Çok şey var içi Cüneyt dolu anlatacak, çok güzel şey...

Editörden
-
Aa
+
a
a
a

İlk yayınlarından bugüne Açık Radyo'nun hep bir parçası olagelmiş çok kıymetli Cüneyt Cebenoyan'ın anısına 'Libero'nun programcılarından Tan Morgül'ün yazısı...

Fotoğraf: Tan Morgül

Cüneyt’le ve daha nice “bizimkiler”le tanışmamın sebebi Açık Radyo’dur. Böyle bir büyük ailenin parçası olmak hisseli harikalar kumpanyası gibiydi, ama şimdi tabii içinde hüznüyle geldi. Olsun, gelsin, bu da hayata dair. Neyse ki her geniş ailede olacağı gibi çok kalabalık sarıyoruz Cüneyt’i ve Ayşegül’ü ve Elif’i ve elbet eninde sonunda birbirimizi. Zira Cüneyt “biz”di. Azı değil fazlasıydı; bu tabi benim bizden ne anladığımla ilgili, tamamen kişisel yani. Haliyle bunların çoğu kısmını kendime saklayacağım. Artık Cüneyt yok, başlığı Cüneyt olan daha çok muhabbet yapacağız bizimkilerle ama “içliği” Cüneyt olan hisleri kendime saklayacağım, herkes öyle yapacak biliyorum, zira sıcak tutuyor.  

Bir kere, ben Cüneyt’in yaşını hiç bilemedim. Artık bilmem kaçıncı şaşırışımda, sabrını taşırmış “Ya oğlum bi öğrenemedin yaşımı” diye “Cüneytize” şekilde azarlamıştı. Ama tabi ben bilememeye devam ettim, hem de uzakta olsam bile kaçırmadığım yaş günlerinde de devam ettim. Hayır, 5 ile 9 yaş arasında gençleştiriyordum aslında ama yine de Cüneyt’in kemik yaşının hakkını veremedim. Aslında bu konularda hiç de fena değilimdir ama konu Cüneyt’in yaşı olunca bayağı mağduriyet verdim. Galiba, kendisi bitmeyen bir delikanlılık portresi olduğu için, belki de o Roma lejyonu gibi asla disiplini bozmayan sıkı saçları yüzünden, veya benim hafızam, bilmiyorum artık... Ezcümle ben Cüneyt’i her daim daha genç bildim. Ve sonunda, galiba ilk defa ben haklı çıkıyorum, Cüneyt hepimizden daha genç kalıyor.   

Sonra misal Cüneyt’le çok güldüm. Zira bizimkiler bilir, Cüneyt’le bayağı dolu dolu gülersiniz. Karaburun’da bizimkilerle beraber 'Torlak' diye bir fanzin çıkarmıştık da herkes bir şeyler karalamıştı; Cüneyt koca burunlu bir adamla ilgili çok komik bir hikaye yazmıştı, epey mavrası dönmüştü, ama unuttum tabii. Bazen düşünüyorum da keşke hafızamı Cüneyt konusunda daha dikkatli kullansaymışım, hani refleksiv olarak en yakınınızdakilere genelde “çivi çakacak” muamelesi yaparsınız ya, hah ne bileyim işte Cüneyt de onlardan biriydi. Yani sürekli cepten oluk oluk zaman harcadığınız insanlardan biri. Misal, bir gün Beşiktaş ışıklarda yolun ortasında karşılaştık. Elinde içi karides dolu bir torba, bana gösterdi, almış ama içi de acımış, yol boyunca dertlene dertlene geliyor, zira karidesler havyarlı. “Bunları nasıl yiyecem ben şimdi, hiç fark etmemişim alırken” dedi de, ben de ne diyeceğimi bilemedim. Beraber dertlendik, ama sonra ayrıldık bende dert kalmadı, lakin eminim o derdi istifleyip gitti, Cüneyt dertleri genelde kendine istiflerdi, mavrayı bize saklardı. Yine bir gün Açık Radyocular halı saha maçı yapıyoruz, hava buz, hatta yer yer kar-buz karışımı öbekler. Cüneyt kalede, bir pozisyonda sakatlandı, kalkamadı, biz de taşıyarak saha kenarına kar öbeğinin üstüne bırakıp maça devam ettik. Malum, güzel bir maçı yarıda bırakmak zordu. Maç bitti, yanına gittik, titriyor, neredeyse hipotermi geçirecek, sonradan anladık ki ayağında kırık. “Ulan vicdansızlar, maça devam edeceksiniz diye, ölüme terk ettiniz beni” diyor. Kızmış haliyle. Ama sonrasını mavraya çevirdi yine.  

Çok şey var içi Cüneyt dolu anlatacak, çok güzel şey... Ama tabii çoğunu da unuttum, bir şekilde hafızamda belireceğini umuyorum zamanla. Elimde onlardan gayrı birşey kalmadı, bir de “biz”. Bize güveniyorum, herkesin “Cüneyt bahçesi”ne dalacam bir umut, kimse kusura bakmayacak, biliyorum, zira göz hakkı.

Şimdi bizimkiler ona sarılıyor, onun sayesinde birbirlerine sarılıyor. Ben uzaktayım, Londra’da. Bana kalan Cüneyt içliğim, ben de onu giyiniyorum, ısınıyorum. 

Bize iyi bakın çocuklar, Cüneyt’e, ha bir de çok sıkı sarılın!