Tarihteki en büyük dolandırıcılık: Enerji şirketleri hepimizi nasıl aldattı?

Editörden
-
Aa
+
a
a
a

"İşte tüm zamanlar için bir hikâye. Tarihteki en büyük dolandırıcılık veya hiç olmazsa, tarihi, kendisi ile birlikte yok edecek dolandırıcılık ne olabilir? Bunu bilimi alt eden büyük iklim dolandırıcılığı olarak düşünebilirsiniz, büyük başarı."

Fotoğraf: Dallas Morning

(Tomdispatch'te yayımlanan bu yazı Semra Somersan tarafından Açık Radyo için çevrilmiştir.)

(TomDispatch okuyucuları için not: Bugünkü yazarımız Naomi Oreskes, yıllardır iklim değişikliği konusunda işçi gibi çalıştı. Şimdi yeni bir kitabı var: “Bilime Niçin Güvenmeliyiz?” Oreskes'in yeni çıkan kitabı için çok takdir ettiğim iki insanın tavsiyesi var. Naomi Klein şöyle diyor: “Hakikati nasıl öğreneceğiz? Bilimsel bilgiyi (ve kendimizi), bilimi tehdit olarak algılayan menfaatlerden nasıl koruyacağız? İklim değişikliği ve başka pek çok konuda öncü araştırmalarıyla tanıdığımız Naomi Oreskes bu konular çerçevesinde özgün bir bakış açısı sunuyor. Son derece ilgi çekici yeni kitabında Oreskes bu sorulara dalıyor ve başarıyla üstesinden geliyor.”Altıncı Yokoluş” kitabının yazarı Elizabeth Kolbert ise, Klein'ın görüşlerine katıldığını belirtirken şöyle diyor: “Bu kitabı ilericiler, muhafazakârlar ve bu ikisi arasında bir yerlerde duran herkes mutlaka okumalı. Önemli, tam zamanında yazılmış ve son derece ilgi çekici bir kitap.” Tom)

Haberi 2018 Temmuz'unda Guardian gazetesinde gördüm ve itiraf etmeliyim ki şaşkına döndüm. Hani bu, iklim değişikliği konusunda bol kötü haber okumadığımdan, insanlığı neleri beklediğinden habersiz olmamdan değildi. Ama bu haber içime işledi – belki bir zamanlar Çin konusunda uzmanlaşmayı düşündüğüm için. Haberin başlığı şöyle idi: “Yüzyılın sonunda, 2100 yıllarında veya az öncesinde –400 milyon kadar– kalabalık bir nüfusu olan Kuzey Çin ovasında dayanılmaz sıcaklar, insanın yaşamasını ve barınmasını imkânsız kılabilir.”

Haydi gelin de bunun insanı şok etmeyeceğini söyleyin! Veya ileri atlayıp dünyanın, deniz kıyılarında yaşayanları için deniz seviyesindeki yükselmenin ne anlama geleceğini düşünün: New York Times'a göre, “bu yüzyılın ortası olmadan, sular yükseldiğinde insanlar suların altında kalacak.” Bunun gerçekleşmesine sadece 30 yıl var! O yazıdaki haritalara bir bakın. Göreceğiniz şu: Güney Vietnam “tamamen görünmez olabilir”.“Yaşanılmaz”lardan bahsedin haydi! Aynı şey, şu an Başkan Trump'ın vergiden kaçmak için taşındığı Florida eyaletinin bazı kısımları için de söylenebilir. ABD'de deniz seviyesinin yükselmesinden en çok zorluk yaşayacak 20 kentsel alandan beşi bu eyalette bulunmakta: Miami, Miami Beach, Panama şehri, St. Petersburg ve Tampa.

