Açık Gazete'nin Ekonomi Politik köşesinde Ali Bilge'yle Kürt siyasi hareketini konuşmaya devam ettik.
Ömer Madra: Günaydın Ali bey!
Ali Bilge: Günaydın Ömer bey, günaydın Can!
Can Tonbil: Günaydın Ali bey, merhaba!
AB: İyi haftalar!
ÖM: İyi haftalar hepimize. Değerlendirmeye devam edelim değil mi, Kürt siyasi hareketinin gelişmeleri üzerindeki değerlendirmeyi biraz daha sürdürebiliriz belki?
AB: Evet, son haftalarda, yerel seçimlere doğru ilerlerken, son 30 yılda parlamentoda şu ya da bu şekilde kesintilere uğrasa da, temsil imkanı bulan Kürt siyasi hareketinin durumuna, gelişimine kısa bir bakış sergilemeye çalıştık. 1989’dan, 2014 yerel seçimlerine kadar gelmiştik, sonraki sürece bugünle bağlantılar kurarak devam edelim isterseniz. 2014 yerel seçimleri en son yapılan yerel seçimler, 2019 Mart’ında yapılacak yerel seçimlerden önceki yerel seçimler... Bu arada bir çok referandum ve genel seçim oldu ama yerel seçimler yasa gereği beş yılda bir yapılıyor, erkene çekilmesi de bazı yasal düzenlemeleri gerektiriyor. Genel seçimler erkene daha rahat alınabildi.
Şöyle bakalım, bir evvelki yerel seçimlere Türkiye nasıl bir ortamda girdi? O zaman Kürt siyasi hareketi nasıl bir pozisyondaydı? Birincisi Türkiye, 30 Mart 2014 yerel seçimlerine silahların sustuğu bir ortamda girdi. Özellikle 1984’ten itibaren doğu ve güneydoğuda genelkurmay başkanlarının ifade ettiği şekilde süren düşük yoğunluklu bir savaş vardı. Peki silahlar nasıl susmuştu? 2013 yılında başlayan çözüm süreci diye adlandırılan görüşmelerin devam ettiği bir ortama rastladı 2014 Mart yerel seçimleri. 2013 Şubat’ından 2015 Mart’ına kadar süren, PKK lideri Abdullah Öcalan, Kürt siyasi hareketinin parlamentodaki temsilcisi olan BDP, daha sonra da HDP olan partilerin temsilcileriyle ve devlet yetkilileriyle, yani hükümetin gözetiminde ve denetimde devam eden bir barış süreci görüşmeleri yapılırken yerel seçimlere gidildi. Dolayısıyla silahların sustuğu bir dönemdi, Kürt siyaseti açısından tabii yol ayrımı vardı, özellikle bu seçimlere batı bölgelerinde HDP ismi altında, güneydoğu ve doğuda da DBP (Demokratik Bölgeler Partisi) ismi altında girildi. Bu yerel seçimlerde HDP, yani Kürt siyaseti Türk sol gruplarıyla işbirliği yaptı, daha önce de Türk sol sosyalist yapılarla işbirliği yaptığına tanık olmuştuk. 2014 yerel seçimlerinde Türkiyeleşme projesinin de bununla başladığını söylemek mümkün. Türkiye’deki sol grupların HDP’ye katkısının çok yüksek olmadığı daha sonraki tartışmalarda dile getirildi ama bu seçimlere de HDP, özellikle Türk sosyalist gruplarla işbirliği yaparak girdi. Yine hafıza tazeleyelim, o zaman 2014 yerel seçimlerinde CHP’nin büyükşehir belediye başkan adayı kimdi? Mustafa Sarıgül. HDP adayı kimdi? Sırrı Süreyya Önder.
ÖM: Bunları sık sık hatırlatmakta yarar oluyor, siz de bunu yapıyorsunuz, çok iyi oluyor çünkü insan nisyan ile malum, hafıza-i beşer yani bu sık sık unutuluyor doğrusu.
