Merkez Bankası'na devredilen yetkiler, iç ve dış kaynakların son durumu

Ekonomi Politik
-
Aa
+
a
a
a

Açık Gazete'nin Ekonomi Politik köşesinde Ali Bilge'yle Merkez Bankası'na devredilen yetkiler ile bankanın iç ve dış kaynaklarının son durumu.

Fotoğraf: hurriyet.com.tr

Ömer Madra: Günaydın Ali bey.

 

Ali Bilge: Günaydın Ömer  bey, günaydın Can, herkese merhaba, iyi yayınlar.

 

Can Tonbil: Günaydın efendim.

 

AB: Merhabalar.

 

ÖM: Gene her zaman olduğu gibi gayet yoğun bir hafta sonundan sonra başladık, neler konuşacağız? Sizi de tebrik edelim, Aramco halka açılmış! Halkın Aramco’su olmuş, dünyanın en büyük kirletici şirketi, petrol şirketi şimdi dünyanın en büyük özelleştirilmesi olmuş.

 

AB: Beni mi mi tebrik ediyorsunuz?

 

ÖM: Hepimizi aslında.

 

CT: Bütün halkların, bütün halkın Aramco’su olmuş artık!

 

AB: Sermayeyi tabana yayıyoruz yani?

 

ÖM: Evet evet aynen öyle! Suudi dünyadaki büyük farkla en büyük karbon ayak izi olan şirket, aynı zamanda en çok kısılması ve yok edilmesi gerektiği düşünülürken petrol gibi şeylerin, nihai yani çok güzel bir başlık atmış Jonathan Woats onu bir kez daha söyleyeyim “Suudi Arabistan’ın halka arzı: Karbonla kapitalizm arasındaki nihai izdivaç!”

 

AB: Çok güzel mürüvvetini görsünler, iyi de bu arz edilen halk, ne kadarlık bir halk, arzın yapıldığı halk kimler?

 

ÖM: Bu arzın merkezine seyahat gibi bir arz olmuş!

 

AB: Arz ederim ama nereye arz ediyorlar? Parası olanlara arz ediyor.

 

ÖM: Evet aynen öyle.

 

AB: Parası olanlarla gezegeni kirletenler aynı, çok küçük bir azınlık zaten ve halk değil yani!

 

ÖM: Yüzde yarım, yani yüzde 1 değil de 0,9’u dünyanın servetinin yüzde 53’üne filan sahip zaten.

 

AB: Dünyada ve Türkiye’de, özelleştirme başladığında “Sermaye tabana yayılacak, işçiler ortak olacak” diye bir öyküyle başlandı. Afilli ismi de ‘sermayenin mobilizasyonuydu’! Sözde halka arzda, halk yok ortada, arz edilen bir yerler var, ona da halk diyorlar. Halk Partisi gibi bir şey bu da yani! Halk partisine de değineceğiz bugün ama geçen haftadan devam edelim biraz. Geçen hafta Merkez Bankası’nda  yıl içinde olan biten  hikayeleri anlatmıştık. MB’nın içinin nasıl boşaltıldığını, MB’nin kaynaklarına nasıl el konulduğunu, -  ki daha önceki programlarımızda Erdoğan’ın iki şeye ihtiyacı var, ‘mış’ gibi savaşa ya da savaşa , aynı zamanda MB kaynaklarına ihtiyacı var demiştik. Geçen hafta da MB’nın serencamını yıl içinde yaşananları anlatmıştık. Banka MB olmaktan çıkmış durumda, sarayın kasası pozisyonunu icra etmekle meşgul. Geçen hafta bu seriye bir şey daha eklendi, 2000’li yıllara gelirken, 1999 büyük  depremin de etkileriyle birlikte sağlam bir kriz içindeydik, hükümet yakın izleme anlaşması yaptı Uluslararası Para Fonu’yla (IMF), bu program sürerken 2001 krizini yaşadık. O dönemde ve sonrasında IMF’nin ve Dünya Bankası’nın talepleri doğrultusunda ülkemizde bağımsız sektörel, idari kurumlar oluşturuldu, bunlardan biri de, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) idi. MB’nın ve Hazine’nin yetki ve görev alanı içinde bulunan bankacılık sektörünü düzenlenme ve denetleme yetkisi yeni kurulan BDDK’ya devredilmişti.