2013 yılında “terrarist” (terrorist'ten ilhamla) diye bir terim icat ettim: Bu her halde gezegendeki en zengin şirketleri yöneten adamları tanımlıyordu; dünyadaki ExxonMobil, Chevron, Shell gibi dev enerji şirketlerini yönetip bizlere yaptıklarını göstermek için. Bugün yeni yayımlanan “Bilime Niçin Güvenmeliyiz?” kitabının yazarı Naomi Oreskes bizimle. Oreskes kitabında adı geçen şirketlerin bu gezegeni kaynar kazana dönüştürecek yatırımları yapmakta ve fosil yakıtların dünya üzerinde yarattığı son derece olumsuz etkileri kasten yalan ve yanlış bilgiler çerçevesinde halka sunmakta ve tüm bu bağlamlarda ne kadar da başarılı olduklarını gösteriyor. Cumhuriyetçi partiye bakın, bir zamanların çevreci partisi şimdi piromanyakların partisi haline geldi. Bu gerçekten de cehennemden çıkma bir hikâye ve bizim çocuklarımızın, torunlarımızın sağlığını tehdit ediyor. (Tom Engelhardt)

YAZAN: NAOMI ORESKES

İşte tüm zamanlar için bir hikâye. Tarihteki en büyük dolandırıcılık veya hiç olmazsa, tarihi, kendisi ile birlikte yok edecek dolandırıcılık ne olabilir? Bunu bilimi alt eden büyük iklim dolandırıcılığı olarak düşünebilirsiniz, büyük başarı.

Bilimciler neredeyse 1950’lerin sonlarından beri insanın sebep olduğu iklim değişikliğini araştırıyor, siyasetçiler de aşağı yukarı aynı dönemden beri bunu konuşuyorlar. 1961 yılında Oak Ridge Ulusal Laboratuvar'ı yöneticisi, Alvin Weinberg, karbon dioksitin dünyadaki “en büyük” sorunlardan biri olduğu ve “tüm insan türünün geleceğinin, bu sorunun çözümüne bağlı olduğunu” söylemişti. Saati 30 yıl ileriye alalım: 1992 yılında Başkan H.W. George Bush, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Antlaşmasını imzalamış ve “gezegeni korumak üzere yapılacak çok somut çalışmalardan” söz etmişti.

Bugün, Puerto Rico hâlâ Maria kasırgasının yarattığı felaketinin altından kalkmaya çalışır, Kaliforniya çapında yangınlar tüm eyaleti sarsarken Bush'un söylediklerinin gerçekleşmediğini biliyoruz. Yüzlerce bilimsel rapor ve değerlendirmeye, on binlerce bilimsel uzman meslekdaş değerlendirmesinden (“peer review”) geçmiş makaleye, konu hakkında yapılmış sayısız toplantıya rağmen, insan-sebepli iklim değişikliği şimdi dünyada gerçekte yaşanmakta olan bir kriz. Üniversiteler, vakıflar, kiliseler ve bireyler, 16 yaşındaki bir İsveçli kızın liderliğinde tüm dünya çapında insanlar kızgınlıklarını ifade etmek üzere sokaklara döküldü. Çocuklar, gelecekte kendilerine bir hayat göremedikleri için cuma günleri okula gitmeyi reddeti. Ve eğer bizim bu işle ne kadar zamandır uğraştığımızın bir ölçüsünü öğrenmek isterseniz, size şunu söyleyebilirim: bu aralık ayında Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi'nin (UNFCC- United Nations Framework Convention on Climate Change) Taraflar Konferansı (COP-Conference of the Parties) 25. kere yapılıyor.

Konu üzerinde uzmanlaşmış bilimciler bana genellikle der ki, “Bir zamanlar, eğer görevimizi yaparsak, siyasetçilerin mutlaka bunun gereğini yerine getireceğini varsayardık”. Tabii ki bu olmadı. Gezegen çapında her şey oldu, ama bu olmadı. Daha da kötüsü, bilim bu bağlamda fosil yakıt şirketlerinin dezenformasyon ve dikkat dağıtıcı kampanyaları nedeniyle, iklim değişikliğinin önemli bir odak noktası olmaktan uzaklaştı ve bu bağlamda anlamlı adımlar atılamadı.

