Açık Gazete'nin Ekonomi Politik köşesinde Ali Bilge'yle, 24 Haziran'da OHAL şartları altında yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili seçimlerinin şeffalığı ve güvenliği hakkında konuştuk. AGİT (Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı), BM gibi uluslararası kuruluşların uyarılarını, taşınan sandıklar gibi konuları da ele aldık.
Ömer Madra: Günaydın Ali Bey!
Ali Bilge: Günaydın Ömer Bey!
Can Tonbil: Günaydın Ali Bey, merhaba!
AB: Günaydın Can! Herkese merhaba!
ÖM: Nasıl bir tur izleyelim?
AB: Ekonomik sorunlar var malum, o sorunlar içerisinde kıvranarak seçime doğru ilerliyoruz, bir de seçime ilişkin yaşananlar var, ikisini harmanlayarak girelim isterseniz?
ÖM: Evet, lütfen.
AB: Ortada başından itibaren OHAL ve KHK şemsiyelerinde ki hep altını çizdik, OHAL’de seçime gidilir mi, gidilince başımıza neler gelir tartışmalarını haftalardır, aylardır yapıyoruz. Çünkü daha önce dilimizin yandığı 2017 referandumu var. Yine içinde bulunduğumuz günlerde seçim güvenliğine ilişkin pek çok altının çizilmesi gereken gelişme söz konusu oldu. Bunlardan bir tanesi anayasa mahkemesinin en son Mart ayında seçim yasasına ilişkin yapılan düzenlemeleri CHP anayasa mahkemesine götürmüştü, bu mühürsüz zarflar, idarenin sandıktaki egemenliği gibi hususları yani tamamen anti demokratik, demokratik seçimlere gölge düşüren düzenlemeler ki bu düzenlemeleri geriye doğru çektiğimizde 2011’den itibaren düzenlemelerin yapıldığına tanık oluyoruz. En sonunda Mart ayında yapılan bu düzenlemeler, geçen referandumun defoları, geçen referandumun meşruiyetini ortadan kaldıran uygulamalar yasa kapsamında içerisine alındı. CHP de bunlara itiraz etti, anayasa mahkemesi de bu itirazı reddetti. AGİG geldi bu arada Türkiye’ye, AGİT sürekli bu hususlara daha önceki yıllardan da itirazını, şerhini düşen uluslararası bir örgüt ve Türkiye bu AGİT şeyini kabul eden bir ülke.
ÖM: Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı. Türkiye uzun bir süredir bu uluslararası örgütün üyesi zaten. Ana görevleri de seçim ve demokrasi güvenliğinin sağlanması ve bütün ülkelerde yapılmış seçimlerin de denetimini sağlayan, sürekli olarak gelen, gözlemci grubu gönderen bir örgüt bu.
AB: Evet. AGİT üyeleri ile YSK’nın başkanı ve AGİT’in yöntemlerine karşı çıkan ve iktidar yanlısı olarak bilinen üyeler AGİT’le görüşmediler. Bunun altını çizelim, sadece diğer partilerin temsilcileri AGİT üyeleriyle görüştü. AGİT’in en büyük itirazlarından bir tanesi YSK kararlarının yargı yoluna gidilmemesine ilişkin hususlar. Dolayısıyla anayasa mahkemesinin itiraza reddi, AGİT’le görüşemeyen bir YSK var. Ayrıca haftalardır yine Avrupa Birliği temsilcilerinin, aynı zaman Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi üyeleri de buradaydılar. Onlar da “Venedik kriterlerine uymuyor seçim” uyarısında bulundular. AGİT gözlemcileri de dedi, onlar da görüştü. Daha önce BM yetkilisi “OHAL’de bu şartlar altında demokratik seçimler yapılamaz” dedi. Dolayısıyla bunların hepsi, yani uluslararası kuruluşların ‘Türkiye’de demokratik bir seçim yapılması bugünkü şartlarda olanaklı değil’ yorumları çerçevesi içerisinde bir seçim sürecindeyiz. Nitekim mühürsüz zarflar artık meşrulaştı, sandık güvenliğine ilişkin hususları en önemli teminatı olan idarenin ağırlığının sandıklarda olmaması tamamen ortadan kalktı. İdare ve emniyet, güvenlik güçleri isterse sandıktan herkesi uzaklaştırabilecek, yani idarenin kontrolünde bir sandık süreci içerisine