Açık Gazete'nin Ekonomi Politik köşesinde Ali Bilge'yle konumuz İstanbul seçiminin yankıları.
(24 Haziran 2019 tarihinde Açık Radyo’da Ekonomi Politik programında yayınlanmıştır.)
Ömer Madra: Günaydın Ali bey.
Ali Bilge: Günaydın Ömer bey, günaydın Can, günaydın Selahattin, bayağı kuvvetli bir günaydın ama!
ÖM: Evet bütün ekip olarak buradayız.
Can Tonbil: Günaydın efendim.
ÖM: 9 hatta 10 dakikanızı çaldık ama onu telafi edeceğiz.
AB: Ederiz, çok önemli bir gündeyiz, hemen seçimi değerlendirmeye başlayalım. İlk soruyu soralım, dünkü seçimin 31 Mart’tan farkı neydi? 23 Haziran’da da 31 Mart’ta da aynı YSK vardı, aynı yargı vardı, aynı otokrat vardı, aynı kuralsızlığın kural olduğu ortam vardı ama fark neydi? Artık, vicdanlar ve toplumsal kesimlerin çıkarları değişime uğramaya başladı. Bunun altını çizelim. Farkın yüksekliği çok önemli, zaten fark yüksek olmalıydı ki –hep onu da söylüyorduk- yeni oyunlar tezgâha gelmesin. Farkın az olması, manipülasyon aralığı içinde kalması durumunda Erdoğan ve Bahçeli’de oyun bitmiyor. Bir analoji kurarsak, bu seçim 1950 seçimlerinin anımsattı bana, benzer bir duruma işaret ediyor sanki, Demokrat Parti'nin “artık yeter söz milletin!” sloganı vardı 50 seçimlerinde, dün seçimde insanlar “Artık yeter söz demokrasinin!” dedi.
Bu kısa süre içerisinde bu kadar yüksek farkı oluşmasını ayrıntılı inceleneceğiz, analiz edeceğiz ama şunu öncelikle belirtelim; Erdoğan 2002-2012 dönemine kadar kazandığı, Gezi dönemine kadar kazandığı toplumsal kesimleri kaybetmeğe başladı. Etkisi altına aldığı, illüzyona tabi tuttuğu toplumsal kesimleri kaybetme süreci başlamıştır. Ekonomik kriz de bunda elbette etkilidir, kaybettikleri içinde büyük sermaye sahipleri vardır, çiftçiler, dindarlar, Türkler, Kürtler, tüm çalışanlar bulunuyor, yaşanılan iktisadi bunalım ve baskı rejiminin sonucunda gençler, kadınlar, büyükşehirlerde yaşayanlar, iktidarın kendilerine kaybettirmeye başladıklarını görüyorlar ve bu durum çözülmeye doğru gidiyor. Geniş toplumsal kesimlerde gelecek endişesi artıyor, ayrıca yeni rejimin, 2 yıldır uygulanmakta olan cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi denilen başkanlık rejiminin ülkeyi taşıyamadığını da görüyor. Rejimin, tek adam baskı rejimine dönüştüğünü ve ülkenin de hiç iyi bir durumda olmadığını görmeye başlıyor.
Aslında AKP’nin yenildiği, muhalefetin başarılı olduğu bugüne benzer böyle bir durum 2015 seçimlerinde de yaşamıştık ama o dönemde muhalefet ancak iktidarın hin yaklaşımını iyi analiz edemedi, yaptığı yanlışlıklarla durum değişti, istikşafı görüşmeleri hatırlayın, dokunulmazlıkların kaldırılmasını hatırlayın vbg. Sonuçta muhalefet, iktidarın gerilim yaratan politikalarını çözümleyemedi, 6 ay içinde kazandığı çoğunluğu koruyamadı ve yeniden yapılan Kasım 2015 genel seçimleri ile çoğunluğu kaybetti. Ayrıca o dönemde muhalefetin bir ittifak projesi benimsemediğini de belirtmemiz gerekiyor. Yaşadığımız seçimlerin farkı budur, bu seçimlerde muhalefet ittifak projesi geliştirdi.. 2015‘de, muhalefet hatalarıyla ve iktidarın o dönemde yarattığı korku ortamının etkisiyle, Suriye’deki yaşanan iç savaşın katkısıyla, Erdoğan kaybettiği toplumsal kesimleri, (2015 Haziran’ın da çoğunluğu kaybetmişti hatırlayın %38’lere düşmüştü), kayıplarını yeniden bir şekilde topladı, aşırı dış borçlanma imkanları sayesinde de ekonomik aktivitesini de sürdürebildi. Bazı seçim oyunlarıyla da rejimi bile değiştirmeyi başardı. Dolayısıyla bu günkü muhalefet ittifakının 7 Haziran 2015 seçimleri sonrasını çok ciddi olarak hatırlaması aklından çıkarmaması oradaki hataları yapmaması gerekiyor..