İklim değişikliğini unutturmak

ExxonMobil şirketinin yanlış bilgi yayması epey bir odak noktası oldu, çünkü kısmen şirketin, kamusal alanda iklim değişikliği konusunda söyledikleri ile şirket yetkililerinin özel olarak söyledikleri (ve maddi olarak destekledikleri) arasında büyük bir uçurum vardı. Kısa bir süre önce New York şehrinde başlayan bir davada, şirket, yatırımcılarını yanıltmış olmakla suçlandı, buna karşılık Massachusetts eyaleti de, ExxonMobil'i tüketicileri yanıltmış olmakla suçluyor.

Keşke sadece bir şirketten ibaret olsaydı; ne var ki 30 yıldır fosil yakıt şirketleri ve müttefikleri insan-kaynaklı (anthropogenic) küresel ısıtma konusunu tamamen inkâr etti. Amerikan halkını sistematik olarak yanıltarak iklim değişikliği konusunda sonsuz gecikmelere neden oldu; bunu iklim bilimini yalanlayıp önemsizleştirerek, bilimsel verileri yanlış bir şekilde sunarak, bilimcilerin akademik onurunu zedeleyerek yaptı. Bu etkinliklerin hepsi, benim kısa bir süre önce ortak yazarlığını yaptığım “Amerikalılar İklim Değişikliği Konusunda Nasıl Kasten Yanıltıldı” (How Americans Were Deliberately Misled About Climate Change) isimli raporda ayrıntılı bir şekilde mevcut. Ayrıca 2010'daki “Kuşku Tacirleri” (Merchants of Doubt) kitabımda ve kitap üzerine yapılan aynı adlı belgesel filmde de (2014) var.

Fosil yakıt şirketlerinin dezenformasyon kampanyasındaki kilit nokta “üçüncü-taraf-yandaşlarının” ayaklandırılması idi; yani bu şirketler bazı örgüt ve gruplarla işbirliği yaparak kendilerine yoktan taraftar varettiler.

1990’larda bu tür üçüncü-taraf-yandaşlar arasında mesela Küresel İklim Koalisyonu (Global Climate Coalition), Daha Sakin Düşünenler Koalisyonu (Cooler Heads Coalition), Çevre Yanlısı Bilgilendirilmiş Vatandaşlar (Informed Citizens for the Environment) ve Yeşeren Gezegen Topluluğu (Greening Earth Society) vardı. Aynen ExxonMobil gibi, bu gruplar, halka bitmez tükenmez inkâr ve kuşku mesajları verirdi; öyle ki, onların ifadesine göre, iklim değişikliği gerçekten var mı yok mu konusu henüz kesin bir sonuca ulaşılamamıştı; her halükârda, eğer gerçekten böyle bir değişim olduğu saptanırsa, insanlık buna daha sonraki bir tarihte de uyum sağlayabilirdi; ve eğer şimdi doğrudan iklim değişikliğinden bahsedilirse Amerikan ekonomisi mahvolurdu. Bu gruplardan ikisi –Çevre Yanlısı Bilgilendirilmiş Vatandaşlar ve Yeşeren Gezegen Topluluğu– aslında Yapay Çim Saha (AstroTurf ) örgütleriydi; yani bunlar kömür sanayii ticari birliği tarafından yaratılmış ve onlardan mali destek alan bir örgüttü; oysa kamuoyuna sanki birer kitle örgütüymüş gibi sunuluyorlardı.