giriyoruz. Ayrıca daha önce de altını çizmiştik, Türkiye’nin özellikle doğu ve güneydoğusunda yasak bölgeler var, köylerine gidemiyor insanlar, bir köyden öbür tarafa gidemiyorlar ve bu yerlerde sandığa gitmek, oy vermek mümkün değil. Taşınan sandıklar var, 144 bin insanı ilgilendiren bir karar aldı ve bu konuda da valiliklere yetkiler verildi. Bu konuda Tarhan Erdem beyin geçen hafta yayınlanan yazısının okunmasını tavsiye ederim. Tarhan bey bu konulardaki uyarılarını her daim yapar ve bu meselenin de yani uluslararası örgütler dışında Türkiye’nin içinde bulunduğu seçim mevzuatına, seçime ilişkin yasal düzenlemelerin, aslında bir seçim güvenliği anlayışı, gerçek demokratik bir seçim güvenliği anlayışının dışında idarenin mevcut iktidarın güdümünde, inisiyatifinde ki bir seçim güvenliği komisyonu kurulmuş İçişleri Bakanlığı’nda, Tarhan bey buna da işaret ediyor. Bunun kararları henüz yayınlanmamış, YSK’ya da bildirilmemiş anladığım kadarıyla. Biz hep 46 seçimleri analojisi kuruyorduk biliyorsunuz geçen seneki referandumda, bu 46’yı bile arattıracak bir noktaya doğru ilerleyen bir seçim atmosferindeyiz. Bunun altını hep çizmek istiyoruz, yani gerçekten bakın geçen haftaki şeylerde yine gazetecilerin yani medyanın %95’i iktidar medyası, böyle bir yerde geçen ay içerisinde 4 gazeteci tutuklanmış, 6 gazeteci gözaltına alınmış, 15 gazeteci 92 yıl hapis cezası almış, 3 habere erişim engeli konmuş, 3 gazeteye de yeni dava açılmış, bunlar 1 ay içerisinde olan olaylar, Barış Yarkadaş’ın raporundan aktarıyoruz. Biz bu şartlar içinde hiçbir eşit propaganda imkanı olmayan tüm devlet olanakları tek adama, partisine sevk edilmiş yeknesak bir medya ile gidiyoruz. Bu halde iki şey karşımıza çıkıyor, yani Erdoğan bütün bu olanakları kullanıyor ama 2 tane yenilgisi var bütün bunlara rağmen, bir tanesi Londra seferi sonrasında artık noktayı koydu, faize yenildi Erdoğan. Yani sürekli faizleri baskı altında tutan Erdoğan faizlerin yükselmesini, ekonominin gerektirdiği faiz operasyonlarını engelleyen Erdoğan faizlerin yükselmesine engel olamadı. Nitekim bu konuyu açacağız, ikinci bir Londra seferi oldu geçtiğimiz şeyde ekonomiden sorumlu başbakan yardımcısı Mehmet Şimşek ve Merkez Bankası başkanı adeta birinci seferde Erdoğan’ın dağıttığı piyasa temsilcilerini ki Türkiye bunlardan borç alıyor, yumuşattı “bu bir seçim ortamı” dendi, belli garantiler verildi, Merkez Bankası bağımsızlığının olacağına dair işaretler ve faizler yükselip, politika faizinin sadeleşeceğine dair ifadeler kullanıldı. Yani Erdoğan’ın yıktıklarını tamir etmeye giden ekip piyasalara belli güvenceler verdi. Ona rağmen ki önümüzdeki yarım saat veya 1 saat içinde enflasyon verileri açıklanacak, o enflasyon verisine göre de ya da enflasyon verisi ki o veri tabii ki önemli ama ona rağmen yükseltilen faiz uluslararası aktörlerin ve yerli aktörlerin istediği bir oran değil, yeni bir faiz yükselmesine 7 Haziran’daki Para Piyasası Kurulu’nda gündemde. Dolayısıyla bütün bu ortamda yani Türkiye’nin içinde bulunduğu finansal kaynaklara ilişkin yaşanan sorunlar ki yani bunun sonucu olması gereken konu enflasyon-faiz ilişkisinde faizlerin yükseltilmesi ama bu konu Erdoğan’ın hem iktisat yazınına negatif katkıda bulunduğu bir alan hem de bir siyasetçi olarak diyor ki “ben iktidarı bırakmak istemiyorum, faizler yükselirse durgunluk olur, ekonomide durgunluk olması benim işime gelmez, en azından şimdilik gelmez, seçimden sonra indiririm bir takım şeyleri ama şimdi