Açık Gazete'de Ali Bilge ile söyleşi: Yerel seçimler ve ekonomi

Ekonomi Politik
-
Aa
+
a
a
a

Açık Gazete'nin Ekonomi Politik köşesinde Ali Bilge'yle konumuz yaklaşan yerel seçimler ve Türkiye ekonomisinin gidişatı.

Fotoğraf: Reuters

(18 Mart 2019 tarihinde Açık Radyo’da Ekonomi Politik programında yayınlanmıştır.)

Ömer Madra: Günaydın Ali bey.

Ali Bilge: Merhaba Ömer bey, merhaba Can, herkese iyi haftalar.

Can Tonbil: Günaydın Ali bey, iyi haftalar.

ÖM: Genel bir tur yapacağız herhalde? Yerel seçimlerden de biraz bahsedip ekonomik durum konusunda biz de size bıraktık onu ama Seyfettin Gürsel başta olmak üzere birçok iktisatçının yazılarına ve analizlerine rastladık. Durumun parlak olmayan rakamlar açıklandığı..

AB: Hiçbir şey parlak gözükmüyor ekonomide. Zaten başlıkları alt alta sıralayacağız birazdan, ince analize girmeye gerek yok, başlıklar  yeterli, durum ortada. Ondan önce dünyada çocukların başlattığı hareketi alkışlayarak söze başlayalım, çok önemli bir gelişme yaşandı, umarım anneler ve babalar çocuklarının gayretinden etkilenirler.

ÖM: 1,5 milyonun üzerinde lise, ortaokul, hatta anaokulu çocuklarının da katıldığı; 1,5 milyondan fazla çocuk ve genç 5 kıtada, yani Antarktika’da bile yapılmış, çok ilginç, gözlem istasyonunun önünde de bir eylem yapılmış. Bazı yerlerde de milyonlar söz konusu. Biz de aşağı yukarı hepsini, neredeyse bütün kıtalardan ve bütün uzak yerlerden şeyler yaptık. İlk başladığımızda Yeni Zelanda’da açılışı yaptık, bu sabah da Sydney’den bir John Lennon’dan ‘Imagine’ şarkısını söyleyen kitleler, genç kitlelerin şarkısıyla başladık ama sonrasını, sizden sonra da 1 saatlik uzatmalı bir yayın yapmayı planlıyoruz, Stockholm’den, Viyana’dan, Berlin’den, Hamburg’dan, Paris’ten, Lahey’den, Mont Real’den, Boston’dan, Londra’dan, Edinburgh’dan, İsviçre’den, Madrid’den ve sonuçta da Bebek Parkı Bianet’ten alıntıyla böyle bir düzenleme yapacağız. Buna hafta içinde de devam edeceğiz tabii.

AB: Samir Amin geçtiğimiz yıl vefat etti, ölmeden önce “Dünyanın gidişatı için yeni bir enternasyonale ihtiyaç var” demişti, sanıyorum bu enternasyonal iklim enternasyonali olacak, başka türlü çıkış da olmayacak. Uluslararası bir harekete ihtiyaç var ve burada da çocukların etkisi muazzam. Bu enternasyonali selamlayarak başlayalım programa .

ÖM: Evet öyle, müthiş de metinler var üretiyorlar zaten, yani bayağı heyecan ve umut verici bir durum. İnşallah çok geç olmamıştır!

