Budalalar Dünyaya Hükümdar Oldu

-
Aa
+
a
a
a

Dağılıp gitmekte olan medeniyetlerin son günlerinde budalalar dizginleri ele geçirir. Budala generaller ülkeyi batıran kazanılması imkânsız sonsuz savaşlara girişir. Budala iktisatçılar zenginler için vergi indirimleri, yoksullar için sosyal hizmet kesintileri talep ederken ekonomik büyüme masalları anlatır...

Kaynak: Truthdig “Reign of Idiots,”  (30 Nisan 2017)

Dağılıp gitmekte olan medeniyetlerin son günlerinde budalalar dizginleri ele geçirir. Budala generaller ülkeyi batıran kazanılması imkânsız sonsuz savaşlara girişir. Budala iktisatçılar zenginler için vergi indirimleri, yoksullar için sosyal hizmet kesintileri talep ederken ekonomik büyüme masalları anlatır. Budala sanayiciler suları, toprağı ve havayı zehirlerken, istihdamı daraltıp ücretleri aşağı çeker. Budala bankacılar kendilerinin yarattığı finans balonları üzerine kumar oynarken yurttaşlara ücretli kölelik sistemini dayatıp onları felç eder. Budala gazetecilerle kamu entelektüelleri, zorbalığı demokrasi diye yutturur. Budala istihbarat elemanları yabancı hükümetleri devirip hukukun geçersiz olduğu mıntıkalar yaratır ve böylelikle öfkeden kudurmuş azgın dincilerin yükselişine yol açar. Budala profesörler, “âlimler” ve “uzmanlar”, kimsenin birşey anlamadığı laf salataları ve esrarengiz kuramlar geliştirip yönetenlerin politikalarına payanda olur. Budala gösteri “sanatçıları” ile budala prodüktörler binbir türlü seks, vahşet ve fantezi gösterileri düzenler.

Velhasıl elimizde, hepimizi yokoluşa götüren o bildik kontrol listesi var. Ve biz de bu liste üzerinden tüm kalemleri bir bir işaretlemedeyiz.

Budalalar hayatta tek kelime bilirler: “Hep”.[1] Budalalar akl-ı selimi, sağduyuyu kendilerine hiç dert etmezler. Yeryüzündeki tüm zenginlikleri ve kaynakları istifleyip dururlar – ta ki çalışanlar artık geçinemez oluncaya, altyapılar hepten çökünceye kadar. Onlar ayrıcalıklı yerleşkelerde otururlar, oralarda çikolatalı kek yer, füzelerin fırlatılmasını emrederler. Onlar devleti, fodulluklarının[2] bir izdüşümü olarak görürler. Roma, Maya, Fransız, Habsburg, Osmanlı, Romanov, Wilhelm, Pehlevi ve Sovyet hanedanlarının dağılıp gitmesi, başlarındaki budalaların kapris, takıntı ve saplantıları kanun hükmünde olduğundandı.

Toplu budalalığımızın görünürdeki yüzü Donald Trump’tır. Taktığımız o sözümona medenilik ve makûllük maskemizin altındaki odur işte: Ağzından salyalar saçan, kendine âşık, kana susamış bir megalomanyak. O, yeryüzünün lanetlileri üzerine ordularıyla donanmalarını salan, küresel ısınmanın sebep olduğu muazzam insanlık felaket ve sefaletini hiçe sayıp gününü gün eden, dünya para babaları (oligarklar) menfaatine pala çalan ve ortalığı soyup soğana çeviren, geceleri bir televizyonun başına geçip ağzı açık ayran budalası gibi oturan, sonunda da o “güzeller güzeli” twitter hesabının başına çöken biri o. O, büyülü güçlere sahip olmak için devlet bütçesinden muazzam paralar harcayan Roma imparatoru Neron’un, kendisine ebedi hayat bahşedecek âb-ı hayat iksirini getirmek üzere masaldaki ölümsüzler adasına sefer üzerine sefer edilmesi için bütçeden para dağıtan Çin imparatoru Qin Shi Huang’ın, ve memleket savaşlarla tarumar olur, sokaklar devrim rüzgârlarıyla çalkalanırken, ömürlerini tarot kartlarının başında fal bakmak ve ruh çağırma seanslarına katılmakla geçiren kokuşmuş Rus çarlık ailesinin bizdeki karşılığı.