bunun olmasını istemiyorum”. Zaten baskın seçim de bundan dolayı oldu. Ekonomiyle ilgili bir iki noktayı da belirterek o tarafa geçmek istiyorum. Enflasyon rakamı açıklanacak ama aylardır yüksek çekirdek enflasyonda bir katılık dikkat çekiyor, bu da enflasyonun aslında geneline hitap eden yani mevsimsel ve konjonktürel etkilerden arındırılmış esas işin özü olan, enflasyonun özü olan imalat sanayinin enflasyonu demek olan çekirdek enflasyonda katılık aylardan beri dikkat çeken bir husus. Sanıyorum bütün aktörler de bunu izliyor, bu aynı zamanda enflasyon-faiz ilişkisinin ne kadar kopuk olduğuna işaret eden bir husus olarak karşımıza çıkıyor. Bu arada dış ticaret açığı geçen hafta büyüdü, yine o da cari işlemler dış hesapları Türkiye’nin cari işlem adı altında nitelendiriyoruz en önemli bileşeni ithalat-ihracat kalemlerinin arasındaki fark. Dolayısıyla buradan müthiş bir baskı var. Tabii uluslararası piyasalar da diyor ki ülkenin Merkez Bankası saraya bağlı hareket ediyor, Merkez Bankası’nın bağımsızlığı şüpheli, enflasyonla bir mücadele politikası göremiyoruz, ikide birde revize ediliyor, cari açıkta da bir mücadele göremiyoruz, çünkü cari açığı büyütücü önlemler alınıyor, yani faiz, döviz kuru ve enflasyon ilişkisi raydan çıkmış durumda. Merkez Bankası bağımsız karar alma kabiliyetini yitirmiş, tek adam rejimiyle ekonomiyi yönetmek imkansız hale geliyor. Bu ne kadar büyük sinyaller verse de seçim sürecini atlatmak için elden gelen esirgenmiyor. Bu arada tabii bütün uluslararası yayınlarda, bu toplantılarda ortaya çıkan sonucun yansıması derecelendirme kuruluşları peşpeşe kararlar aldılar; Türkiye’nin hem bankalarını hem de genel Türkiye’nin notunu negatife indirecek, olumsuzlayacak peşi sıra kararlar geldi.
ÖM: Ben de bir iki şey söyleyeyim bu konuda, bir kere önce bu seçimle ilgili olarak Adil Seçim Platformu’nun yaptığı açıklama ilginçti, sizin de sözünü ettiğiniz taşınan ya da birleştirilen sandıklarla ilgili orada önemli problemler yaratılabileceği, hatta CHP “bize bazı şeyler yeterince gelmedi” diyorlardı. ASP’nin yaptığı seçim toplantısında Ankara’da CHP, HDP, İyi parti ve Saadet partisinin temsilcilerinin yapıldığı bir sandık güvenliği platformu vardı. Çeşitli kuruluşlarının Sensiz Olmaz, Oyum Güvende, DİSK, KESK, Memleket Biziz, Hak ve Adalet gibi platformların yer aldığı bünyesinde şunu söylüyorlar “taşınan ya da birleştirilen sandıklarda 3 kat daha fazla görevli olacak, taşınan her sandık başındaki görevli sayımızı 3 katına çıkaracağız” diyor. CHP adına açıklama yapan genel başkan yardımcısı Adıgüzel de “sandıkları taşınan 18 ilin seçmen listeleri hala partilerin eline ulaşmadı” demişti artık ulaşmıştır herhalde fakat AKP ve MHP’ye de teklif götürülmüş, buna rağmen de partiler bu daveti kabul etmemişler. Yani “Türkiye’nin dört bir yanında müşahit arkadaşlarım aynı zamanda muhabirlik de yapacaklar, bunlara da ‘müşabir’ dedik” diyor. “Müşabirler Türkiye’nin her yerinden bilgi aktaracaklar ve son sandık açılana kadar seçim kesinleşmiş değildir ve sandıklar terk edilmemelidir” diye bir açıklama yaptılar. Bu önemli bir şey, bunu Açık Radyo’da daha etraflıca takip etmeye çalışacağız. Bu konuyla ilgili uğraşan arkadaşlarımız da var zaten.
AB: Bu konunun takipçilerinden biri de benim, bu konudaki yapılan çalışmalar bugüne kadar çalışmaların üzerine çıkmış durumda çünkü siyasi partiler seçim güvenliği konusunda biraraya gelme becerisi gösterdiler.
ÖM: Evet onu söylemek istiyordum ben de.