Sizinle 17 yıl boyunca program yapıyoruz , geçen 17 yıl aynı zamanda AKP’nin iktidar süresidir, bu programlarda siyasi ve iktisadi sayısız değerlendirmeler yaptık. Özellikle Gezi’den sonra naçizane kulunuz; “İttifaklar politikası, demokrasi cephesi, ittifak mühendisliği" diye inledim adeta. Adım ‘ittifak militanı’ oldu. Otokratik yönetime aşamalarla geldik, karşı olanların birlikte hareket etmekten başka çareleri yoktu. Dün kazanılan seçim bir ittifak başarısıdır. Şimdi yıkımın eşiğinde bulunan bir ülkedeyiz, doğru teşhis ve doğru tedavi olunca mesafe alınabiliyor. Dünkü başarı böyle bir başarıdır, halkına despot olan bir rejiminin yenilgisidir, yönettiği ülkenin en az yarısına saygısızca bakan bir iktidarın yenilgisidir. Halkının yarıdan fazlasının kıymet-i harbiyesi yok onun gözünde.
Dolayısıyla birinci tespitimiz ittifak kurmadan aydınlığa çıkamayız. Son yıllarda bu ülkede muhalefet yapmak suç gibi algılanıyordu /algılatılıyordu; muhalif olmak, muhalefet yapmanın suç olmadığına dair algıyı da, bu seçim sonuçları önemli ölçüde yıktı. Sinik toplumdan normal topluma dönüşüm eğrisi içindeyiz. Dolayısıyla ittifak meselesi çok önemli, ittifaksız bu işler olmaz. Dünyada tarihin de örnekleri de böyle , despot yönetimlere karşı, demokrasi dışı yönetimlere karşı ittifaksız karşı çıkılamıyor.
İkinci önemli tespit, güçlü muhalif ittifak ancak HDP ile olabiliyor, Kürtlerin oyu olmaksızın demokrasinin yeniden kazanılması, rejim- düzen değişikliği söz konusu olamıyor. Dolayısıyla Kürt’lerle birlikte rejim sorunu, demokrasi sorunu birlikte ele alınmak durumunda.
Anadolu Kürtleri; 1. Dünya savaşı sonrasında başlayan işgale karşı kurulan o zamanki Büyük Millet Meclisi’nde yer aldılar, işgale karşı kurulan ittifaka yani o zamanki Türk milliyetçi ve ulusalcılara destek verdiler, Lozan’a giden yolda yer aldılar, önemli bir bölümü, Kürtlerin %85’i 1920’de kurulan Büyük Millet Meclisi’nde temsil edildiler, bunu hiç unutmayalım. Unutmayalım BMM tarafından görevlendirilen Lozan Baş Delegesi İsmet Paşa (İnönü), "Buraya Türklerin ve Kürtlerin temsilcisi olarak geldim" diye söze başladı. Kürtlerin birinci desteği emperyalist işgale karşı desteğiydi.
Yüz yıl sonra en son destek de, demokrasinin işgaline karşı yine bugünkü ulusalcı ve milliyetçilere Kürtler destek verdiler. 100 yıl içinde iki kez bu desteği sağlayan bir Kürt varlığı var bu ülkede. Bunu aklımızdan çıkarmayalım. Ülke işgaline, demokrasinin işgaline karşı destek veren bir Kürt toplumu var bu ülkede.