20 yılı aşkın bir süredir bu görevler BDDK’da üzerinde bulunuyordu, BDDK üzerinde bulunan bazı görevler, geçen hafta Meclis Plan ve Bütçe Komisyonu’na sunulan yeni bir kanun teklifiyle MB’ya geri veriliyor. Tasarı komisyondan bu hafta genel kurula iniyor. BDDK’nın yetki ve görev alanı içerisinde bulunan ve devredilen hususlar şunlar: Bu kuruluşlara günlük hayatta da çok rastlıyorsunuz, banka dışında ödeme yapan, ödeme kuruluşları ve elektronik para transferi yapan kuruluşlar var, bunlara ödeme hizmeti sağlayan para kuruluşları deniyor. Bunlar 2013 yılında Türkiye mevzuatına ve hayatına girdi, dünyada da var. Bunun tümüne ödeme hizmeti sağlayıcı kuruluşlar deniyor bankalarla birlikte, tanımı böyle. Şimdi bankalar hariç ödeme kuruluşları ve elektronik para kuruluşlarına ilişkin düzenleme yapma, denetleme yapma ve bunlara ilişkin gözetim faaliyetleri tekrar MB’na geçiyor. Bu faaliyetlere ilişkin yetki ve denetimin BDDK’dan alınıp MB’na geçmesini sağlayan bir tasarı olduğunu görüyoruz.

Ancak burada ilginç bir şey var; ödeme kuruluşları, elektronik para transferi yapan kuruluşlar ve elektronik para yaratan kuruluşlar MB’na geçiyor, peki iyi tamam da, aynı zamanda tasarı mevcut bu kuruluşlara, kurulmuş ve kurulacak sistem işleticilerine MB’nın hissedar olabilmesi yetkisini veriyor. Buraya gelince duruyorsun! Çok ciddi bir ekonomik kriz içindeyiz, geçen hafta anlattık nasıl bir kaynak sıkıntısı içinde olduğumuzu, MB’nın tencerenin dibinin nasıl kazındığını, MB’nın tenceresindeki varlıkların Hazine’ye aktarımına ilişkin örnekleri, ihtiyat akçesini, karını, vs. değerleme hesabına göz dikilmesini anlattık. Bir de, biliyorsunuz banka sektörünün içinde büyük bir tümör var, batık krediler tümörü, saray bu tümörü de halledemiyor çünkü taze kaynak lazım. Ancak bütün bu batık kredilerin sözcüleri, özel sektör kuruluşları “kurtar bizi abi!” diyerek dizilmiş durumdalar. Bu sermayedarlar,  kendi ceplerine el atarak sermayelerini artırmak suretiyle batık durumdan kurtulmak yerine, Hazine, devlet kaynaklarıyla, yani vergi verenlerden aktarımlarla batık tümörünün çözülmesini öneriyor. Hatta Ankara Sanayi Odası başkanı aynen şunu söyledi “bütün batık durumda olan, zor durumda olan şirketleri MB devralsın!”

 

ÖM: E güzel iyi fikir! Halkın Merkez Bankası!

 

CT: Batacağını hissedenleri de alsın, batabiliriz diye düşünen şirketleri de!

 

AB: Evet, “Şirketim batabilir böyle bir hisse kapıldım, beni de al!” diyenlerde kapıda.. Geçen hafta anlattık enerji şirketlerini, geçtiğimiz yıllarda devlet, santralleri, üretimi ve dağıtımı özelleştirdi, bunları sattılar, şimdi satın alanlar arada kazandıklarını kazandılar, ne hikmetse şirketleri şimdi batık durumda! Kim bu hale getirdi, kim bankalardan borç aldı, siz aldınız şimdi dönüp, “Bizi tekrar devlet geri alsın” diyorlar, aynı şekilde müteahhitlerde ellerindeki yarım kalan inşaatların ve konutları devlet alsın istiyor. Sonuçta bütün bunlar nereye geliyor? MB’sı kaynaklarına geliyor. İç ve dış kaynaklarınız artık tükendi. Öyle şaibeli bir ekonomide yaşıyoruz ki, tüm düzenlemelerden kuşku duyuyorsunuz, biliyorsunuz MB’ye yurtdışındaki şirketlere de ortak olabilme hakkı verildi 1 sene önce.

 

ÖM: Bu Aramco’ya da olur değil mi?!

 

AB: Gayet tabii! Paranız varsa ..