AB: Bu konudaki bütün çabalar son derece saygıdeğer, müthiş özveri içerisinde, bunu takip edeceğiz, bütün bu olumsuzlara karşın oyumuzun ve bu gölge düşüren tüm etmenlere karşı bu seçimin koruyucusu seçmenler olacak yine. Birbiriyle siyasal görüşleri bağdaşmayan insanların seçim güvenliğini kontrolünü elinde bulundurması gerekiyor. Bu anlamdaki çalışmalar gerçekten önemli. Ama uluslararası kuruluşlar ve mevzuat çerçevesinde durum bu. YSK görevini yapmıyor yani, zaten uzunca bir süredir ülkemizde adalet hukuk eliyle dağıtılmadığı için kişiye göre bir adalet dağıtılması ona da adalet denmez, kurumlar da yeterince bu işte şeyde bulunmuyor. Dolayısıyla vatandaşın iradesi dışında güvenecek pek fazla bir dal yok.
ÖM: Ama mesela diğer başka örneklerden de gördüğümüz gibi işte Azerbaycan’da, Özbekistan’da ya da Mısır’daki seçimlerde, vb. gördüğümüz gibi yurttaşların kendi oylarına sahip çıkabileceklerini sağlayan bir ortamı oluşturuyorlar burada. Ne kadar başarılı olacağını elbette birlikte göreceğiz ama bu uğurda mücadele edilmesi son derece önemli sizin de dediğiniz gibi. Bu ASP’nin katılımcısı olan tüm siyasi partiler, meslek örgütleri, demokratik kitle örgütleri ve sivil inisiyatifler hepsinin sandık kurulu görevlisi ve müşahit görevlendirmeleri ve tek bir sandığın boş kalmayacak şekilde hep birlikte yapıldığını söylüyorlar. “100 binlerce görevli ve gözlemcimiz sandıkların başında hazır bulunmalarını sağlayacağız, mümkün olan heryerde hepimiz birlikte olacağız ama birimizin olmadığı yerde başka birimiz mutlaka olacak” diyorlar. Önemli açıklamalar yaptılar. “Teknolojik imkan ve lojistik altyapımızda da görevlerini eksiksiz yerine getireceğiz” diyorlar. “Gün boyunca da sandık başlarından doğrudan seçim bilgilerini bütün Türkiye gerçek zamanlı olarak duyuracağız. Seçim sonuçlarının medya eliyle manipüle edilmesine de izin vermeyeceğiz” demişler. İlginç yani.
AB: Geçen seçimlerden farkı, bu konuda belli bir grubun değil seçimlere katılan muhalif tüm partilerin ortak bir projesi halinde ilerlemesi. Dolayısıyla şu yaşanıyordu, özellikle merkezi yerlerde siyasi partiler temsilcileri tamamı bulundurabiliyorlardı ama ücra köşelerde temsilciler olmuyordu, daha çok iktidar olanaklarıyla, iktidar yanlısı temsilciler bulunabiliyordu. Dolayısıyla sanıyorum bu çalışmalarla bunların önü alınmış olacak ama herşeye rağmen Türkiye bu anlattığımız çerçeve içerisinde seçimlere giriyor ve iktidarı demokratik yollarla bırakma eğiliminde olmayan bir kitle var. Onu da görmek durumundayız.
ÖM: Evet evet.
AB: İşte buna rağmen ben iki çarpıcı şey koyup Erdoğan’ın ikinci yenilgisine geçmek istiyorum. Bunlardan bir tanesi ekonomimize bağlı bu Moodies’ler, Standard & Poors’lar olumsuz şeyler aldı biliyorsunuz.
ÖM: Moodies ve Fitch evet.
AB: Fitch bankaları aldı. ‘Bunlar halkımıza kurulan komplo, döviz bunun için artıyor’ şeyi başladı.
ÖM: Evet “tamamen manipülasyon ve spekülatif amaçlı” dedi ekonomi bakanı Nihat Zeybekçi mesela. Mehmet Şimşek de “dolar kontrol altında” dedi ama öyle görünüyor mu ne diyorsunuz?