AB: Evet Basra yıkıldıktan, harap olduktan sonra yapılan işlere benziyor. Ülkede yerel seçimler böyle algılanıyor, toplumun büyük bir bölümünün nasıl bir rejim içerisine olduğu konusunda farkındalığı pek gelişkin değil. 2016 Nisan'ında anayasa referandumunda yaptık, otoriter bir rejim kuran anayasa kabul edildi. Ardından cumhurbaşkanlığı seçimleri oldu demokratik olmayan anayasa ile otoriter rejime geçtik. Sonra genel seçimler oldu, yapılan anayasa referandumu ve seçimlerle ülke demokrasisini kaybetti, serbest demokratik seçim özgürlüklerimizi kaybettik, serbest seçim yapma imkanlarımızı kaybettik. Kuvvetler birliğine dönük bir yapı içerisinde hareket eden bir rejimde, yerel seçimlere gidiyoruz. Bunun altını özellikle çizmek istiyorum, yani nasıl bir rejim içinde yerel seçimleri yaşıyoruz, kuvvetler birliği esasına göre düzenlenmiş bir anayasal yapılanma içerisindeyiz, demokratik yasalarla donatılmış bir ülke değil bu ülke, seçim yasaları da aynı şekilde. Vicdan ve ahlakın toprağa gömülü olduğu bir dönem aynı zamanda, her şeyin mubah görüldüğü bir seçim kampanyası yürütülüyor. Burada vicdanı ve ahlakı yok sayan bir zihniyet söz konusu, işte beka, bölünme tehdit, vb. Ülkenin bir evvelki seçiminde üçüncüsü olan partinin aldığı 6 milyon oyu görmezden gelerek seçimlere gidiyoruz. HDP’nin kazandığı belediyelerin nerdeyse tamamının kayyuma devredildiği bir ortamda yerel seçimlere gidiyoruz. Yüksek yargının rejimin emrine girdiği bir durumda seçime  gidiyoruz, saydığım bu hususların farkında mı seçmen iki hafta sonra yapılacak seçimlere giderken? Demokratik olmayan bir payda üzerinde seçim yapıyoruz. Bağımsız yargının olmadığı bir yerdeyiz, güvenli bir ortam yok, adil bir ortam yok, peki ne var, ittifaklar var.

Cumhur İttifakı, Millet İttifakı var, muhalefet ittifakının adı bile garip, demokrasiniz elden gitmiş, siz kurduğunuz ittifakın adını bile demokrasiyle tanımlamıyorsunuz. Böyle ortam içerisinde yerel seçimlerin ne tür bir anlamı olabilir, neyin habercisi olabilir? Bugüne kadar,  normal zamanlarda bile yerel seçimleri kaybeden bir iktidar partisinin istifa ettiğine tanık olmadım Türkiye’de. Siyasi iktidarlar  yapılan yerel seçimlerde pek çok kez ağır yenilgiye uğramalarına rağmen iktidarı bırakmadı - ki o zaman iyi kötü kuvvetler ayrılığına dayalı bir sisteme sahip ülkeydik, Türkiye siyasi kültüründe yerel yönetimleri kaybedenlerin iktidarı bıraktıkları, bunu bir seçim yenilgisi olarak kabul ettiklerine  pek rastlanmamıştır. Bunun altını iyice  çizelim.

ÖM: Evet Türkiye’de zaten seçimlerden bağımsız olarak herhalde geçerliliği olmayan birçok müesseseden, kurumdan biri de istifa müessesesi yani pek çok sayısız insanın ölümüne sebep olan tren kazalarında sorumlu yani bir ulaştırma bakanının veya herhangi bir yetkilinin istifa ettiği görülmemiştir DDY’nin yöneticileri dahil. Demiryolu memurlarına yüklenmektedir suçlar. Böyle gider yani bu!

AB: Bizim sistemimizde istifa müessesesi çalışmaz. Bir ülkede yerel seçimlerin yapılmış olması o ülkenin demokratik olduğunu da göstermiyor, çünkü demokratik hukuki bir çerçeve,  demokratik anayasal bir çerçeve yok, dolayısıyla ona uygun bir seçim yasası da yok. Günümüz dünyasında 21'inci yüzyıl otoriter rejimlerini nasıl tanımlar olduk? Evet seçimler yapılıyor bu ülkelerde ama bu seçimlerin  demokratik bir bağlacı olmuyor. Kaç seçimdir Türkiye’de de seçimlerde yaşanılan meşruiyeti olmayan hususların pek çoğu da şu an yasalara nakşedilmiş durumda. Geçen sene yapılan seçimlerde uluslararası 5-6 örgüt Türkiye’de demokratik bir seçim yapılamayacağının altını çizmişti, bugün de değişen bir şey yok. Yani Basra geçen yıllarda yıkılmıştı, demokrasi kaybedilmişti, yıkık demokrasi enkazında  yapılan seçimdir bu seçim. Avrupa Parlamentosu'nun aldığı kararlar ortada, Türkiye’nin AB ilişkisinin  askıya alınmasının istendiği  ortamda yerel seçim yapıyoruz.

Bu ortamda yapılacak seçimlerin bir anlamı var mı? Ne anlama gelir?  Yerel seçimlerde muhalefetin göstereceği başarı ne olursa olsun,  ya da iktidarın yenilgisi söz konusu olsun,  iktidarın bırakıp gitmesi  diye bir durum söz konusu değil.