Sonunda ne oldu? Erdoğan’a destek veren Kürtlerin azalması sonucu Erdoğan Öcalan’a muhtaç, medet umar hale geldi. Dolayısıyla HDP’siz bir ittifak olunamayacağı, Kürt oylarının desteğiyle rejimin normalleşmesinin sağlanabileceğini hiç unutmayalım. HDP, istense de istenmese de muhalefet ittifakının defact’o, asli unsurlarından biri olmuştur. CHP de, İYİ Parti de çok iyi bilmelidir ki, HDP ittifakı olmadan yeniden demokrasiye geçmek mümkün gözükmemektedir. Demokrasi yanlısı güçlerin, HDP kompleksinden sıyrılması gerekiyor, demokrasiden yana olanların ittifaksız ve HDP’siz Erdoğan’ın kurduğu rejimi değiştirmesi mümkün değil, ancak bu destekle oluyor. İstanbul seçimlerinin kazanılması ile 30 büyükşehrin 15’i alındı değil mi, 15 oldu muhalefetin eline geçen büyükşehir?
ÖM: Evet.
AB: İstanbul tabii seçmen nüfusunun %25’ini temsil eden bir anakent, bu sonucu ülke geneline teşmil ettiğimizde çok büyük başarılara da ulaşılabileceği görülüyor. Tekrarlanan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimleri şunu gösteriyor: Erdoğan rejiminin geriletilmesi mümkün, rejimini büyük bir çoğunluk onaylanmıyor, ayrıca demokratik adımları atma imkanları doğmuş bulunuyor. Seçim sonucuyla diktatörlük psikolojisinin geriletilmesi, otokratik Erdoğan rejiminin değişmezliği gibi hususlarda eşiğin aşılması sağlandı. “Yerel seçimler kapı ile eşik arasına konmuş bir ayaktır, sonuçlarına göre kapı genişler, ya da kapanır demiştim” işte o kapı aralığı genişledi. İçeriye oksijen girdi , ‘faşosferden atmosfere geçiş’ için imkanı var artık , elbette bu imkanı doğru kullanıldığı taktirde .
ÖM: Ben de bir ilavede bulunayım izninizle. 31 Mart seçimlerine göre 25 ilçede cumhur ittifakı denen AKP ile MHP’nin ittifakı, 14 ilçede ise CHP’li belediye başkanları yönetime gelmişti. Halbuki YSK ilçe belediye başkanlığı seçimlerini de iptal etmiş olsaydı bugün 27 ilçede CHP, 12 ilçede de AKP olacaktı. Yani ezici bir yenilgiden söz edebiliriz. Bir de şunu söyleyeceğim, Murat Sevinç seçimden hemen önce Diken’de yazdığı yazıda şunu söylemişti ‘Tarih bir kez daha tekerrür eder mi? Muhtemelen’ başlıklı yazısında sizin söylediğiniz gibi “Yeter söz milletin!” denen meselenin ne kadar önemli olduğunu yani ‘Türkiye ahalisinin en çok hangi anayasal hakkına sadakat duyar?’ diye soracak olursanız ‘Oy hakkı yanıtını veririm’ deyip sonunda 1950’de de Demokrat Parti’nin tek başına iktidara gelişi ve İnönü’nün seçim sonucunu kabullenişini devredilişini çok önemsiyor. "Sonuçta da bu tekrar olabilir, sandık dışında başkaca katılım aracı olmayan milyonlarca seçmen çok partili yaşam boyunca bu gücünü kullanmaktan geri durmadı, hemen her zaman verdiği oya müdahale edenlere de tepki gösterdi” diye bütün tarihçesini de küçücük vermiş, işte darbeleri filan. "Sonuç olarak oy hakkını mücadeleyle kazandı, bu işin bir hazım değil irade ve hak meselesi olduğunu gösterecek” deyip bundan sonra da demokrasi mücadelesinin de şimdi asıl başladığını söylememiz mümkün herhalde?
