Bonn’da COP 23’ü izleyen herkesi bir hayli şaşırtan haber, kuşkusuz Türkiye delegasyonunun zirveyi terk ettiği şeklinde algılanıyor. Oysa durum pek böyle değil.
Kaynak: Yeşil Gazete (20 Kasım 2017)
Habertürk’ten Esra Nehir’in özel haberine dayandırılarak Cumhuriyet, Sputnik, A Haber gibi pek çok internet gazetesinde yayınlanan bir habere göre Türkiye Bonn’da yapılan İklim Zirvesi’ni (COP 23) rest çekerek terk etmiş.
Habere göre gazeteye özel bir demeç veren Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki olayın nasıl geliştiğini şöyle anlatmış: “20’ye yakın ülke temsilcisiyle temasta bulundum. Gelişmekte olan ülke kategorisindeki Ek-2 ülkeleri 100 milyar liralık pastadan payları azalmasın diye bizi istemediler. 3 maddelik talebimizi reddettiler. Biz de rest çekerek toplantıdan ayrıldık.”
* Habere devam etmeden düzeltme: Gelişmekte olan ülkeler Ek-2 ülkeleri değil Ek-dışı ülkelerdir.
Başmüzakereci Prof. Birpınar kapanış konuşmasında ne dedi?
Bonn’da COP 23’ü izleyen herkesi bir hayli şaşırtan haber, kuşkusuz Türkiye delegasyonunun zirveyi terk ettiği olarak algılanıyor. Oysa durum pek böyle değil. Birleşmiş Milletler’in 23. İklim Değişikliği Taraflar Konferansı’na oldukça kalabalık bir resmi delegasyonla katılan ve zengin ikramlarıyla uğrak noktası olan geniş bir de alan (Turkey Pavillion) açarak çok sayıda etkinliğe ev sahipliği yapan Türkiye, tam tersine son dakikaya kadar toplantıların içindeydi. Zirvenin son günü olan 17 Kasım Cuma’yı Cumartesi’ye bağlayan geceye uzayan kapanış oturumunda gece yarısı Türkiye adına söz alan İklim Değişikliği Başmüzakercisi Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Prof. Mehmet Emin Birpınar, yürüttükleri müzakerelerden sonuç alınamaması konusundaki hayal kırıklığını oldukça diplomatik bir dille şöyle ifade etti:
“Bu COP Türkiye’nin meseleleri üzerinde görüşüldüğü için bizim için de önemliydi. Bu konudaki destekleri nedeniyle Fiji Başkanlığı’na ve Sekretarya’ya minnettarız. Taraflar arasında ortak bir zemin bulma çabasından dolayı ve kolaylaştırıcılığı nedeniyle Bay Flasbarth’a ve ekibine teşekkür ederiz. İyi bilinen meselemizi tekrarlamama gerek yok. Talebimiz çok özgün ve haklıydı. Önceki ve mevcut başkanlıklar bu sorunu çözmek için gerekli platformu sağladılar. Başlangıç için elimizde iki metin vardı ve bazı yapıcı yorumlar da duyduk. Bununla birlikte güçlü bir direnişle de karşılaştık ve kırmak mümkün değildi. 2015’de yeni bir sistem kurarken ortak temeller üzerinde anlaşmıştık. Bu, ülkeler tarafından yönlendirilen, kapsayıcı, kendini farklılaştırmaya dayalı ve kimsenin dışarıda bırakılmaması gereken bir sistemdi. Buna Paris Anlaşması adını verdik. Bu yıl Fiji Başkanlığı yeni bir konsept başlattı. Bu konsept empati, birbirini dinleme ve çözüm bulmayı içeriyordu. Buna Talanoa Diyaloğu adını verdik. Maalesef bu çatı altındaki uluslararası forum bu yapıcı aracı uygulamada kullanamadı. Toplantılarda görüşümüzü açıkça ifade ettik, ancak bu muhalefetin arkasında herhangi bir somut mantık bulamadık. Meselelerimiz hâlâ ortada duruyor ve biz çözüm aramayı bırakmayacağız. Şu anda içinde bulunduğumuz durum adil değil ve hakkaniyetten çok uzak. Sistem içinde bize sağlanan bütün yolları kullanacağız. Yol haritamızı belirleyeceğiz ve sistemin bütününün her düzeyde bir parçası olmanın yollarını arayacağız. Birlikte mantıklı ve uygulanabilir bir çözüm bulunana kadar seslerimizi yükseltmeye devam edeceğiz. Şimdi başarılı ve iyi bir COP kapanış toplantısını gerçekleştirmek için iyi niyetimizi ve tutumumuzu göseriyoruz. Fiji Başkanlığı’na ve Bay Flasbarth’a yorulmak bilmeyen çabalarından dolayı bir kez daha teşekkür ediyoruz. Sonraki oturumlarda bütün tarafların ellerini taşın altına koymak için istekli olacağını ve Paris ve Talanoa ruhlarını gerçeğe dönüştüreceğini umuyoruz.”