Geçen haftalarda da söyledik Türkiye’nin 30 tane büyükşehri var, buna bütün şehir de deniyor, Türkiye nüfusunun yüzde 85’i buralarda yaşıyor. Buralarda muhalefetin göstereceği performans  kapı aralığını genişletebilir. Bu genişleme hemen bir dönüşüm aralığı anlamına tam gelmez ama kapı aralığının artması ileriye dönük umutları kuvvetlendirebilir. Yerel seçimler kapı ile eşik arasına konmuş bir ayaktır, kapının biraz daha da açılması ile kapanması gibi bir durumla karşı karşıyayız.  Önemi burada işte, büyükşehirlerde muhalefetin göstereceği başarı kapıyı tümüyle demokrasiye açmaz ama ileriye doğru mücadele ve değişim umutlarını artırır, çünkü biraz önce dediğim gibi esas mesele demokrasinin kurtarılması meselesidir.  Muhalefet bir üstünlük sağlarsa , sonrasında da  demokrasi adına bu ittifak yürürse, toplumsal muhalefet ülkenin en azından Gezi öncesi ayarlarına döndürecek bir demokrasi cephesini kurgularsa nefes alma imkanı olabilir.

31 Mart’tan sonra kağıt üzerinde 4 yıl genel seçim yok, 5 yıl yerel seçim olmayacak.  2010’dan itibaren çokça seçim ortamına girdi Türkiye, anayasa referandumları, yerel seçimler, genel seçimler, cumhurbaşkanlığı seçimleri olmak üzere. 31 Mart’ta iktidar yenilgi yaşadığında  hemen erken seçim kararı alınması gibi bir durum söz konusu değil ama en azından Türkiye’de yakın gelecekte yeniden demokrasinin gerçekleşebilmesi için büyükşehirlerde muhalefetin göstereceği başarı önem arz ediyor.

Seçimlere yaklaşırken ekonomideki durum vahim ötesi noktaya sıçramış durumda. Türkiye’nin ekonomideki gelişmelerini başlıklar altında koysak, büyümesi malum,  artık büyümemeye, durgunluğa, gerilemeye, eksilere dönmüş durumdayız. Büyüme rakamlarında geçen hafta oldukça tartışıldı, gayri safi milli hasıla hesaplamasında TÜİK’le iktisat kamuoyu arasında bir tartışma yaşandı, kur oyunu meselesi. Hep söylüyorum iktisadi rakamlara da güvenilmez noktaya gelmiş durumdayız. Demokratik hukuk devleti yoksa veri ve bilgi güvenliği de yoktur. 

ÖM: Evet Türkiye İstatistik Kurumu’yla nedir o sizin dediğiniz şey?

AB: Gayri safi yurt içi hesaplarken, Dolar kurunu kendilerine göre ayarlayıp hesaplıyorlar. Rakamı iyi göstermek üzere yapılan işlerden biri. İktidar ekonomi de vahim durumu olabildiğince göz ardı etmeye çalışıyor. Bunun sonucu rakamlarda oynamalar oluyor ama kralın çıplak olduğu işsizlik rakamlarında ortaya çıkıyor, çünkü sonuçta dünya bütün uluslararası kuruluşlar, Türkiye’ye borç verenler, ekonomiyi izliyorlar,  rakamları, daha doğru hesapları ortaya koyabilme imkanına sahipler, özellikle uluslararası kuruluşlar, Türkiye’ye borç veren kurumlar. Türkiye küçülüyor, kriz ortamı içerisindeyiz, sanayi üretimi azalıyor, daralma devam ediyor. Uluslararası kuruluşlar, geçen hafta OECD ile ilgili rakamlara yer verdik, Türkiye’ye ilişkin büyüme tahminlerini düşürdüler.

ÖM: Fitch Ratings’in diye kredi derecelendirme kuruluşunun tahminine göre -bu Bloomberg’in haberi- “Türkiye’nin potansiyel büyüme hızı %4,3’e gerilemiş durumda, Türkiye’nin potansiyel büyüme hızı geriledi ve potansiyel büyümesi yarım puan azaldı” diyor kurum raporuna göre. Revizyona ilişkin kurun da geçen yılki yükselişinden bu yana gelişen sert dış değişikliklerin etkisini yansıttığı belirtiliyor ve gayri safi yurt içi hasılaya göre yatırımlardaki sert düşüşe de dikkat çekilmiş.