Fosil yakıt endüstrisi ile yakın bağları olan ve toplumsal sorunlara bazı serbest pazar çözümleri uygulanmasını öneren siyasi düşünce kuruluşları da (“think tank”) benzer yolu izliyordu. Bunların arasında George C. Marshall Enstitüsü, Cato Enstitüsü, Competitive Enterprise Institute (Rekabetçi Girişim Enstitüsü/CEI), Amerikan Girişim Enstitüsü (American Enterprise Institute/AEI) ve Heartland Enstitüsü vardı. Bunların bilimsel bulguların tersini öne süren ve genellikle siyasi güdülerle hareket eden iddiaları öylesine ustalıklı formatlarda sunuluyordu ki, çeliştikleri bulgular hakkında ellerinde bilimsel raporlar olmadığını düşünmek imkânsızdı.

Mesela 2009 yılında Cato Enstitüsü öyle bir rapor yayımladı ki, bunun formatı, düzeni ve yapısı, ABD Ulusal İklim Değerlendirmesi'nin (US National Climate Assesment) hazırladığı raporun formatı, düzeni ve yapısının tıpkısının aynısıydı. Buna karşılık iddiaları, esas raporun bulgularının tam tersi idi. Endüstri aynı zamanda ticaret odaları, Amerikan Yasal Veri Paylaşımı Konseyi (American Legislative Exchange Council/ALEC), Amerikan Petrol Endüstrisi (API), ABD Ticaret Odası, Siyah Ulusal Ticaret Odası ve Zanaatkârlar Ulusal Birliği (NAM) kuruluşları aracılığı ile dezenformasyon yayıyordu.

Hem düşünce kuruluşları, hem de ticari örgütler, bilim insanlarına leke sürecek şahsi saldırılarda da bulunuyordu. Bu bağlamdaki ilklerden biri, güneşten gelen ve artan radyasyonun küresel ısınmaya neden olmayacağını gösteren Lawrence Livermore Ulusal Laboratuvuarı'ndan Benjamin Santer'a yönelmişti. Santer, Birleşmiş Milletlerin Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC)'nin çok takdir edilen İkinci Değerlendirme Raporu'nun yazarı idi. 1995'teki bu rapor şu sonuca varmıştı: “Verilerin tümü değerlendirildiğinde insan etkinliklerinin iklim değişikliğinde farkedilir bir etki yarattığı görülür.” Bundan sonra George C. Marshall Enstitüsü ve İklim Değişikliği Koalisyonu'ndan fizikçiler, Santer'in kişiliği hakkında lekeleyici saldırılar ile bulgularında hile yaptığını ileri süren ithamlarda bulundu. Diğer iklim bilimcileri olarak da Michael Mann, Jonathan Overpeck, Malcolm Hughes, Ray Bradley, Katharine Hayhoe, Kevin Trenberth –kendimi de bunlara eklemeliyim–  saldırılara, soruşturma ve kovuşturmalara maruz kaldı... hepimiz e-postalarımızın çalınması (“hack”) ve bilgiye erişim özgürlüğü bağlamında siyasi amaçlı saldırılara maruz kaldık.

(- Karikatürde 'petrol şirketi sahibi', "İklim değişikliğini durdurun" diyor)

Budalalar için iklim değişikliği oyunu

Endüstrinin yaydığı dezenformasyona gelince: Üçüncü-taraf-yandaşların,Temsilciler Meclisi'nin iklim değişikliği konusunda ekim ayının sonlarına doğru yaptığı Gözetim Celselerinde bu açıkça ortaya çıktı. Cumhuriyetçi Parti oraya tek tanıkları olarak Energy45 grubunun kurucusu ve başkanı Mandy Gunasekera'yı davet etmişti, ki bu grubun tek amacı, onların kendi sözcükleri ile “Trump'ın enerji gündemine destek olmak”tır.

Energy45, kabaca CO2 Koalisyonu (Karbon Dioksit Koalisyonu) olarak biliniyor ve benim uzun zamandır zombi inkârcılık olarak düşündüğüm ve daha yaşlı oyuncuların, sanayinin tezlerini kullanarak birdenbire yeni biçimlerde ortaya çıkmasıdır. Bu vakada, 1990’lar ve 2000’lerin başında George C. Marshall Enstitüsü iklimi değişikliği dezenformasyonu konusunda başı çekiyordu. 1974-1999 arasında yöneticisi olan William O'Keefe, aynı zamanda Amerika Petrol Endüstrisi'nin önce yetkili başkan yardımcısı, ardından da başkanı idi. 2015'te kapanan Marshall Enstitüsü bir kaç yıl sonra CO2 Koalisyonu olarak ortaya çıktı.