Başmüzakereci Prof. Birpınar’ın konuşmasında öne çıkan noktalar Türkiye’nin sorunun çözülmemiş olmasından dolayı hayal kırıklığına uğramış olsa da (ki Talanoa diyaloğunun ruhuna uyulmadığı oldukça ince ve aynı zamanda ağır bir göndermeydi) iklim müzakerelerini bırakmayacağı, talebini tartışmaya devam edeceği, sistem içindeki mekanizmaları kullanmayı sürdürerek sonraki toplantılarda yer alacağı idi. Yani ortada gazetelere yansıdığı gibi bir rest çekme veya terk etme durumu yok. Bunu da müzakerelerin en yetkili ismi, müzakerelerin kapanış genel kurulunda söylüyor.
Bakanın demeci iç kamuoyuna dönük
O halde Çevre ve Şehircilik Bakanı Özhaseki’nin bu demeci ne anlama geliyor? Bu demecin iç kamuoyuna dönük bir amaca yönelik olduğunu anlamak için demecin diğer bölümlerine de bakabiliriz Özhaseki, 25 yıllık uluslararası iklim politikaları sürecinde Türkiye’nin durumunubirkaç cümlede şöyle özetlemiş:
Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki COP 23’de (Habertürk’ün Bakan’ın demecinden çıkardığı spotla)
“Türkiye OECD ülkesi olduğu için gelişen ülkeler kategorisi olan Ek-1 ülkeleri arasına konuldu. O dönem toplantıya katılan Dışişleri yetkilileri buna itiraz etmedi. Gelişmiş ülkeler kategorisinde olduğunuzda 2 türlü yükümlülükle karşı karşıya kalıyorsunuz. Birincisi 100 milyar dolarlık Yeşil İklim Fonu’na para aktarmak zorundasınız. Teknoloji yardımında bulunmak zorundasınız. İkincisi de mutlak karbon emisyonu azaltımı ile karşı karşıyayız. Bu olursa, pek çok tesis maliyetten dolayı kurulamayacak, termik santralların de havayı zehirleme bahanesiyle önü kapanacak. Paris Sözleşmesi’ne göre bu 2 yükümlülüğü 2020’ye kadar yerine getirmememiz gerekiyor.”
Bu sözlerde Çevre ve Şehircilik Bakanı’nın yanlış bilgilendirildiği açıkça ortaya çıkıyor. Birincisi Türkiye 2001’de Ek-2’den çıkarıldığı için Yeşil İklim Fonu’na para aktarmak veya teknoloji yardımı yapmak zorunda değil. İşin bu kısmı tamamen yanlış.
Türkiye’nin mutlak karbon emisyonu azaltımı ile karşı karşıya kaldığı ise delegasyonda bulunan Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı yetkililerinin ısrarla tekrarladığı bir yorumdan ibaret. İklim politikalarını iyi bilen pek çok ismin katılmadığı bu yoruma göre Türkiye Paris’e taraf olursa Anlaşma’nın 4.4. maddesinde bulunan “Gelişmiş ülke Tarafları ekonomi genelinde mutlak emisyon azaltım hedeflerini üstlenerek öncülük etmeye devam etmelidirler.” hükmü nedeniyle Türkiye’ye bir mutlak azaltım hedefi dayatılacağı iddia ediliyor.
Oysa Anlaşma’nın çerçevesini sağladığı iklim eylemi ülkelerin kendi belirledikleri katkı belgeleri temeline dayandığı ve Birpınar’ın da konuşmasında söylediği gibi Paris Anlaşması “ülkeler tarafından yönlendirilen” aşağıdan yukarıya bir mimariye sahip olduğu için ülkelerin azaltım hedefinin yukarıdan (bir başka ülke ya da sekretarya tarafından) belirlendiği bir mekanizma bulunmuyor. Bir ülke diğer bir ülkeden elbette talepte bulunabiliyor, ancak bunun yaptırım gücü yok. Üstelik Sözleşme’de Ek-1’de de olsa Paris Anlaşması’nın veya Sözleşme’nin herhangi bir yerinde burada referans verilen “gelişmiş ülkeler”in listesi de yok. Ayrıca Paris Anlaşması Ekler’e de referans vermiyor.
Enerji Bakanlığı’ndaki kömürcü kanadın etkisi mi?