AB: CP Morgan da var, diğerleri var, Moodies, Standart & Poors, OECD, tahminlerini düşürdüler. Peki iç talep daralıyor da, dış talep ne durumda? Dünyada, Avrupa’da durum hiç parlak değil, Avrupa’nın dinamosu Almanya bile yavaşlamada, Avrupa kendisi zaten  yavaşlamaya devam ediyor, büyüme beklentisini Almanya geçen hafta düşürdü -ki biz ihracatın yüzde 50’sini Avrupa’ya, o tarafa yapıyoruz.

Bir taraftan siyasi dış ilişkilerde zor günler yaşıyoruz. S-400, F35 meseleleri, Suriye’de tampon bölge, Venezuela’ya destek gibi konular var. Birleşik Devletler’le ilişkiler gerginlik içinde ne kadar sürebilir. Birkaç ay önce ABD ile ne durumdaydık? Ambargo, kısıtlar getirilmişti. Türkiye’ye kısıtlar ne zaman kalktı? Rahibi serbest bırakınca. Rahip takası istiyorduk, al papazı ver papazı diyorduk, kur ne oldu? 7’lere yaklaştı, “Ekonomini batırırım” diye twit attı Trump hatırlayın. Bir yandan hem Rusya hem ABD’yle yaşanan Suriye kaynaklı ya da askeri kaynaklı sorunlar var, onlar ekonomiye sıçrıyor. Büyüme rotanız da böyle. İşsizlik geçen hafta, yakın dönemin en yüksek rakamlarına ulaştı. Bildiğim kadarıyla son 2009 krizinden sonra en büyük rakamı gördük. Bu vahim işsizlik dönemi yakın gelecekte dizginlenecek gibi değil.

ÖM: Evet, dostumuz ve programcımız Seyfettin Gürsel de yazdığı yazıda da, yani bu rakamların belli olması üzerine TÜİK’in Aralık döneminin iş gücü rakamlarını açıkladığında “İşsizlikte baş döndüren bir yükseliş, iş gücünde azalışa rağmen işsizliğin bu şiddette artması olağan bir durum değil” diye yazmıştı. Yani istihdamın hızla azalmakta olduğunu yani “İş gücünde azalışa rağmen işsizliğin bu şiddette artması olağan değil. İşsizliğin artması olağan değil. İşsizliğin artması elbette bekleniyordu ama bu ölçüde değil. Bu gelişmelere bakarsak iş gücü piyasasına ne olduğunu anlamaya çalışırız ve resmen resesyona girmiş durumda” diyor.

CT: Ali bey, Varlık Fonu’nun satışa çıkarılması bu ateşe su taşıyabilecek bir potansiyel görevi görür mü? Çare olur mu?

AB: Yok olmaz. Varlık Fonu faize müdahale için düşünüldü bence, bankaların çıkarttıkları yatırım fonları var ya, Varlık Fonu da öyle fon çıkarabilecek, varlık fonun çıkarttığı fonları da bankaların çıkarttıkları fonunun içinde kullanabilirsin diyor, yakında bunu zorunluda tutabilir   Çünkü şöyle bir karar daha açıklandı geçen hafta; tasarruf sahipleri suni olarak faizler düşünce mevduattan kopanlar oldu, likit yatırım fonları mevduattan birkaç puan üstüne getirdiği için TL mevduat oraya kaydı ya da dövize kaydı. Bunu caydırmak için yatırım fonlarının içerisine mevduat tutma oranını arttırdılar. Kamu mevduatı faizini de kamu bankalarına sabitlediler. Biliyorsunuz müdahale oluyor mevduat faizine, kredi faizine de, kredi hacmine dahi. Varlık fonu da kendi bir şekilde fon piyasasında kendi ürünlerini, enstrümanlarını çıkarabilecek, dolayısıyla diğer fonlar da o Varlık Fonu enstrümanlarını alabilecek. Hem faiz oranlarına bu şekilde müdahale etme imkanına, hem de dövize giden süreci ayarlamaya çalışacaklarını düşünüyor olabilirler. Otoriter rejime uygun ekonomik yapılanma ve karar alma dönemindeyiz, geçen haftalarda otoriter rejime uygun alınan karar ve yapılanmalardan söz ettim. Bu da uygun bir örnek. Yarın öbür gün,   Türkiye Varlık Fonu fonlarına ilişkin şöyle bir karar duyabiliriz.  Çocukluğumda tasarruf bonoları vardı, 27 Mayıs’tan sonra gelen iktidarlar memurlara maaşın bir kısmını tasarruf bonosu olarak veriyorlardı, bono ve kuponları da ikinci bir piyasa oluşturmuştu. Varlık Fonu’nun enstrümanları da bazı ödemelerde kullanılabilir böyle ve zorunlu da tutulabilir, buna hiç şaşman yani. Çünkü gittikçe ekonomik alanda  belirleyiciliği artan otoriter rejimdeyiz, iç piyasa aktörlerinin etkisi azaldı, faiz konusundaki takıntısının da nelere yol açtığını görüyoruz.