Şimdi, 2019 yılı sona ererken ve gezegen hissedilir derecede ısınırken, Cumhuriyetçi Komite üyelerinin iklim değişikliği dezenformasyon kampanyası bağlamındaki sözlerinin ve yorumlarının,Trump yönetiminin ve Kongre'deki Cumhuriyetçilerin ne kadar da kalbine yerleşmiş olduğunu gösteriyor.

Şimdi bunlardan sadece altı olguya odaklanalım:

    İklim değişikliğinin “hafif ve idare edilebilir” olduğu yolundaki aldatıcı iddia. Bunu destekleyecek hiç bir bilimsel kanıt yok. Tam tersine, ABD Ulusal İklim Değerlendirmeleri dahil, son bir kaç on yıldaki yüzlerce bilimsel rapor, 2 derece santigrad'ın üzerindeki bir ısınmanın, “sağlık, yaşam, gıda güvenliği, su arzı, insan güvenliği ve ekonomik büyüme üzerinde” vahim, hatta felaketle sonuçlanacak etkileri olacağını gösteriyor. BM İklim Değişikliği Paneli, kısa bir süre önce küresel ısınmanın en kötü etkilerinden korunmanın “enerji altyapısı ve endüstriyel sistemlerde hızlı ve çok kapsamlı geçişler gerektirecek“ olmasına dikkat çekti.

    Yakın zamanlardaki Sandy, Michael, Harvey, Maria ve Dorian gibi kasırgaların yanısıra, Kaliforniya'nın, garip bir tesadüfle, ismi Paradise (Cennet) olan kasabasında 2018 yılındaki söndürülmesi neredeyse imkânsız yangın ve yine bu eyalette geçtiğimiz sonbahardaki yangınlar, halihazırda bile iklim değişikliğinin artık hayatımızın bir parçası olduğunu ve kontrol edilemez hale geldiğini gösteriyor.

    Ya da şu an ülkenin hangi noktaya geldiğine dair bir başka işaret isterseniz, Ordu Savaş Koleji'nin şu yeni raporuna bakın: “Savunma Bakanlığı, ısınmanın küresel güvenliğe meydan okuması karşısında tehlikeli bir şekilde hazırlıksız. Ve eğer Pentagon (ABD Savunma Bakanlığı) küresel iklim değişikliğine hazır değilse, Amerikan Hükümeti'nin başka herhangi bir biriminin hazırlıklı olabileceğini hayal bile etmek mümkün değil.”

    Fosil Yakıtların küresel refahı teşvik ettiğine dair aldatıcı iddia: Hiç kimse fosil yakıtların, endüstri devrimine sebep olduğunu ve böylece Avrupa'da, ABD'de ve Asya'nın bazı bölgelerinde yaşayan milyonlarca insanın yaşam standartlarını yükselttiğini inkâr etmiyor. Ne var ki bugün, fosil yakıtların küresel refahın özünü oluşturduğu olsa olsa bir yarı-hakikat olabilir; çünkü tehlikede olan geçmiş değil, gelecektir. Petrol, gaz, kömür kullanımından kaynaklı sera gazı salımlarının iklim değişikliği üzerindeki yıkıcı etkisi, şimdi dünyanın refah içinde yaşayan bölgelerini ve her tür gelecek ekonomik büyümeyi tehdit ediyor. Dünya Bankası eski başekonomisti ve bir dönem iklim değişikliğinin ekonomisi konusundaki uzmanlardan Nicholas Stern durumumuzu çok açık bir şekilde şöyle ifade etti: “Yüksek karbon büyümesi kendi kendini imha eder.”