AB: Evet. Bir kere yapılması gereken en önemli şey muhalefet ittifakının dağılmamasıdır, demokrasiye yeniden kavuşmak istiyorsak ittifakın dağılmaması, tahkimatının yapılması, güçlendirilmesi, demokrasi cephesi ittifakına dönüştürülmesi gerekir. İstanbul seçimlerinin muhalefet tarafından kazanılması elbette çok önemli ama yetmez. Türkiye’nin kuvvetler ayrılığına dayalı , parlamenter sisteme yeniden dönüşmesi için demokratik esaslara, hak ve özgürlüklere dayalı bir rejimin kurulmasına dönük bir siyasi mücadele alanı doğmuştur. Yeni siyasi yolların ittifak tarafından ortaya konarak yürünmesi gerekiyor. Şimdi eğer muhalefet olarak ön kabullerinizi ortaya koymazsanız siyasi alanda eksik kalırsınız, geçen hafta bahsettik, 1947 yılında Demokrat Parti'nin birinci kongresinde hürriyet-i misakı yayınladı. Bu bir hürriyet sözleşmesiydi , ülkenin demokratikleşmesi için demokratik ve özgürlük taleplerinin ortaya konmasıydı. Hürriyet misakı bugün için de geçerlidir, muhalefet ittifakı tarafından da Türkiye’nin raydan çıkmış rejimini yeniden bir raya oturtmak için böylesine bir özgürlük bildirisi, anlaşması, demokrasi bildirgesi, ortaya konulmak durumundadır. Yani buna ön kabuller sözleşmesi diyebilirsiniz, demokrasi sözleşmesi diyebilirsiniz, hürriyet sözleşmesi diyebilirsiniz. Çünkü içinde bulunduğumuz rejimle gitmiyor, ancak bu şekilde Türkiye baharı yaşanabilir, ancak bu şekilde biz demokraside kaybettiğimiz toprakları yeniden kazanabiliriz. Seçim başarısı bir ittifak başarısıdır, bu başarıda ittifaka fiilen yani adı konulmadan dahil olan Kürt seçmenlerin oyları sayesinde gerçekleşmiştir. Dolayısıyla HDP ve Kürt seçmen bu ittifakın asli unsurudur aslında ne kadar adı ittifak içinde sayılmasa da kilit taşıdır.
Fotoğraf: Getty Images
Bundan sonra iktidar bloğun da muhtemel gelişmeler neler olabilir biraz da ona bakalım. Seçimin asıl kaybedeni Erdoğan’dır, ne partisidir ne de adayıdır, fatura kendisine aittir. Seçimin hezimeti büyük bir olasılıkla AKP içindeki muhaliflerin kuvveden fiile çıkmasını sağlayacaktır, hızlandıracaktır. İki parti kurulacağından söz ediliyor, Davutoğlu’nun partisinin biraz tabela partisi gibi olacak, kurar mı kurmaz mı bilmiyorum ama yeni parti ya da partilerin kurulması muhafazakar siyaseti de yeniden yapılandıracak. Mevcut yeni durum, Erdoğan ve partisinden memnun olmayanların yeni mecralara akmasını hızlandırabilir. Şunu da belirtelim; muhafazakar memnuniyetsizler de bu seçimde pozisyonlarını muhalefet lehine belirlemişlerdir, onların da seçim başarısında katkısı olduğunu ihmal etmemek gerekir. AKP’nin çok güçlü olduğu yerlerde katılma oranları ve oy oranlarına baktığımızda memnuniyetsiz muhafazakarların, en azından oy atmaya gitmeyerek ya da oyunu muhalefet lehine değiştirerek destek oldukları anlamak mümkün..
ÖM: Evet, mesela Fatih’te, mesela Eyüp’te önde bitirmesi de çok ilginç yani diyebiliriz İmamoğlu’nun, 28 ilçede Yıldırım’ı geçmiş durumda olduğu ilk sonuçlara bu şekilde son olarak söyleyebiliriz. Ayrıca bazı ilçelerde, mesela Beşiktaş’ta, Kadıköy’de mesela ve Şişli’de muazzam farklar olduğu göze çarpıyor. Beşiktaş’ta %84’e 16 gibi bir fark var, Kadıköy’de %82’ye 18 gibi bir fark var, Şişli’de %73’e 26 gibi bir fark var. Ayrıca doğup büyüdüğü, yani kendisinin villasının da bulunduğu yerde Erdoğan’ın, Üsküdar’da oldukça farklı bir sonuç alması %54’e 44 gibi 10 puanlık bir fark olması da dikkate değer. Keza Adalar’da da %71’e 29 gibi devasa bir farktan bahsediliyor, Bakırköy’de öyle %80’e 20 neredeyse fark. Böyle şeyler var, Eyüp’te de %54’e 45 gibi önemli bir şey elde edilmiş durumda.