Aslında Türkiye Varlık Fonu dış dünyada zaten çok ciddi bir varlık ifade de etmedi farkındaysanız. Kuruldu ama şu anda dünyada Türkiye’nin varlıkları ne kadar değerli ki ona itibar edilebilsin? Ne iktisadi varlıklarına, ne rejimine, ne de dış politikana itibar var ki, Türkiye Varlık Fonuna itibar edilsin.. Ekonominin neresinden tutarsanız elinizde kalıyor, işte tarım dışı işsizlik 15-16’larda, genç işsizlik yüzde 25.

ÖM: Evet genç işsizliğin yüzde 25 olması son derece kaygı verici. Daha önce çeşitli ülkelerde de bunun yarattığı tahribatı görme fırsatımız olmuştu, özellikle İspanya’da ve Yunanistan’da. Yani bitmek tükenmek bilmeyen bir kriz ortamında bunun çok ciddi çökertici sonuçları olabileceğinden bahsediyor iktisatçılar, sosyologlar da.

AB: Son olarak önemli bir hususun altını da çizmek istiyorum, Türkiye’nin son 20-25 yılda yaşadığı krizleri sayalım, 94, 2001 gibi, bunlar iç kaynaklı krizlerdi, 2008 krizi ve 2009’daki küçülme dış kaynaklı olarak Türkiye’ye yansıdı, tüm yaşanan krizlerde biz iyi kötü dünyada kendimizi tanımlamış bir ülkeydik, bir yandan öbür yana savrulmuyorduk, iyi kötü anayasal kurumlarımız çalışıyordu, parlamentomuz güçlüydü, hükümet düşürebiliyorduk, askeri vesayet vardı ama rejimin adına sivil otoriter bir rejim demiyorduk. Yetersiz demokrasiden güçlü demokrasiye geçeceğiz diyorduk. Dolayısıyla, Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu ekonomik kriz, demokratik olmayan otoriter bir rejim içerisindeyken yaşadığımız bir kriz, diğerlerinden farkı bu. Dolayısıyla yerel seçim sonrası derinleşeceği görülen işsizliğe büyük tepkiler geleceğine ilişkin beklenti sahipleri rejim değişikliği yaşadığımızı göz önünde bulundurmalı. İnsanların bugün yaşanan işsizliğe ciddi tepki verdiğine tanık olmadık. Unutmayalım 2001 krizinde bir esnaf yazar kasasını başbakanlığın önünde –Bülent Ecevit bey başbakandı- fırlatabiliyordu, protesto edebileceği bir hürriyeti vardı. Bugün o hürriyetten söz edemiyoruz.

ÖM: Evet bu çok önemli çünkü bir de şu var, “Bayağı ciddi bir baş döndüren yükseliş” diyor işte Seyfettin Gürsel. İşsizler ordusu mevcudu 181 bin artmış, tarım dışında 243 bin istihdam kaybı var, ancak 2009 -o büyük 2008’den sonraki 2009- krizinin en derin noktasında görülmüş büyük sıçrama işsizlik oranlarında bayağı ciddi bir şey var. Ayrıca mesela hükümetin aldığı ithalat kararını değerlendirmiş, patates üreticileri de hükümete tepki göstermişler Deutsche Welle Türkçe’nin haberine göre. Katlanan maliyetlere karşı destek bekliyormuş. Yani patates fiyatlarındaki artış da ithal tohumlardan çıkan hastalıklar da önemli rol oynuyor diye böyle bir ithalat hamlesi de gelmişti. Türkiye’nin önemli üretimlerinden bir tanesi patates, yani orada da bir problem var.