AB: Hafızayı diriltmek durumundayız çünkü eğer hafızayı boşaltırsak doğru siyasi analiz yapmak ve yeni siyasi kurgu yapmakta boşa döneriz, yanlışa düşeriz. Yine o dönemde dikkat çeken hususlardan bir tanesi, Kürt siyasetine DBP, HDP dışında muhafazakar Kürtlerin partisinin de ( HÜDAPAR) katılmış olması. Ayrıca sosyalist Kürt hareketinin önemli isimlerinden Kemal Burkay, uzun yıllar sonra Türkiye’ye geliyor ve kendi partisini kuruyor, (Hak ve Özgürlükler Partisi) seçimlere katılıyordu. Ancak bu partilerin , 2014 yerel seçimleri dahil yapılan seçimlerde bir varlık gösterdiğine tanık olamıyoruz. Altının çizilmesi gereken hususların başında ‘çözüm süreci’ adı altında devam eden görüşmelerin yapıldığı bir dönemde yerel seçimlerin yapılıyor olması, silahların sustuğu bir dönem ve Kürt siyasetinde legal hareketlere yeni eklenen partiler bulunuyor. Diğer önemli bir konuda Suriye etkisi karşımıza çıkıyor. Suriye etkisi nedir? O zaman Arap baharının başlamasıyla birlikte Suriye’de özellikle Rojova bölgesinde bir özerk yönetim gündeme geldi. 2012’de başlayan Arap baharı isyanları, Suriye’ye de sıçradı, Suriye’nin Kürt bölgesinde özerk bir yönetim gündeme geldi, Rojova bölgesi özerkliği. Bu gelişmenin, 2014 yerel seçimlerinde özellikle Doğu ve Güneydoğu'da yerel seçimlere katılan DBP’nin kampanyasında, demokratik özerkliğin öne çıkmasını sağladığını söylemek mümkün. Seçim beyannamelerinde görüldüğü üzere, demokratik özerklikten kastedilen, Kürtlere belli bir coğrafyanın isminin verilmesinden başlamak üzere, belediye ve il meclislerinin parlamento işlevini görmesi, siyasi bir organ gibi çalışması hedefliyordu. Demokratik özerklik seçim beyannamelerine girdi, bunun için de anayasal düzenlemelerin olması gerektiği vurgulandı. Biliyorsunuz o dönemlerde TBMM’de kurulan yeni bir anayasa yapılması için anayasa uzlaşma komisyonu vardı, 60 maddede kabul edilmişti, MHP’nin, CHP’nin, AKP’nin, DBP’nin ve HDP’nin bulunduğu ortak oylarıyla. Bir süre sonra bu çalışma kesintiye uğramıştı.. Kürt sorununun varlığına ilişkin son 16 yıla baktığımızda, özellikle AKP genel başkanının iktidarı boyunca gelgitlerle dolu bir performans sergilediğini görmekteyiz. Örneğin 2005’de Diyarbakır’da “Kürt sorunu vardır” hemen sonrasında “Kürt sorunu diye bir sorun yoktur” sonra tekrar “Bu sorunu çözmek için Baldıran zehri olsa içerim” dedi. Vardır, yoktur gelgitlerine geçen haftalarda bahsettik, tekrar etmek istemiyorum.
2013’te, Öcalan’ın Hakan Fidan görüşmesi sonrasında başlayan, geniş kapsamlı, legal ve legal olmayan Kürt siyasi hareketini de içine alan görüşmeler zinciri; Türkiye tarihi boyunca devam eden Kürt sorununun -Birinci Kurucu Meclis dışında yani 1920 meclisi dışında- görülmedik ölçüde etraflıca ortaya konulmasını sağladı, ana dilde eğitimden demokratik özerkliğe, kültürel ve vatandaşlık tanımına kadar uzanan pek çok hususun dile getirildiği bir dönem olarak karşımıza çıkıyor. Bugün bazı kelimelerin bile yasaklı olduğu bir ortamda yaşıyoruz, tanımlar, kelimeler suç unsuru olabiliyor ki bu aynı iktidar dönemlerinde yaşanan hususlardır, yaşadığımız bu gelgitler. O dönem bu konuda yapılan yayınlara baktığımızda, demokratik özerklikle ilgili hususlar, iktidarın Suriye’deki Kürt siyasi liderlerle olan temasları, tüm bu gelişmeler iç ve dış kamuoyunda geniş destek buldu, hatırlayın o dönemde, barış ve savaşın durması, silahların susması, toplumun çok büyük bir bölümünde karşılık bulan bir husustu. Böylesine bir ortamda seçimlere gidiliyordu 2014’te, kimi AKP yetkilileri dahil, Kürt siyasi hareketinin ortaya koyduğu demokratik özerkliğin tartışılabileceği, test edilebilirliği dahi konuşulabil iniyordu, böylesi bir hava söz konusuydu.