AB: Bu tablo siyaseten pek çok şeyi zorlayacaktır, ayrıca AKP’de iktidar blokundaki MHP ile olan ittifakın da başarısızlıkta önemli rolü olduğunu düşünenlerde bulunmaktadır. İktidar bloğu ittifakının bozulma olasılığı çok yüksek gözüküyor. Ayrıca daha önce Bahçeli’nin dediklerini biliyoruz, bu seçimlere girerken bile “Herkes yoluna” demişti, sonra tekrar toparlandı. Dikkat çekmek istediğim çok önemli bir hususu atlamayayım, unutmayayım, bu konuyu önceki programlarda birkaç kez gündeme getirmiştim, MHP lideri Bahçeli yenilgiyi sonucu kabul etmemekte, ancak kendisine hatırlatmak durumunda olduğumuz 9 ay önce yaptığı bir açıklama var. 5 Eylül 2018 tarihli açıklamada diyor ki “3 büyük şehir kaybedilirse başkanlık sistemi tartışmaya açılabilir”.
ÖM: Bunu Devlet Bahçeli söylemişti değil mi?
AB: Evet, yani bulursunuz haberi, benim o zaman dikkatimi çekmişti, birkaç kez de gündeme getirmiştim.
CT: Buldum! Demiş ki “İstanbul, Ankara ve İzmir’in şer ittifakının eline geçmesi cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini tartışmaya açabilir”.‘Şer ittifakı’ imiş o zamanlar!
AB: Zillet dedi sonra, zillet ittifakı.
ÖM: İkinize de ufak bir katkı olarak izninizle şunu da söyleyeyim, 3 büyük şehir tabii İstanbul zaten 1/5’ini oluşturuyor, hatta ¼’ünü çeşitli açılardan bakıldığı zaman ama aynı zamanda başkent Ankara’nın ve Türkiye’nin en büyük liman şehirlerinden olan İzmir’in ve Antalya’nın da, Adana’nın da, doğunun en büyük şehirlerinden Diyarbakır’ın da kaybedilmiş olması artık tamamen güç dengesinin, yani orta Anadolu’daki birkaç geleneksel muhafazakar, biraz da Karadeniz’de, doğu Karadeniz’deki birkaç şehrin dışında hiçbir yerde hakim olmadığını da gösteren ilginç bir tablo koyuyor ortaya. Bunu da söylememiz lazım tabii.
AB: 30 büyükşehir %85 nüfus ve seçmen olarak, %15 ‘te 51 il merkezine karşılık geliyor, dolayısıyla büyükşehirlerde çoğunluk muhalefet ittifakında, AKP-MHP blokuna karşı üstünlük sağlamış durumda. Bir genel seçim yapsanız şu anda muhalefet lehine bu üstünlük net bir şekilde ortaya çıkacak ama günümüz anayasası ve seçim kanunlarıyla bir genel seçim yapmak çok sorunlu, bu seçim yasalarıyla, bu YSK ile genel seçim yapmak ne getirir ne götürür o ayrı bir şey ama durum budur.
Türkiye demokrasiye geçiş süreci yaşamak durumunda, mesele bu süreç nasıl kurgulanacak, siyasalar nasıl oluşturulacak, kimler ne şekilde bu siyaseti oluşturacak? Rayından çıkmış ülkenin normalleşmesi ve yeniden rayına oturtulmasının sağlanması için öncelikle cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin tartışmaya açılması gerekli. Öncelikle yapılması gereken ilk şey şu, bu öneriyi söz konusu ettiğim, 1947 de kabul edilen Hürriyet misakından kopyalıyorum, bu bildirgede parti başkanlığı ile cumhurbaşkanlığının ayrılması öneriliyor. O zaman İsmet paşa milli şef, bir süre sonra ki 7 ay sonra bu konuda yapılan düzenlemelere şahit oluyoruz. Şimdi de, yaşadığımız ikinci milli şef yönetiminin bitirilmesi için öncelikle parti başkanlığı ve cumhurbaşkanlığının ayrılması gerekiyor.
CT: Ali bey yeni bir referandum mu reformsuz?
AB: Bugünkü meclis aritmetiğinde anayasa değişiklikleri zor gözükmekle birlikte imkansız değil. Meclis'te anayasa değişikliği yapabilmek için üye tam sayısının 3'te 2'si, yani 400 milletvekili gerekiyor, ancak anayasa değişikliğini referanduma götürmek için 360 vekilin oyu gerekiyor, muhalefetin 256 milletvekili bulunuyor, iktidar blokunun ise 344 bildiğim kadarıyla. Tablo böyle ama siyasi hayat bundan sonra neler gösterir bilinmez !