AB: Bakın şimdi Merkez Bankası’nın Mart finansal istikrar raporu yayınlandı, oradan birkaç rakam vermek istiyorum. Orada diyor ki “reel sektörün döviz varlığı ile döviz borcu arasındaki fark 222 milyar dolar” bu yüksek miktarda döviz borcu, bu 222 milyar’ın dağılımı da şöyle, 1 milyar doların üzerinde döviz borcu olan Türkiye’de firma sayısı 23 adet, 90 firma da 500 milyon doların üzerinde borcu var. Bu 500 milyon doların üzerinde borcu bulunan ve 1 milyar doların üzerinde borcu bulunan firmaların toplam döviz kredilerinin yani borcunun %33’üne sahip. Böyle ikide bir ‘borcumu yapılandır abi, ben gidiyorum!’ onların içinde işte, bilenenler var bilinmeyenler var. Bir de 15 de 500 milyon doların üzerinde borcu bulunan 2300 firma var. Bu 2300’ü yani 15 milyon doları, 92, 23’ü topladığımızda toplam döviz kredilerinin borçları %85’i. Şimdi bunun altında da 15 milyon doların altında olanlar var bunlar 44 bin firma, bunlarda %15 dolayında. Zaten bu 44 bin firma, daha önceki programlarımızda dile getirmiştik, buna kambiyo kısıtlamaları denir, 44 bin firmaya “artık siz döviz kredisi kullanamazsınız!” izlemeye alındı geçtiğimiz birkaç ay içerisinde. Bunlara dendi ki, senin bunu ödeme kabiliyetine bakacağız, şimdi bunlar öbürleri yani döviz niye yükseliyor diyenler için söylüyorum, bunların vadesi gelince bunu ödeme kabiliyeti olanlar piyasaya gidiyor ve diyor ki abi, bunun 6.9 milyar doları da 2018 sonuna kadar bu %15’lik listeden ödemesi gerekiyor, sonra bunu Türk Lirası’na döndürebilir, e bunlar ve diğerleri gidince ister istemez döviz fiyatları yükselir. Artı dışarıda borçlanma kabiliyeti daralıyor ve maliyeti yükseliyor. Yoksa bütün bunlar göz önünde oluyor, yani insanları eski Roma’da ekonomi kötüye gidince halka buğday dağıtırlarmış bir de sirke götürürlermiş, bir de işte iki tekerlekli araba yarışları, bir de Hristiyanları aslanların önüne atarlarmış.
ÖM: Ekmek ve sirk evet!
AB: Evet ekmek ve sirk yöntemi tarih boyunca geçerlidir yani! Bir taraftan o AKP illüzyonunda kötek altındaki oylar ekmek ve sirkte oylanırken bunlar oluyor. Çünkü bu kadar büyük bir borçlanma söz konusu oldu ve reek sektörün durumu, yani Mehmet Şimşek bu işlerin AKP cenahında en farkında olan kişi. Merkez Bankası içerisinde bu finansal istikrar raporunu yapan Türkiye reel sektörünü izleyen kuvvetli bir ekip var burada. Bunlar reel sektörün kalp atışlarını izliyorlar, nitekim onun üzerinde kambiyo kısıtlamaları, döviz borçlanması kısıtlamaları filan geldi. Dolayısıyla şeyin altında bu var. Erdoğan bu faiz konusunda dediğim gibi ayın 7’sinde Merkez Bankası muhtemelen 100 baz puan faiz arttıracak ve faiz yükselecek, ona engel olamıyor. Yani kendi yıktıklarını yardımcıları toplamaya gidiyor ama seçimlerden sonra, bu süre içerisinde gerçekten bu görülen manzara var ya, bu borçlanma ve bu borçlanmayı borçla ödeme kabiliyeti işte lastiğin patlaması, cam kırıkları üzerinde giden ekonomi dediğim bu, jantı dahi bozuyorsunuz. Dolayısıyla burada Erdoğan’ın Londra seferi sonrasında faiz kararlarını ki muhalefet de bunu dile getirmiyor, ülkede faiz yükselmesi iyi bir şey değil, hiçbir zaman hayatın iyi gideceğine işaret etmez ama ekonominin kuralları, özellikle liberal bir ekonomiyi takip ediyorsanız bunları yapmak zorundasınız. Dolayısıyla tek adam ekonomi yönetiminde durum burada. Şimdi bütün bu anlattığımız seçim ortamı olumsuzlukları ve bu olumsuzları ortadan kaldırma gayretlerimizle altını çizerek gittikçe Erdoğan Demirtaş’a yeniliyor. Hapishanede bir lider var ve bu sadece gün içerisinde avukatlarıyla mesaj gönderebiliyor ama geçtiğimiz hafta bir gelişme oldu ve muhtemelen önümüzdeki günlerde TRT Selahattin Demirtaş’ın propaganda konuşması için ya hapishaneye gidecek ya da Selahattin Demirtaş stüdyoya gelecek. Bu konuda son 2 gün içerisinde YSK’nın bildirisiyle ortaya çıktı ama halihazırda buna YSK’nın izin vermeyeceğine dair de bir işaret eden görüşler oldu ama bu ifade edildi yani YSK’nin bildirisi açıklandı. 6 liderin konuşma yapma olasılığı, şayet ki bu Erdoğan’ın son konuşmaları, anayasa mahkemesine yapılan itirazı Demirtaş’a ilişkin provokatif unsurlar içeriyordu, yani o kararı da etkileyecek işaretler vardı. Herşeye rağmen bu seçimin kilit unsuru Demirtaş ve HDP. Hep söylediğimiz ittifakın içinde HDP’nin var olması maalesef fiilen şu anda yok ama barajı aşması Türkiye demokrasisinin kurtarılması açısından, en olmazsa olmaz hususlardan bir tanesi. Burada da Selahattin Demirtaş adaylığı ve figürü son derece önemli. Bu konuşma gerçekleşirse herhalde Türkiye tarihinde ben öyle bir şey hatırlamıyorum, hatırlıyor musunuz 60 öncesi Bölükbaşı’lar filan o zaman TRT konuşmaları var mıydı? TRT yoktu da radyo vardı galiba?