ÖM: Evet. Dün Kayseri’de düzenlediği mitingde Cumhurbaşkanı ve AKP genel başkanı Recep Tayyip Erdoğan HDP eş genel başkanı Sezai Temelli’nin “Kürdistan’da kazanacağız” şeklindeki açıklamasını hatırlatıp “Türkiye’de ‘Kürdistan’ diye bir bölge var mı? Peki Bay Kemal bu açıklamayı yapanlarla nasıl oluyor da beraber gidiyor? Bu İyi parti nasıl oluyor da ülkeyi bölmek isteyenlerle beraber yürüyor?” demiş ama CHP İstanbul milletvekili Gürsel Tekin de bu sözlere sosyal medya hesabı üzerinden Twitter’dan yanıt vermiş ve diyor ki 2013 yılında (sizin bahsettiğiniz şeyden biraz önce)...
AB: Hatırladığım kadarıyla “Sorunu çözmek için gerekiyorsa baldıran zehri bile içerim” sözünü de Erdoğan, Kayseri’de söylemiştir.
ÖM: Yine Kayseri’de evet “Bunlar tarihi bilmiyorlar, bunların tarih bilinci yok, şimdi cumhuriyete savaş açmak derken bir defa dünyaya şöyle bir bakalım” diye anlattıktan sonra “Güçlenme alametidir bu, yani eyalet yapılanmaları güçlü ülkelerde çok daha süratle kalkınmayı getirir ve demokraside özellikle siyasi rekabeti getirir. Kendi tarihimizde de Osmanlı’ya baktığımız zaman o güçlü Osmanlı’da mesela çok daha enteresan Lazistan eyaleti var, Kürdistan eyaleti var, iniyor güneye yine aynı şekilde eyalet sistemleri var” diyor. Yani bu şekilde de sayın Erdoğan’ın "Türkiye’de Kürdistan diye bir bölge var mı?" sorusuna yanıt vermiş Gürsel Tekin. Böyle bir çelişki var.
AB: Bu konuda 2013’e kadar sayısız gelgitler yaşadık, hatta bir seferinde birkaç ay önce “Kürt sorununu çözmek bizim işimizdir!” diyen Erdoğan, daha sonra “Kadın da olsa, çocuk da olsa güvenlik güçleri gerekeni yapacaktır!” şeklinde bir konuşma yaptı, bir çocuğun öldürülmesi söz konusu olmuştu, bunun üzerine Dengir Mir Fırat, AKP genel başkan yardımcılığı görevinden ayrılmıştı tepki olarak.
ÖM: O da AKP’nin kurucularındandı değil mi?
AB: Evet kurucusuydu.. Barış sürecine gelene kadar sayısız gelgitler olmasına karşın, 2013 başından itibaren yakın tarihte görülmemiş ölçüde görüşme trafiğinin başladığını, geçen hafta söyledim 25 kez gruplar bir araya geliyor, bunun sonucunda barış süreci akıyor, akil adamlar atanıyor, sonrasında izleme komitesi kurulmasına karar veriliyor.. 2014 yerel seçimleri silahların sustuğu, çözüm süreci görüşmelerinin devam ettiği barış ortamında gerçekleşiyor. 2014 yerel seçimlerinde geçen hafta söylediğimiz gibi Kürt siyasi hareketi önemli bir başarı elde ediyor, 100’ün üstünde belediyede varlığını gösteriyordu. Barışın olduğu ortamda, silahları bırakılarak, mücadele siyaset içine aktığı ölçüde, bahar geniş bir siyasi alana yayıldıkça, legalleştikçe , barış sürecinin siyasete olan katkısı olduğu görülüyordu. Nitekim bu görüşmeler, HDP’nin 2014 yerel seçimlerde aldığı başarılı performans ki burada şunun da altını çizmekte yarar var, bir taraftan barış sürecinin başat bir unsuru oluyor Kürt siyasi hareketi, ayrıca eş başkanlık sistemini getiriyor, onun da altını çizelim. Bugün eş başkanlığa karşı AKP lideri, bugün belediyelerde ve partide seçilen eş başkanların neredeyse hepsi içeride, o devirde eş başkanlık uygulamasına bir karşı çıkış yok, engellenmiyor Hatta biraz önce söylediğim gibi yeni anayasa yapılması, vatandaşlık tanımı gibi değişikliklerin ve düzenlemelerin yapılması tartışılıyor. Türkiye’de barış görüşmeleri yerel seçimlerden sonra da devam ediyor, ( 23 Şubat 2013 – 15 Mart 2015 tarihleri arasında 25 görüşme yapılıyor) akil adamlar tayin ediliyor, bu kişiler bölgelere dağılıyorlar, raporlarını hükümete ve liderine veriyorlar, açıklıyorlar. Öcalan , devlet ve Kürt siyasi hareketi arasındaki görüşmelerin tamamını bilmiyoruz, sadece o dönem iç ve