    Fosil yakıtların “ucuz enerji”yi temsil ettiğine dair aldatıcı iddia. Fosil yakıtlar ucuz değildir. Dış maliyetler dahil edildiğinde, yani sadece yakıtı çıkarma, dağıtma ve bundan kâr etme değil, hayatımızdaki yangınları, kasırgaları, fırtınaları, selleri, sağlığa etkileri ve karbon emisyonlarının yaratacağı diğer tüm maliyetler eklendiğinde – bundan daha pahalı olamazlardı. Uluslararası Para Fonu'nun (IMF) tahminlerine göre benzinciye ve elektrik faturalarına ödediğimize ek, (ABD'de) bunun diğer maliyetleri ile beraber bize masrafı yılda 5 trilyon doları aşıyor. Milyar değil, trilyon. Farklı bir şekilde ifade edecek olursak, uygarlığımızı yoketmesi için petrol, gaz ve kömür endüstrilerine, farkedilmeyen müthiş bir miktar sübvansiyon ödüyoruz. Bu sübvansiyonlar, başka şeylerin yanısıra, halen, çevreye zarar vermekte, yerel hava kirliliği nedeniyle erken ölümlere sebep olmakta, trafik tıkanıklığını arttırmakta ve araç kullanımın tüm diğer zararlarını yaratmakta.”

    Fosil Yakıtlar ve Yoksulluk hakkındaki aldatıcı iddia. Fosil yakıtların, dünya fakirlerinin enerji gereksinimleri için bir çözüm olduğu hikâyesi, diğer şirketlerin yanısıra, en çok da ExxonMobil tarafından öne sürülüyor. Tabii ki ExxonMobil'in birdenbire küresel fakirlerin kaderi ile ilgilenmesi gülünç, çünkü yöneticileri, bugün ile 2030 yılı arasında fosil yakıt üretimini ciddi miktarda arttırmayı planlarken iklim değişikliğinin yaratacağı tehditleri önemsizmiş gibi gösteriyor. Papa Françesko, küresel adalet önderlerinden Mary Robinson ve BM eski Genel Sekreteri Ban Ki-Moon'un yanısıra sayısız bilimci ile yoksulluğun azaltılması ve küresel adalet taraftarı, iklim değişikliğinin en çok yoksulları etkileyeceğini söylüyor. Evlerinden yerlerinden, yurtlarından ilk çıkmak zorunda kalacak onlar, göçetmek zorunda kalacak ve hem mecazi, hem de gerçek anlamda giderek düşman ve kendilerine kapalı bir dünya ile başbaşa kalacak onlar, küresel ısınmanın etkilerini en çok hissedecek olanlar, yine onlar. Yoksulları önemseyen bir fosil yakıt şirketi, petrol ve gaz aramalarına yönelik bir iş modelinin peşinde koşmaz, bunu geliştirmeye çalışmazdı. Bu iddianın kelbîliği (cynicism) insanı gerçekten şaşırtıyor.

    Öte yandan, yoksulların ucuz enerjiye ihtiyaç duyduğu her ne kadar doğru olsa da, burada gerekli olan, fosil yakıtlardan elde edilen enerji değil. Dünyadaki yaklaşık bir milyar insanın elektriğe erişimleri yok (veya var ama güvenilir değil), ama aynı zamanda enerjinin toplu olarak üretilmesine, yani elektrik santrallarına ihtiyaçları var – fosil yakıtlar yoksulların bir işine yaramıyor. Bu durumdaki topluluklar için tek yol rüzgâr ve güneş enerjisi, ki bu iki enerji kaynağı da hızlıca ve yoksulların kesesini boşaltmadan rahatça kullanılabilir hale gelebilir.