Yeni yasama dönemi Ekim’de başlayacak. Biraz önce Ömer beyin zikrettiği tablo, yani İstanbul ilçe belediyeleri, daha sonra genişlettik 3 büyükşehir, genişlettik 30 büyükşehirdeki durum meclis aritmetiğine, AKP grubuna yansıyabilir, değişiklikler gelebilir. Yeni partiler de kuruluyor, memnuniyetsiz muhafazakar kesim, AKP’nin Erdoğan’ın mülkü haline geldiğini gördüğü için yeni bir parti kuruyorlar. Yeni parti programı yazanlarla birkaç hafta önce görüştüm, onu söylemiş miydim?
ÖM: Hayır.
AB: Muhabirliğimiz, gazeteciliğimiz her yerde devam ediyor, anlattıklarına göre oldukça özgürlükçü liberal demokratik bir program yazıyorlar. Temel hak ve özgürlük, dini meseleler, özgürlükler, etnik hususlar bana anlattıkları kadarıyla doyurucuydu. Bunlar Gül - Babacan ekibi. Bu gelişmeler parlamentoya yansırsa çok şey değişebilir. Ülke genelinde çoğunluğun kaybedilmesi parlamentoyu da etkileyebilir, aritmetiğinin değişmesi parlamentonun kuvvetlenmesi anlamına gelir ve anayasa değişikliklerine zorlar, ittifak hata yapmazsa artık yeni bir sayfa açılmıştır demek pekala mümkün. . Büyükşehir belediye meclislerinde de yaşanabilir bu kaymalar. “Ben seni çalıştırmam!” diyor ya Erdoğan.
ÖM: Onun geçerliliği olmayacağı anlaşılıyor.
AB: Bunlar da yaşanabilir, bakın şimdi aklıma geldi paylaşayım , ikinci meşrutiyet ilan edilmiş, yine yayınlanan bir bildirge var, Meclis-i Mebusan’ın küşadı, yani açılış belgesi. Diyor ki “Artık meclis istibdadın oyuncağı olmayacak”, umarım TBMM de bu yolu izler ve Erdoğan’ın oyuncağı olmaz. Bu günkü tablo hem büyükşehir belediyelerinde, hem TBMM’de değişiklikler yaratabilir. Muhalefet lehine güçlendirebilir ama tüm bu meselelere ittifakla bakmak gerekiyor, ittifak da asli unsurları da bellidir, ittifak siyaseti bir üst platoya taşımıştır beyler, bunu çok iyi değerlendirmek lazım.
ÖM: Ben bir de son soru sormak istiyorum, bütün söylediklerimiz bağlamında çerçevesinde değerlendirilirse, Guardian gazetesinin yazarı bu konuyu yakından takip eden Bethan McKernan hemen daha sonuçlar henüz belli olurken yazdığı bir yazıda şuna değiniyordu, Soner Çağaptay’ın yani Amerika’daki siyaset bilimci “İmamoğlu’nun önde gitmesi Türkiye’nin demokratik yapılarının inanılmayacak kadar dirençli çıktığını gösteriyor ve Türkiye popülist bir lider tarafından neredeyse 20 yıldır yönetiliyordu ve bütün hukukun üstünlüğünü silip medyayı da ele geçirdi ama derler ki demokrasiyi inşa etmek uzun zaman alır ama bugünün sonuçları da bize gösteriyor ki demokrasiyi öldürmek de epey zaman alıyor. Bu dünyada da herhangi bir yerde gördüğümüz ilk örnek olabilir” diyor. Bence ilginç, buna ne diyorsunuz? Çeşitli çevrelerde, aralarında arkadaşlarımızın da bulunduğu çevrelerde bu seçimlere hiç güvenmemek gerektiğini, seçimlerin yaptırılmayacağını, en kötü ihtimalle de sonuçlarının kabul edilmeyeceğini söyleyen biraz ‘defeatest’ diye adlandırılabilecek
CT: Kötümser.
ÖM: Kötümserin de ötesinde yenilgici bir anlayışa sahip olan çeşitli yorumcular da vardı. Onların da haklı çıkmadıklarını kesinlikle söyleyebiliriz. Siz ne diyorsunuz?