dış basına sızdıkları kadarıyla, yansıdığı kadarıyla biliyoruz. O dönemde gelen bir eleştiri vardı, o da bu görüşmelerin içerde değil dışarıda sürmesi gerektiği üzerineydi. Sonuçta Öcalan tutsak, hükümlü bir şahıstı, onun iradesi önemseniyordu ama Gandi ve Mandela örneklerinden hareketle, hükümlü olmayanların görüşmelerin asli unsuru olması gerektiği vurgulanıyordu. Ancak burada önemli işlevi Kürt siyasi hareketi üstlendi. Görüşmeler 14 Mart 2015’e kadar sürüyor, peki 28 Mart 2015’te ne oluyor? Dolmabahçe mutabakatı açıklanıyor, o tabloyu gözünüzün önüne getirin, devlet yetkilileri, AKP yetkilileri, hükümet yetkilileri, başbakan yardımcısı, öbür tarafta da HDP grup başkanları, sözcüleriyle birlikte, 10 maddelik, silahların susmasını takiben barış sürecinin yol haritasını çizmeye yönelik bir deklarasyon açıklandı. Deklarasyon yayınlandıktan kısa bir süre sonra ne oldu? Nevruz’da Abdullah Öcalan’ın bildirisi okundu 21 Mart’ta, yalnız 17 Mart 2015’te HDP grup toplantısında bugün tutuklu olan Eş Genel Başkan Selahattin Demirtaş, üç cümleyle grup toplantısını açtı ve kapadı. Demirtaş’ın “Seni başkan yaptırmayacağız!” ifadesinden 4-5 gün geçti geçmedi Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Dolmabahçe mutabakatını tanımadığını ifade etti. Bu gelişmelerden sonra gerilimin hızla artmaya başladığına tanık olduk. Bir yandan yerel seçimlerden aldığı itkiyle ‘Türkiyeleşme projesi’ adı altında HDP’nin ivmesi hızlanırken, bir taraftan çözüm sürecine ilişkin gelişmeler en üst aşamaya çıkmışken -ki başbakan yardımcısı Yalçın Akdoğan, grup başkan vekili Mahir Ünal, kamu güvenliği müsteşar yetkilileri, MİT yetkilileri, HDP yetkililerinin huzurunda okundu bu deklarasyon , hatta bu konuda yine başbakan yardımcısı Bülent Arınç’la cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan arasında o zaman ‘haberin vardı / haberim yoktu / yalan söylüyorsun’ polemiği de gündeme geldi. Biz bu şekilde 7 Haziran 2015 genel seçimlerine geldik.
2014 yerel seçimleri bölgede varlığını kuvvetlendiren bir Kürt siyasi hareketinin net bir şekilde ortaya çıkmasını sağladı. Bu itkiyle devam eden süreçte tabii ki barış görüşmeleri, çözüm süreci görüşmelerinin katkısı vardı, bu atmosferi aynı zamanda Suriye’deki Kürt özerk bölgesinin etkisiyle birlikte değerlendirdiğimizde, çözüm sürecinin akamete uğraması sonucu barışın kaybolması, büyük bir hüsran dalgası yarattı. Çok önemli bir ilerleme, sıfırlandı. Beklentilerin çok yükseldiği bir süreçti, tarihimizde ilk defe böyle bir ilerleme kaydedilmişti, çözüme kamuoyu da inanmıştı. İktidar samimiyetinin derinliği konusunu test ettiğimizde, özellikle Roboski- Uludere katliamı ve Gezi sürecinde iktidarın aldığı tavıra bakıldığında, çözüm süreci diye adlandırılan dönemi yalancı bahar olarak değerlendirmek pekala mümkün .Bir taraftan 17-25 Aralık olayları başlamış, cemaatle muhteşem kapışma devam ediyor, anti demokratik yasalar, iç güvenlik paketleri, düzenlemeler, yani otoriter rejim yasal düzenlemeleri peşi sıra geliyor, içeride genel bir otoriter rejim kurgusu hakimken Kürtlere özerklik ya da Kürt haklarının tanınması pek mümkün gözükmüyordu, bu iki zıt durumu aynı paralelde olmadığına, yürümeyeceğine ilişkin kuşkular taşımak mümkündü. Siz, ülkeyi anti demokratik bir düzene doğru götürüyorsunuz, bir taraftan da tamamen zıddı uygulamalarla, Kürt sorunu çözüm sürecini işletir gözüküyorsunuz. Nitekim, mesele sonuçta gerçekten tıkandı. Temel tıkanıklık nedenlerini ortaya koymaya çalıştım.. Kürt sorununda her şeyin tartışıldığı bir ortamdan şimdi ‘Kürdistan’ kelimesinin kullanılmamasına kadar uzanan bir seyir izledi bu mesele.