 

ÖM: Halkın Aramco’suna halkın MB de ortak olur tabii.

 

AB: Ve Aramco kumbaraları da çocuklara dağıtılır. Bu yetkilerle rahatlıkla MB’sı Aramco hisseleri alıp satabilir, kendi bünyesindeki  piyasalarında bunları yapabilir. Sonuçta MB’sı sarayın elinin altında, otoriter bir rejimseniz MB’ler sizin elinizin altında kullanabileceğiniz bir araç haline geliyor. İşte ekonomik drijizm dedikleri de budur, MB’sı elinizin altında oluyor, istediğinizi yapıyorsunuz, istediğiniz zaman kurumları birbiriyle birleştirebiliyorsunuz, bağlantılarını fesh edip yeniden başka bir kurum üzerinde toplayabiliyorsunuz, kafanıza göre yeni kurumlar inşa edebiliyorsunuz. Ödeme kuruluşları 2013’te girdi hayatımıza, baktım 47 tane kuruluş var, bunların içerisinde ismi cismi bilinen şirketler de var ama çoğunluğunu ben bile tanımıyorum. Kimler bunlar, eğer bunların da zor durumda olanları varsa, bunları MB’sı istediği gibi yoğrulabilir başka kuruluşlarla birleştirilebilir, kurtarılıp ortak olunabilir.   

Biliyorsunuz bağımsız idari kuruluş kavramına son yıllarda son verildi, Rekabet Kurulu da dahil olmak üzere Türkiye’de sektörel düzenleyici kurumların bağımsızlığı, AKP döneminde, özellikle son 10 yıl içerisinde ortadan kalkmış durumda. Otoriter saray rejimine göre MB’sı ve tüm iktisadi kuruluşlar ve devlet işleyişi karmaşa içinde dizayn edildi ediliyor. Aslında bu kurumlar deforme edildi demek daha doğru, dizayn etmek çok iddialı bir şey. Yakın bir dönemde MB’ye bağlı şirketler, holdingler ve iştirakleri pekâlâ olabilir, yurt dışında da olabilir, yurt içinde de olabilir. Komisyonda görüşmeler sürerken bazı itirazlar geldi, eski MB başkanı Durmuş Yılmaz da itiraz etti, hissedar olurken kayırmalar söz konusu olabilir dendi, zor duruma düşen ya da düşebilecek olanlar için, çünkü önümüzde batan şirketlere ilişkin örnekler duruyor. Geçen hafta, Varlık Fonu’na alınan Ağaoğlu’nun 1.6 milyar TL’lik finans merkezi batığını anlattık. Önümüzdeki dönümde iktisatçılar,  gazeteciler, Varlık Fonu, Hazine ve MB’sı arasındaki ilişkilerine gözlerini bayağı dikmek zorundalar. Eskiden bir TMSF vardı, zor durumdaki finansal kuruluşları destek için kurulmuştu, ancak TMSF’nin sınırları belli, anlaşılan bundan sonra MB’sı zararları üstlenecek, batan şirketleri belirli şekilde para basarak kurtaracak, çünkü borçlanmanın sınırlarına gelinmiş durumda. Bir önerim var, ben diyorum ki, Topkapı sarayı da hazır kültür bakanlığından alındı biliyor musunuz? Saraya bağlandı, başkana bağlandı Topkapı sarayı.

 

ÖM: Öyle mi, bilmiyorduk, bizi atlattınız vallahi!

 

AB: Siz de çok haber atlıyorsunuz sayın müdürüm yani!

 

ÖM: Evet.


AB: Son dönemlerde çok haber atlıyorsunuz bakın ‘bir gece ansızın gelebilirim’ Tophane’ye!

 

CT: Amanın!

 

AB: Bu Topkapı sarayının içinde Darphane-i Amire binası var, burası uzun yıllar boyunca metal paraların, altınların basıldığı yerdir.

 

ÖM: Evet Darphane-i Amire son derece önemli harika binalarıyla da hatırlıyorum. Ben de 2004 yılında Irak için dünya mahkemesinin seanslarını da orada takip etmiştik Hintli yazar Arundhati Roy jüri başkanıydı. Biz de oradan canlı yayın yapma fırsatı bulmuştuk 3 gün boyunca.