AB: Ben o arkadaşları da anlayışla karşılıyorum çünkü hepimiz zor, ümitsiz, despotik yıllardan geçtik geçiyoruz da hala, sonlanmış değil üstelik, tamam moralimiz yükseldi, dikta psiko eşiği biraz aşıldı gibi ama daha yapacak o kadar çok iş var ki. AKP’nin ittifakları, dayandığı iç ve dış kerterizler bozuldu, kayboldu. Elimizden geldiği kadar pratik siyasetin teorik siyasetin de içinde bulunan kişiler olarak sonraki programlarda bunları inceleyeceğiz. Ben, son olarak şunu da söylemek istiyorum, aslında yeni bir nesil ve yeni bir siyaset dönemi başladığını da görebiliriz Türkiye’de. “Seni başkan yaptırmayacağız!” diyen Demiştaş’ın yerel seçimler sürecindeki performansı muazzam bir performanstır. İmamoğlu, Babacan gibi daha genç bir neslin siyasette etkin olduğu bir döneme girebiliriz. Moğol istilasından sonra bu topraklar en büyük istilayı gördü. Her şey altüst oldu, üstüne uymayan bir elbise giydi, bir ekonomik bunalımın dibindeyiz, nasıl çıkacağımıza ilişkin bir şey de yok, rehberi de yok.
ÖM: Dış politikada çok önemli sorunlar var tabii.
AB: Neredeyiz, dünyanın neresindeyiz? Dünyadaki bölgedeki yerini yeniden tayin etmeye çalışan ve bocalayan bir ülke, dip de bir ülke, her yanı dökülüyor, ülke hiç iyi durumda değil ve muazzam bir kutuplaşma da yaşadı. Dolayısıyla bunu aşmanın yolu altını defalarca hep çizelim, demokrasiden yana güçlerin birliğidir. Türkiye’nin en temel meselelerini çözmek birincil amaç değil, temel meselelerini çözecek aşamaya geçmek ilk amaç, önce demokratik ayarlara geçmek durumundayız ki ondan sonra dev gibi olan kalıtımsal sorunlara daha kuvvetlice eğilebilelim. O yüzden ittifakın bir üst platoya sıçrayarak devam etmesi ve ittifakın bileşenlerinin ortaya, bir sözleşme koyması gerekiyor, demokratik ittifakın demokrasiye geçiş sözleşmesiyle parlamento , yerel yönetimler, sivil toplum kenetlenmek durumunda. Biz yeniden demokrasiyi inşa etmek durumundayız. Demokrasi kapısı önemli ölçüde genişledi, atmosferi solumamıza, oksijeni solumamıza yardımcı olabilir, olacaktır .
ÖM: Konda genel müdürü Ağardır’ın da son sözüyle bitirmek yararlı olabilir. Dün T24’te yaptığı konuşmada “Bu kez adalet duygusu baskın geldi ve özellikle genç seçmenler hayatın bu kadar ahlaki normlara, hukuka göre değil de soyut normlarla yaşanmasına karşı itiraz etti. Ülke siyasetinde kırılma potansiyeli taşıyor, uzun vadede göreceksiniz ki ülkenin gençleri farklı bir hayat istiyor” dedi.
AB: Hocam hukuksuz alanda seçimler yapıldı. Değişen ne? Değişen vicdan, vicdanlar değişiyor.
ÖM: O da onu söylüyor.
AB: Çıkarlar değişiyor, toplumsal kesimlerin kaybettikleri çoğalıyor, dünyada bütün seçmen profiline baktığımızda %60-65’i son 1 yılda “Bana ne verdi?” diye bakıyor.
ÖM: “Adalet duygusu da baskın geldi” diyor.
AB: Aynen.
ÖM: Böyle ilginç bir durum var, takip etmeye devam edeceğiz. Tabii bu adalet duygusunun baskın gelmesinin bugün son derece önemli, seçimle beraber en önemli ikinci konu olan bu Gezi davasına da nasıl yansıyacağını da hep birlikte görme fırsatımız olacak.
AB: Bugün yansımasa öbür gün yansır, bu davalar da etkilenebilir muhtemelen ama bütün yargılanan arkadaşlarımıza, dostlarımıza selam gönderiyoruz ve bu seçim başarısını da onlara hediye ediyoruz.
ÖM: Aynen öyle, çok teşekkürler Ali bey.
AB: Hoşça kalın!
CT: Görüşmek üzere.