Özhaseki’nin açıklamasında asıl kritik cümleler ise şunlar: “Bu olursa pek çok tesis maliyetten dolayı kurulamayacak, termik santralların de havayı zehirleme bahanesiyle önü kapanacak.” Havayı zehirleme bahanesi mi? Tabii, iklim değişikliğiyle mücadele eden bir anlaşmaya taraf olmanın mantıklı sonucu kömürlü termik santrallar yapmamak ve mevcutları belli bir süre içinde kapatmaktır. Bu yorum ise iklim değişikliği inkarcılarının, ABD’deki Trump yünetiminin argümanlarınıhatırlatıyor. Ancak Çevre ve Şehircilik Bakanı’nın iklim müzakerelerine termik santralları savunmak için karşı çıkması, bakanlığın ve delegasyonun genel müzakere tarzına uygun değil. Bu sözler daha çok Enerji Bakanlığı’nda şahin-kömürcü bir kanadın olduğunu düşündürüyor ve bunların görüşlerini yansıtıyormuş gibi görünüyor.
Özhaseki’nin açıklamasındaki bir bölüm ise şöyle:
“2 ana konu var. Birincisi 100 milyar dolarlık Yeşil İklim Fonu adı verilen pasta söz konusu. Kim para verecek, kim alacak? Mesele bu. Şimdiki durumda para verecek ülke konumundayız. Biz de diyoruz ki ‘Gelişmekte olan ülke olduğumuz için para alması gereken ülkeyiz’, birinci kavgayı bunun için veriyoruz. İkinci kavga da dünyanın yalnızca 0,7’sini kirlettiğimiz halde bizden mutlak karbon emisyonu azaltımı isteniyor. Köprü, termik santral gibi çok sayıda yatırımın önünü iklimi kirletme bahanesiyle kesecekler. Diyoruz ki ‘Taleplerimiz yerine gelmediği sürece Paris Anlaşması’na taraf olmayacağız’, bunu Meclis’e getirmeyeceğiz.”
Elbette Paris’e taraf olursak dünyayı istediğimiz gibi kirletemeyiz demek, iklim müzakelerinin ortasında söylenecek söz değil. Bu, nükleer silahların sınrılandırılması görüşmeleri sırasında “Ama bu anlaşmaya taraf olursak istediğimiz ülkeye atom bombası atamayız” demekle aynı şey. Öte yandan Türkiye’nin dünyayı yüzde 0,7 kirlettiği de doğru değil. Bu bilginin doğru söylenişi “Türkiye’nin küresel sera gazı emisyonlarındaki payı”dır ve Türkiye için bu oran yüzde 1’dir, binde 3’lük bir tenzilata gitmenin bir faydası yok. Üstelik Türkiye bir G20 ülkesi. G20 ülkesi olmak ülkelere payını ötesinde bir sorumluluk yüklüyor. Bu yıl Hamburg’da yapılan G20 zirvesinde Cumhurbaşkanı Erdoğan Paris Anlaşması’nın “geri dönülmez” olduğu yönndeki mutabakata imza atmış, bu karara çekince koyan ABD’yi yalnız bırakmıştı.
Ancak bütün bu sözlerde Türkiye’nin müzakelerdeki elini zayıflatan en olumsuz argüman Yeşil İklim Fonu’ndan bahsedip hemen ardından “gelişmekte olan ülke olduğumuz için para alması gereken ülkeyiz” demek. Meseleyi “Türkiye para istiyor” (üstelik “pastadan”!) olarak basitleştirip müzakere gücünü sınırlayanların elini güçlendiren bir sözü bir Çevre Bakanı neden söyler? Her şeyden önce daha önce belirttiğimiz gibi Ek-2 ülkesi olmadığı için Türkiye Yeşil İklim Fonu’na para verecek konumda değil. Ancak daha önemlisi Yeşil İklim Fonu’nda para istiyoruz demek, Türkiye’nin Bonn’da asıl yapmak istediğine ters. Çünkü bu argümandan, az gelişmiş ülkelerin Türkiye’nin tezine karşı tepki göstermesine neden olduğu için Bonn’daki Türkiye delegasyonu kaçınıyordu. Türkiye tam tersine bizim bu fondaki parada gözümüz yok, ama çok taraflı fonların önünün kesilmesini istemiyoruz diyordu. Türkiye’ye sunulan çözüm taslağı da bunu temel alıyordu. Bakan ise bir demeciyle bu argümanı boşa çıkarmış oluyor.
Sonuç olarak iç basında yansıdığı gibi Türkiye’nin rest çektiği, masayı terk ettiği doğru değil. Paris’e taraf olmayacağını da açıklamış değil. Tam tersine müzakereler sürüyor. Çevre ve Şehircilik Bakanı’nın bu açıklamalarında Paris’e tamamen karşı olan Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’ndaki eski moda kömür yanlısı kanadın belirleyici olduğu anlaşılıyor. Şimdi yapıcı müzakere yürütmekten ve taleplerinin makul bir düzeyde karşılanması halinde Paris’e taraf olmaktan yana olan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’ndaki iklim bürokrasisinin bu durumun dışarıya yansımasını önlemesi ve çözüm için ön açıcı yeni bir yol bulması gerekiyor.