    Yenilenebilir enerjinin maliyetine dair aldatıcı iddialar. Fosil yakıtların ucuz olduğu iddiasına genel olarak yeni ve yenilenebilir enerjinin pahalı olduğu iddiası eşlik ediyor. Bloomberg haber ajansına göre, buna karşılık, dünyanın üçte ikisinde güneş enerjisi elektrik üretiminin en ucuz yolu, nükleer, gaz ve kömürden çok daha ucuz. Yenilenebilir enerjinin daha çok kullanılabilmesi, enerji depolanmasındaki gelişmelere bağlı; özellikle de gelişmekte olan ülkelerde, ama bunlar da zaten hızla gerçekleşiyor. 2010 ile 2017 arasında akü ile depolamanın fiyatı yüzde 79 oranında düştü ve, uzmanların tahminlerine göre, depolama sorunu çok geçmeden çözülecek.

    Başkan Trump ve ABD'nin gerçekten de sera gazı emisyonlarını azalttığına dair aldatıcı iddia. Cumhuriyetçiler sera gazı emisyonlarını gerçekten azalttıklarını ve hatta Başkan Trump önderliğindeki ABD'nin bunları azaltmak üzere gezegendeki tüm liderlerden çok daha fazla önlem aldığını iddia ediyor. Pek çok yalan haber duymaya alışkın olduğunu söyleyen bir çevre muhabiri, bu iddianın “insanın yüzünü kızartacak kadar gerçekten uzak” olduğunu ifade etti. Aslına bakılırsa ABD'nin karbon dioksit (CO2 ) emisyonları 2018 de, bir yıl öncesine göre yüzde 3.1 artmıştı. Metan gazı salımları da aslında artıyor ve Başkan Trump'ın metan çıkışı regülasyon standartlarını düşürme teklifi, bu kötü gidişatın daha da yükselmesine neden olacak.

Bilim yetmez

Aslına bakarsanız, iş petrol şirketlerine geldiğinde bu çok daha uzun bir yalan ve yanlış iddialar listesini gündeme getirir. 2010 yılındaki Kuşku Tacirleri kitabımızda Erik Conway ve ben, fosil yakıtların yarattığı zararı inkâr etmek için büyük enerji şirketlerinin strateji ve taktiklerinin, dikkati çekecek kadar, daha önce tütün şirketlerinin, tütünün zararlarını inkâr etmek üzere oluşturduğu yalanlara benzettik – ve bu bir tesadüf değildi. Her ikisinde de aynı halkla ilişkiler ve reklam şirketlerini iş başında gördük.

Sonunda tütün endüstrisi, Adalet Bakanlığı tarafından mahkemeye verildi, çünkü bireysel şirketler birbiri ve üçüncü-taraf-yandaşlar ile birlikte ve koordinasyon halinde çalışarak tüketicilere yalan-yanlış bilgiler iletiyordu.

Amerikan Kongre'sinde verilen sözlü ifadeler ve yasal soruşturmalar sayesinde, tütün endüstrisinin Amerikan halkını yanıltmak üzere desteklediği pek çok etkinlik ortaya çıktı. Büyük Enerji şirketleri ile de benzer şeyler yaşandı ve fosil yakıtların hayatımızı, uygarlığımızı ve gezegenimizi nasıl zehirlediği belli oldu.

Ama fosil yakıt endüstrisi hakkında hâlâ tam olarak araştırılması gereken kilit bir soru var. İklim değişikliğinin gerçeklerini inkâr bağlamında hangi şirketler, hangi ticari örgütleri ve üçüncü-taraf-müttefiklerin etkinliklerini maddi olarak destekledi? Bazı vakalar söz konusu olduğunda, cevapları zaten biliyoruz. Örneğin 2006’da Birleşik Krallık Kraliyet Derneği, ExxonMobil'in iklim bilimi konusunda yanlış ve yanıltıcı bilgiler için 39 örgüte para akıttığını ortaya koydu. Dernek, sadece 2005 yılında şirketin bu amaçla 2.9 milyon dolar harcadığını gösterdi. Bu elbette sadece bir yıllık bir harcama ve hikâyenin tamamını yansıtmaktan çok uzak.