Birinci dünya savaşından itibaren Kürtler, Ortadoğu’da dört ülkede yaşıyorlar, Türkiye Kürtleri, Suriye, Irak, İran Kürtleri, dört ülkede yaşayan Kürtlerin 40 milyon’a yakın bir nüfusa sahip oldukları, Fransa büyüklüğünde bir coğrafyada, devletleri olmadan yaşadıkları biliniyor. Dünya’ya baktığınızda bu büyüklükte bir coğrafyada yaşayıp, bu kadar nüfusa sahip olan devletsiz halk bulamazsınız. Bu dört ülkede Kürtler kimlik hakları tanınmayarak yaşadılar bir yüzyıl boyunca. Dolayısıyla 2013’te başlayan çözüm sürecine ilişkin gelişmeler, Dünya’da da, bölgede de Türkiye’de de, “Türkiye Kürt sorununu çözerek büyüyecek” şeklinde kuvvetli bir algıyı yarattı. Türkiye’de iktidarın Suriye’de ayaklanmalar başladıktan sonra ki dönemde Kürt gruplarla iyi ilişkiler yaşadığını da görüyoruz. Türkiye’de sorunun çözümünün, bölgede de sorunun çözümüne katkıda bulunacağına ilişkin kanıyı güçlendirdi. Türkiye’de iktidarın Kürt sorununda demokratik çözüme liderlik etmesi, Türkiye’nin uluslararası ölçekte prestijini artıran bir durum olarak kabullenildi. Ancak, bu ilişkilerin daha sonra Suriye yönetimine muhalif İslami cihat örgütleri olan gruplara tahvil edildiğini , sorunun acı bir şekilde bugünlere geldiğine tanık olduk..
Türkiye barışla Kürt sorununu çözmeyi, siyasal adımlarla Kürt sorununu çözmeyi hedefleyen bir konumdan, 7 Haziran 2015 yerel seçimleri sonrasında tamamen başka bir pozisyona girdi.
Burada özellikle PKK’nın izlediği tavrın, yanlışlıkların altını çizmekte yarar var, bu süre içerisinde şehirlerde, kasabalarda hendeklerin açılması, PKK’nın silahlı gruplarının eğitim ve talimleri, bu konuda güvenlik güçleriyle bu gruplar arasında herhangi bir şey olmaksızın, adeta göz yumulması gibi durumlara tanık olduk. 7 Haziran seçimlerinin hemen sonrasında çözüm süreci kontratının bozulması; iki tarafın da şiddete sarılması, hiç anlaşılamayan ‘devrimci halk savaşı’ gibi,- halkın katılmadığı ama perişan olduğu- hendek savaşları gibi hedeflerle, binlerce kaybın, adeta topyekun imhaya varan bir dönem başladı.. Demokratik süreçlerin tamamen tıkanması, sertlik şiddet politikası, ardından gelen 2016 darbe teşebbüsü sonrasında yaşanan OHAL ve OHAL şartlarında yapılan seçimler, Türkiye’nin anayasal rejim değişikliği, ülkenin otoriter rejim içerisinde girmesine yol açtı. Temel hak ve özgürlüklerinin tartışıldığı, kuvvetler birliğinin yaşandığı, bağımsız yargı ortamının olmadığı bir otoriter rejimde barış aramak hayal gibi geliyor, mevcut durum Kürt sorununa çözüm bulmak için önü tıkalı bir duruma işaret ediyor.