 

AB: Orada çeşitli toplantılar, sergiler olurdu, gerçekten hoş bir yer. Şimdi bu Topkapı tümden restorasyona da gidiyor, onu da söyleyeyim. Orada bir takım restorasyon  katliamlarının da  söz konusu olduğu ileri sürülüyor hatta Cumhurbaşkanı’na tahsis edilecek bir köşkün yapılması, düzenlenmesi de söz konusu.

 

ÖM: Bu da atlatma haber! Biz çıkıyoruz yayından!

 

AB: Bence de, artık geliyorum bir gece ansızın!

 

CT: Sabah gelin ama.

 

AB: Bu işler gece oluyor.

 

CT: Gece nöbetçi arkadaşlarımız var ama gece kimseyi bulamazsınız ki burada.

 

AB: Ama öyle oluyor baktığınızda radyo evleri..

 

ÖM: Zaten yöntem öyle!

 

AB: Metal para işleri Darphane-i Amire’den  sonra Balmumcu’ya geçti, o da sizin yakınınızda Beşiktaş Balmumcu’da, Türkiye Cumhuriyetinin Darphanesi var, şair Cemal Süreya da orada genel müdürlük yapmıştır, onu da anmadan geçmeyelim. Ben diyorum ki, Darphane de tekrar Topkapı sarayının içinde olsun, bizde Darphane yönetimi Hazine’ye bağlıdır, banknot matbaası da MB’na bağlıdır, kağıt para basımı MB’nındır, altın basımı ve metal bozuk para basımı yapan Darphane’de Hazine içerisinde bir genel müdürlüktür. Bunları birleştirelim sarayda toplayalım! Biliyorsunuz Ankara’da Beşevler’de MB’sının banknot matbaası vardır, Beştepe sarayını da kuş uçumu 2 km var yoktur, ben, banknot matbaasının yanındaki okulda iktisat eğitimi gördüm, kendi aramızda konuşurduk, matbaanın bacasında duman görünce “para basılıyor, emisyon artıyor!” derdik. Bu matbaayı da, banknot matbaasını Aksaray’a bağlayabilirsiniz ve her şey elinizin altında olur. Ne dersiniz böyle bir öneride bulunabilirim, değil mi?

 

ÖM: Evet öneri uygun ve bir de şimdilik isim vermeyeyim ama sadece Atatürk’ün resmi de olmamalı bence banknotların üzerinde.

 

AB: Tabii olabilir. Neden olmasın, haleti ruhiye olarak zamanıdır..

 

ÖM: Bunu daha düşünelim.

 

AB: Banknot matbaasıyla darphaneyi bu şekilde elinizin altına alabilirsiniz. Burada da paranın ayarını yani tağşişini de yapabilirsiniz. Mesela altının içine başka metal atıyorsunuz, bulanıyor ayarı düşüyor, denemeler filan. Böyle kendi elinizin altında olursa iyi olur, kolay olur, bir yandan Boğaziçi’nin başkanlığı, para basma yetkisi, MB emisyonu vb. her şey saraya bağlanmış durumda.

Şimdi aklıma geldi, 1920 meclisi kurulduğunda malum en büyük yardımı biz Sovyetler Birliği’nden alıyoruz, hem para, altın, silah desteği. Bunun için Lenin’in, Troçki’nin, Stalin’in,  - Çiçerin’de olabilir-  bulunduğu ekibe gidiyor bizimkiler, sanıyorum Alptekin Müderrisoğlu ya da Bilal Şimşir’de, ya da başka bir yerde okudum bunu, biz sürekli talepkârız, altın- silah- yardım istiyoruz. Sovyet yöneticileri de bunalmış vaziyetteler, “yahu biz de yeni devrim yaptık, hem iç savaş var, ayrıca orayı, burayı Sovyetleştiriyoruz, bizim durumunuzda hiç kolay değil” -melalen aktarıyorum-  diye dertleniyorlar.

 

ÖM: Paramız yok diyorlar.