Üçüncü-taraf-müttefiklerin hemen hepsi ilgili yasanın 501(c)(3) maddesi uyarınca şirketleşmişler, bu da onların kâr amacı gütmeyen ve tarafsız örgütler olduğuı anlamına geliyor. Çoğunluğu eğitimle ilgilendiğini iddia ediyor (aslında buna yanlış-eğitim demek daha doğru olurdu). Ama gerçek şu ki bunlar aynı zamanda endüstriyi –enerji devlerini–desteklediler –ki bunlardan daha büyük kâr-amaçlı şirket yoktur zaten–  ve bu bağlamda da partizan bir politik gündemi desteklemek için ellerinden geleni yaptılar. Her şey bir yana, örneğin, Enerji45, kendi ifadesi ile, “Trump'ın enerji gündemini” desteklemek üzere var.

Ben bir hukuçu değil, eğitimciyim, ve bir eğitimci olarak bu örgütlerin etkinlik ve eylemlerinin, bir eğiticinin amaçladıklarının tam tersi eylemler olduğunu söyleyebilirim. Heartland Enstitüsü mesela, çok tipik bir dezenformasyon kampanyası ile okul öğretmenlerini hedefledi. 2017 yılında 200 bin öğretmene birer kitapçık yollayarak, iklim bilimini, hâlâ yerleşik olmayan bir alan şeklinde tanımladı ve eğer gerçekten iklim değişiyorsa bile “bu muhtemelen zararlı olmayacaktır” kanaatini yaymaya çalıştı.. Bu kitapçığa ilişkin olarak Ulusal Bilim Öğretimi Derneği şöyle dedi: “Bilim değil, ama bilimmişçesine sunuluyor. Bu açıkça hocaların kafasını karıştırmak için yapılmış.” Ulusal Bilim Öğretimi Derneği, kitabı “propaganda” olarak niteleyerek, kendilerine yollanan kopyayı çöpe atmalarını salık verdi.

Her ne kadar Heartland'in etkinliklerini hakkında epey çok şey biliyorsak da, kanunlardaki yasal boşluklar nedeniyle bunlar için kimin para verdiğini ve bunu sürdürdüğünü bilmiyoruz. Bu bağlamdaki fonların çoğu, halen “kara para” kategorisine giriyor. Vatandaşların, aynen bir zamanlar Adalet Bakanlığı ile Kongre'nin tütün sanayiini ve şebekesini araştırdığı gibi, bu ağ bağlamında da Kongre'nin soruşturma yapmasını talep etmesinin zamanı gelmedi mi?

ExxonMobil beni bir “eylemci” olmaktan suçlamaya bayılıyor. Ama aslında ben bir bilim insanı ve bir öğretmenim. Çoğu zaman da, evde bir sonraki kitabım üzerinde çalışmayı tercih ederim, ne var ki bu giderek imkânsız hale geliyor çünkü büyük enerji şirketlerinin iklim değişikliği dolapları devam ediyor ve uygarlığımız resmen tehdit altında. Vatandaşlar eylemsiz olduğunda demokrasi sınıfta kalır – ve şimdi eğer, California'daki yangınların ortaya koyduğu gibi demokrasi başarısız olursa, başka birçok şey de onunla birlikte batar. Bilim yetmez. Geri kalanlarımıza ihtiyaç var. Ve bize şimdi, şu anda ihtiyaç var.

***

Naomi Oreskes Harvard Üniversitesi'nde bilim tarihi profesörü ve aynı zamanda da Yeryüzü ve Gezegen bilimleri fakültesinde de misafir profesör. Erik Conway ile birlikte Kuşku Tacirleri kitabının yazarı. Yeni çıkan son kitabının ismi de Bilime Niye Güvenmeliyiz?

ÇEVİREN: Semra Somersan