ÖM: Evet, Kürt politikacı, siyasetçi ve aynı zamanda haklar savunucusu Tarık Ziya Ekinci ile de yapılmış ayrıntılı bir söyleşi vardı T24’te yanılmıyorsam. O da hem PKK’yı hem HDP’yi hem de Türkiye’nin genel yönetim şeklini, yani tümünü aslında siyasi aktörleri de eleştirerek göz önüne alan kapsamlı bir söyleşi, değerlendirme, ilginç bir analiz yapıyor. Belki onu da siteye koymak lazım. Bir de Metin Münir T24’te “Bu demokrasiden cayma, popülizm ve otoriterleşmeye kayma eğilimlerinin tarihi yazıldığında, öncü Türkiye. Bu konudaki öncü ülkenin Türkiye müjdecinin Erdoğan olduğu kaydedilecektir. Basını köreltme işine Avrupa’da daha popülizm lafı geçmezken başlamıştı ve işini kısa zamanda başarıyla tamamladı Erdoğan. Medyanın neredeyse tamamı AKP saflarına geçti ve orada bulunan kişiler tarafından satın alınıp Erdoğan’ın emrine verildi. Geriye kalanlar da ki aralarında ben de varım, gazetecilik değil gazetecilik taklidi yapıyor. Bu tarifin dışına çıkmaya çalışanlar da kendilerini kısa zamanda AKP’nın cezalandırma kolu haline gelmiş olan mahkemelerin önünde buluyorlar. Son örnek de Cumhuriyet muhabiri ve Uluslararası Araştırmacı Gazeteciler Konsorsiyumu üyesi Pelin Ünker’dir. Binali Yıldırım ve oğullarının Malta’daki ticari faaliyetleri konusunda yaptığı haberler nedeniyle 13,5 ay hapse mahkum oldu. Yıldırım dahil kimse haberin içeriğinin yanlış olduğunu iddia etmediği halde” diye yazmış.
AB: Biz, 2011’den itibaren seçim güvenliği meselelerini gündeme getiriyoruz, adil bir seçim ortamı söz konusu mu, değil mi? Hele hele Haziran 2015 seçimlerinden sonra Kasım seçimleri malum.. Aklıma geldi unutmayayım 2014 yerel seçimlerinde iktidar partisi önemli sayılabilecek kayba uğradı Ardından AKP iktidarı, 2015 Haziran genel seçimlerinde çoğunluğu kaybetti, bunun hemen sonrasında şiddet başladı, topyekun imha, hendek savaşları, devrimci halk savaşı vbg gelişmeler yaşandı, halk da sokaklara inmedi, kentler harap oldu, taş taş üstünde kalmadı, bu gelişmelerin başlangıcında AKP’nin tek başına iktidarı kaybetmesi, Dolmabahçe’de ilan edilen mutabakatın tek taraflı bozulması vardı..
O günlerden bugüne geldiğimizde, Türkiye’de bağımsız bir yargı, kuvvetler ayrılığı kalmadı, ki yaşadığımız referandumlar, genel seçimler, seçim sistemleri, seçimlerde uygulanan anti demokratik uygulamalar bugün yasalaşmış durumda, yasa maddesi halinde, Türkiye kuvvetler birliği adı altında ve tarafsız bir yargının olmadığı, yargının işlemediği bir ortamda yine seçimlere gidiyoruz.. Önümüzde yapılacak yerel seçimlerde işte böyle bir ortamda yapılıyor.! Yani biz iklimden, tornadolardan söz ediyoruz ama Türkiye’nin üzerinden sayısız da siyasi tornado geçti...
Yaşadığımız olumsuzluklarda ana muhalefetin katkısını vurgulamaktan geçemeyiz. Özellikle parlamentonun zayıflamasının en önemli unsuru olan dokunulmazlığın kaldırılması bu süreci hızlandırdı. Sonuçta Türkiye bir evvelki 2014 yerel seçimlerinde bir barış ortamını yaşıyorduk, bugün beş yıl sonra geldiğimiz nokta da böyle. Bir hafıza tazelemesi, diriltmesi yapmakta fayda var diye bu seriyi sürdürdük. Umarım yararlı olmuştur. İyi yayınlar diliyorum.
ÖM: Çok teşekkür ederiz Ali bey, görüşmek üzere.
CT: Görüşmek üzere.
AB: Hoşça kalın.