AB: Yine bu geçirdiğimiz krizlerde bir şekilde Türkiye yine kendi kendine yeterliydi, patlıcanın kilosunu 20 liradan yemiyordu. Yani bu kriz , ülkenin demokratik sistem ayarları  bozulduktan sonra yaşadığımız bir kriz, bugün ekonomideki gelişmeleri eleştirmek tehlikeli bir durum, hürriyetsizlik olarak karşımıza çıkıyor. Çünkü bugün Türkiye’de medyanın önemli bir kısmı, hatta tamamına yakını iktidar yanlısı bir medya.

ÖM: Evet, “Alternatif medya dışında medya kalmadı” diyor zaten Prof. Hamzaoğlu da.

AB: Türkiye’de ekonomide bakın büyük kuruluşlar ve holdingler yapılanma kuyruğunda. Belediyelerin borcu 3 milyar doları aşmış yerel seçimlere girerken. Faiz meselesindeki müdahaleler ortada, üstelik otoriter rejim ekonomiye doğru da kumanda etmiyor, çünkü gerçekten ciddi takınaklar var, iktidarın başının faiz takıntısı var mesela, bu aşılamıyor. Türkiye hem yüksek enflasyonu yaşıyor hem de resesyonu yaşıyor. Bunu da herkes görüyor. Bunu atlatabilmesi doğru dürüst güvenilir bir politika metni de yok ortada, yazın  faizleri 24’e çıkartınca bir beklentiye girdi iç ve dış piyasalar, arkası gelmedi, gelende anormal kararlar oldu. Normal şartlarda ülkenin taze kaynak ihtiyacını sağlayabileceği yerler belli, Mart’tan sonra yani yerel seçimlerin sonucunun ne olacağını bir kenara bırakalım, iktidarın değişmeyeceğini var sayacağız zaten, bu iktidar nereden bulacak bu kaynağı, sıcak parayı, istediği gibi gelmiyor, sıcak parayı da betona gömdü, İstanbul’u duvar haline getirdi, adalardan İstanbul’a bakamıyorsunuz, muazzam paralar oralara gömüldü.

Sonuçta böyle bir kaynak girişi de yok, kaynağı bulacağınız yerler belli, onlara gidince onlar da diyor ki “Şunu uygulaman gerekiyor, senin şunları yapman gerekiyor”. Şimdilik otoriter rejim IMF’ye yanaşmıyoruz diyor ama el altından bir takım görüşmelerin sürdüğü söyleniyor. Ancak böyle bir ilişkide de belirleyici unsur ABD hazinesidir unutmayalım, uluslararası ekonomik kuruluşlarda ABD’nin borusu öter. Döviz mevduatındaki artış  devam ediyor, hızlanmış vaziyette, toplam mevduat içinde yüzde 55’lere ulaştı bildiğim kadarıyla. İhracata döneyim dünyaya satayım, tamam da artık Çin’de de hayat eskisi gibi değil, Avrupa’da da hayat  parlak değil. Ayrıca önceki krizlerde, 1994, 2001 krizlerinde S400 - F35 sorunların yoktu, Suriye’de güvenli tampon bölge meselen yoktu, başka bir ülkenin sınırları içerisine girmiş değildin, bir gün ABD ile diğer gün Rusya papaz/dost olmuyordun. AB’yi boşamış değildin, anayasal rejimin değişti, az demokrasiden hiç demokrasiye geçtin, başka bir ülke topraklarında ve savaşır haldesin, Avrupa Birliği’nden NATO’suna kadar problemlisin. Bu kadar olumsuz ortamda bir ekonomik kriz yaşamadık daha önce. Ekonomik krizi bu bağlam içinde ele alıp değerlendirmek lazım..

ÖM: İstikbal çocuklarda artık!

AB: Onlar da doğdu!

ÖM: Birazdan zaten bir saatlik bir özel yayın yapmaya çalışacağız, belki umudu orada şey yaparız.

AB: Ben de izlemeye çalışacağım.

ÖM: Çok teşekkürler.

AB: İyi yayınlar diliyorum.

CT: Görüşmek üzere.