 

AB: Evet, “siz iyisi mi para pasın” diyorlar. Bizimkiler diyor ki “matbaamız yok” onlar da “kurarız size bir matbaa” diyorlar. Mecliste bu enine boyuna konuşuluyor, sonunda niye karşı çıkılıyor biliyor musunuz? Enflasyon olur diye! Birinci Meclis’in mali kaynakları kitabında sanırım Alptekin bey olması lazım. Şimdi biz oralardan buralara geldik, şimdi ilan edilen ekonomik veriler, rakamlar üzerine kuşkuyla yaklaşıyoruz. Enflasyon gizleniyor, döviz suni bir şekilde baskı altına alınıyor fakat nereye kadar! Hem şirketler, hem vatandaş, hem de yabancılar tarafından döviz talep edilip satılmasına karşın, döviz fiyatları düşük seyrediyor. Üstelik son bir yılda 31 milyar dolarlık döviz mevduat artışı olmuş! Döviz fiyatları neden düşük seyrediyor ve rezervleri bu durumu geçen hafta Con Ahmet’in devri daim makinası örneği ile açıklamıştık, önceki gün benden çok daha iyi Kerim Rota olanları açıkladı. İktisatla ilgili olan dinleyicilere yazıyı  tavsiye ederim, Para Analiz’de yayınladı, Haluk  Bürümcekçi’nin çok açıklayıcı iki tablosuyla birlikte, tabloları destek alarak yaşlaşanları anlattı. Hikayemizde 5-6 tane havuz var, bu bir havuz problemi, sular bir havuzdan diğer havuza geçiyor, siz de zannediyorsunuz ki rezervlerde değişen bir durum yok, halbuki havuzdan havuza geçerken su da azalıyor. Elbette bu işin bir sonu var, ilizyonun bir sonu var..

 

ÖM: Pardon bir ufacık parantez açabilir miyim izninizle?

 

AB: Tabii buyurun.

 

ÖM: Demin tarihi bir olaydan bahsettiniz, Sovyetler Birliği’yle bu para, altın, silah meselesi.

 

AB: Yanlış mı söylemişim?

 

ÖM: Yoo çok doğru! Ben ufak bir ilave yapacağım, Agos gazetesinin son sayısında ilginç bir şey çıktı, Türkolog Anuş Hannisyan’ın Hrant Dink Vakfı tarafından düzenlenen ve Şişli Kaymakamlığı tarafından yasaklanan Kayseri ve çevresi toplumsal, kültürel ve ekonomik tarihi konferansının konuşmacılarından biriydi. Konferans yasaklanınca yapmak istediği ama yapamadığı sunumu konuştuk diyor. Çok ilginç bir şey anlatıyor, tam aklıma gelmişken sizin söylediğinize bir gönderme: İsmet İnönü’nün davet edildiği Sovyetler Birliği savunma bakanı Voroşilov’un evinde İsmet İnönü, Rüştü Aras, Stalin, dışişleri bakanı Litvin ve başka üst düzey yöneticilerin katıldığı gizli bir toplantı oluyor. Fabrika yatırımı orada, Malatya’ya galiba o toplantıda karara bağlanıyor, paramız yok ama olsun diyorlar. Bir dizi kişisel ricalar da konuşuluyor, buluşmadan hemen sonra Troçki’nin kaldığı Büyükada’daki konakta yangın çıkıyor ve bütün belgeler yanarak yok oluyor. O belgelerde de Troçki ile Stalin’in birlikte yani Troçki’nin katıldığı ve Stalin’in hakkında önemli şeyler söylediği laflar varmış tutanakları getirmiş çünkü Troçki gönderilirken Rusya’dan. Onlar da yok olmuş, böyle de ufak bir anekdot var.

 

AB: Troçki’nin Büyükada’da 2,5 -3 yıl  kalıyor bildiğim kadarıyla, o konuda yayınlanmış tek kitap var, ilgilenenlere tavsiye ederim önceki yıllarda İş Bankası Yayınları’ndan çıktı, Troçki’nin Türkiye’deki dönemini hükümetle ilişkilerini ve yaşanan olayları biraz bu kitaptan öğreniyoruz. Troçki’nin Türkiye’ye kabul edilmesi de enteresan, bir tek İstanbul valiliği onunla temas ediyor..

 

ÖM: İşte Sovyetler Birliği kredisiyle gerçekleştirilen –demin yanlış söyledim- Kayseri dokuma fabrikası işte onun Kayseri toplantısı zaten.

