehlikeli gidişi durdurabilir…Bunun için de ekolojik hareketin ‘eko-kapitalist değil, eko-sosyalist olduğunu kanıtlaması gerekir. Son olarak, insanlığın ve uygarlığın geleceği, komünizm perspektifine endeksli bir eko-sosyalist ‘geçiş programını hayata geçirebilmeye bağlı görünüyor…