ÖM: Evet İstanbul radyosu.
AB: Hapishaneden propaganda konuşması yapan oldu mu bilmiyorum ama
ÖM: Olmamıştır, ben şeyi de hatırlamıyorum hapishanede cumhurbaşkanı adayı olan bir kişi dünyada da çok sayıda yok herhalde, işte Mandela hariç. Bu arada Selahattin Demirtaş’tan da gayet iddialı bir çıkış, belki onunla bitirebiliriz, yani ben izninizle onu da okuyayım. “Edirne cezaevinde tutuklu bulunan HDP’nin cumhurbaşkanı adayı Demirtaş kişisel twitter hesabından 24 Haziran seçimlerine ilişkin şu değerlendirmelerde bulundu. 1) 16 Nisan referandumunu bizi içeri atarak komployla ve hileyle kazandılar. Şimdi 24 Haziran’da da kazanabilmek amacıyla beni içeride tutuyorlar. Bunun için anayasa mahkemesi dahil bütün mahkemelere baskı uyguluyorlar. 2) Dosyalarıma bakan bazı hakimler gördükleri baskılar nedeniyle istifa, hatta intihar noktasına geldiler, herşeye rağmen bir çok onurlu ve cesur hakimin olduğunu da biliyorum. 3) Bu zulüm düzeni 24 Haziran’da artık sona erecek, hukukun üstünlüğü ve yargının bağımsızlığı sağlanacak, yargıçlar da yargılananlar da adil yargının güvencesinde olacak. Yeter ki 1 oy HDP’ye 1 oy Demirtaş’a verin. 4) AKP’nin seçimi kaybedeceği netleşti, giderek daha saldırgan bir üslupla beni hedefe koymalarının nedeni de budur. Yandaş anket şirketleri bile durumu kurtaramıyor artık. 5) Herkes yeni bir yönetime, demokratik bir geleceğe hazır olsun. Bu arada kimse bu saatten sonra AKP uğruna suça ve günaha bulaşmaya kalkmasın; sadece kendi başını yakmış olur. 6) HDP barajı aşarsa Türkiye nefes alır, cumhurbaşkanlığı seçiminde 2.tura kalacağıma inanıyorum. 2.turda en geniş demokrasi ittifakını sağlayacağız ve halkımızın önüne güçlü bir alternatifle çıkacağız. Bu ittifak millet ittifakını aşan bir genişlikte olacaktır. Bunu mutlaka başaracağız” demiş.
AB: Bir husus daha var, geçen hafta bir de Türkiye’de opera, bale ve koro topluluk istatistikleri yayınlandı, onu da verip bitirelim. 2016-2017 sezonunda 281 bin kişi bu şeylere katılmış, detaylara girmeyeceğim ama bu azalarak iniyor. 2013-2014’te 400 bin kişi imiş seyirci sayısı, bunu da en son not olarak aktarmış olayım. Zaten herhalde tek adam rejimine geçildiğinde bu salonlar herhalde güreş salonu olur! Öyle bir niyetleri de var. Bunu opera ve bale sevenlerin dikkatine sunarım.
ÖM: Çok teşekkürler Ali Bey görüşmek üzere.
AB: Hoşça kalın!