 

AB: Ayrıca Kayseri tarihte önemli bir kambiyo merkezi, para değişim yerlerinden biridir, ayar yeridir. Çok eski tarihlere dayanan para mübadele ve paranızın ayarını yaptırdığınız bir yer. Biz devam edelim, MB’sı ile saray ilişkisi bu hale gelmiş durumda, bunun en önemli nedeni sarayın MB kaynaklarına muhtaç olmasıdır, gerçekten bu kaynaklar saray için çok elzem bir vaziyette, iktidarın kendi selametini sürdürmesi açısından! Çünkü ortada da bir savaş var, savaş barışa dönmediği müddetçe, iç ve dış kaynakları çok tüketiyorsunuz. Türkiye borçla yapıyor tüm bunları, borçla yapılan bir harekat içerisindesiniz ya da MB kaynaklarıyla temin ediyorsunuz. Dış kaynak temini zora düştü Türkiye’nin, o yüzden de bunalım yaşanıyor, iç borçlanmada da nereye kadar, sınırları onunda belli, TL’nin ve faizlerin durumu belli. Kamu bankalarıyla ve MB kaynaklarıyla, Con Ahmet’in makinasıyla, Ali’ninkini Veli’ye, Veli’ninkini Ali’ye aktararak durumu idare ne kadar götüreceksiniz? Sülün’ün Osman’ın hikayesine benzeyecek zaman içinde. Tüm olanları tüm dünyada  görüyor, kriz öncesindeki Yunanistan’ı hatırlayalım, ne yapmıştı ki uluslararası kuruluşlar da göz yumarak? Gerçek borç rakamlarını gizlemişti.

Şimdi savaş deyince 2020 bütçesi geliyor, 2020 bütçesi de gerçekçi bir bütçe değil ama fasıllara baktığımızda en büyük artışın savunma ve güvenlik harcamalarında olduğunu görüyoruz.


ÖM: O da muazzam bir şey tabii.

 

AB: 2019’da 102,8 milyar iken, 2020 ‘de 141.1 milyar TL’ye yükselmiş, toplam bütçenin yüzde 13’üne tekabül ediyor.

 

ÖM: Türkiye’nin ilk 10’unda da silah ve savunma bütçeleri, şirketleri var. Barış Soydan T24’te yazmış, dünyanın en çok arge harcaması yapan şirketlerinin tersine teknoloji şirketleri değil Türkiye’de Aselsan, Tusaş, Ford, Roketsan, Turkcell, Vestel, Otokar, Arçelik, Havelsan ve Tofaş var silah ve savunma yani.

 

AB: Milli savunma bakanlığı bütçesi 8 milyar TL artışla en yükselen bakanlıklardan biri. Önemli bir husus da şu: bütçe 3 yıllık yapılıyor, dolayısıyla  savunma harcamalarında 2020’de artış, 2021’de artış, 2022’de de artış olacağı da görülüyor. Gelecek 3 yılda da savunma harcamalarında artış olacağı bu bütçe tasarısından anlaşılıyor. Bu, Suriye meselesi gelecek 3 yılda da devam edecektir demektir. Saray bunu ön görüyor demektir. Çünkü hükümet, gelecek 3 yıl içinde artarak harcama yapacağını deklare etmiş durumda, harekatlar, savaşlar ve yerleştiğin bölgelere yapacağın harcamaların 3 yıllık bir projeksiyonda olması, harcamaların artarak devam etmesi, bunu açıkça gösteriyor. Gelecek 3 yılda da “ben buradayım”, diyor saray, geçen haftalarda Afrin’de, Fırat Kalkanı’nda yapılan harcamalardan bahsettik. Harekat savaş, savunma harcamaları ne zaman azalmış biliyor musunuz? Çözüm sürecinde.

 

ÖM: Evet bu son derece önemli bir konu ve konuşmaya devam edeceğiz. Ali bey 50. yayın dönemimize girdik.

 

AB: Bugün mü?

 

ÖM: Evet bugün, onu söylemeyi unuttuk. Birazdan onun tanıtımını da yapacağız, onun için bunu

 

AB: Tamam anladım, mesaj alınmıştır!

 

ÖM: Zaten bir gece ansızın bekliyoruz!

 

CT: Ya sabah yapalım şunu gerçekten!

 

AB: Uyandıktan sonra mı olsun?

 

CT: Evet ya, yayına gelin.

 

AB: Kahvaltı da yapalım.

 

CT: Olur tabii.

 

ÖM: Bunu konuşmaya tabii ki devam edeceğiz.

 

AB: Devam edelim ama siz Darphane’ye ve Topkapı sarayına yakınsınız, oraları lütfen yakın gözetime alın.

 

CT: Peki efendim.

 

ÖM: Çok teşekkür ederiz.

 

AB: İyi yayınlar hepinize, hayırlı olsun 50. yayın dönemi.