Tarihin bu şimdiki durağı, beyaz ırkların tamahkârlık ve cânilik üzerine kurulu o upuzun, acıklı hikâyesinin sonuna gelindiğine işaret eden bir mühür. Gösterinin final sahnesi için Trump gibi bir gulyabani figürünü ortalığa kusmamız kaçınılmazdı. Avrupalılarla Amerikalılar, insanlığın ilerlemesi adına yeryüzünü fethetmek, yağma ve talan etmek, sömürmek ve pisletmekle dolup taşan beş yüzyıl geçirdiler. Teknolojik üstünlüklerini, yollarının üstüne çıkan, kendilerine gölge eden herkese ve her şeye karşı gezegen üzerinde görülmüş en etkin ölüm makinelerini yaratmak için kullandılar. Gezegenin tüm nimetlerini, tüm kaynaklarını çalıp çırptılar, istifleyip yığdılar. Kana ve altına batmış bu sefahat âlemi hiç bitmeyecek sandılar; hâlâ öyle sanıyorlar. Bitmek tükenmek bilmeyen bu kapitalist ve emperyalist yayılmanın sömüreni de sömürülen kadar mahvedeceğini gösteren o uğursuz ahlakı bir türlü kavrayamıyorlar. Ne var ki, uçurumun kenarında durduğumuz şu anda bile, evrimsel geçmişimizden kendimizi kurtarıp serbest bırakacak zekâ ve düş gücünden mahrumuz.

Artan ısınma, küresel finans çöküşleri, kitlesel insan göçleri, sonu gelmeyen savaşlar, zehirlenen ekosistemler, yönetici sınıf arasında gemi azıya alan yolsuzluk dalgaları gibi tehlike işaretleri gitgide daha elle tutulur, gözle görülür hale geldikçe, biz de ister budalalıklarından isterse alaycılıklarından olsun, “geçmişte herşey nasıl iyi gittiyse gelecekte de öyle olacak, ilerleme kaçınılmazdır” şeklindeki kutsal sözleri bağıra çağıra tekrarlayanlara büsbütün bel bağlıyoruz. Olgulara ilişkin kanıtlar, arzuladığımız şeylere ulaşmamıza set çektikleri için sürgüne gönderiliyor. Ülkede sınaileşmeyi tersyüz edip birçok şehrimizi çorak topraklara çeviren şirketlere ve zenginlere vergi kesintileri yapılıyor, beyaz Amerikan işçileri için sözümona altın çağ olan 1950’leri geri getirmek için kanunlar ve yönetmelikler kesilip biçiliyor. Yükselen karbon salımları türümüzü mahva sürüklerken, kamuya ait araziler petrol ve doğal gaz endüstrilerinin hizmetine veriliyor. Sıcak dalgaları ve kuraklıktan dolayı tarım ürünlerindeki randıman düşüşleri görmezden geliniyor. Kleptokrasi devletinin[3] esas işi, savaştır.

Walter Benjamin 1940’ta, Avrupa faşizminin yükselişi sırasında, dünya savaşı da iyice ufukta belirmişken şöyle yazıyordu:

“Ressam Klée, Angelus Novus [4] adlı tablosunda, sabit bakışlarla ve saplantıyla seyretmekte olduğu birşeyden uzaklaşmakta olduğu hissini veren bir meleği gösterir. Meleğin gözleri faltaşı gibidir, ağzı açıktır, kanatları da açılmıştır. İnsan, tarihin meleğini gözünde işte böyle canlandırır. Meleğin yüzü geçmişe çevrilidir. Biz orada bir olaylar zinciri algılarken, melekse tek bir felaket görür: enkaz üstüne enkaz yığan ve bu yığını kendi ayakları dibine fırlatıp atan bir felaketi. Melek oracıkta kalıp ölüleri uyandırmak, darmadağın edilmiş olan şeyi yeniden bir bütün haline getirmek istemektedir. Ama Cennet tarafından da bir kasırga kopmuş gelmektedir; kanatlarını kasırgaya öylesine şiddetli kaptırmıştır ki melek, artık o kanatları kapatamaz hale gelmiştir. Kasırga, sırtını çevirdiği geleceğe doğru onu karşı konulmaz bir şekilde fırlatırken, ayaklarının önündeki enkaz da göğe doğru yükselmektedir. İşte bu kasırgaya ilerleme diyoruz biz.”

Büyülü düşünce modern-öncesi kültürlerin inanç ve pratikleri ile sınırlı değildir. Büyülü düşünce kapitalizm ideolojisini de tanımlar. Bu ideolojiye göre kotalar ve öngörülen satış tahminleri daima gerçekleştirilir. Kârlar daima artırılabilir. Büyüme kaçınılmazdır. İmkânsız olan daima mümkündür. İnsan toplumları da, piyasa kanunlarına boyun eğerlerse eğer, kapitalist cennete buyur edileceklerdir. Bu sadece doğru tavır ve doğru teknikle ilgili bir meseleden ibarettir. Kapitalizm gelişip serpildikçe biz de gelişip serpiliriz. Kimliğimizin kapitalist kolektifle kaynaştırılması bizi eylemliliğimizden, yaratıcılığımızdan, kendimiz hakkında düşünme kapasitemizden ve ahlakî özerkliğimizden yoksun bıraktı. Kendi değerimizi bağımsızlığımız ya da kişiliğimizle değil, kapitalizmin belirlediği maddi standartlarla tanımlamaktayız artık: Yani kişisel servetler, markalar, statüler ve kariyerde tıramanılan basamaklarla. İtaatkâr ve bastırılmış bir topluluk kalıbına dökülmüş haldeyiz. Kitle halindeki bu uydumculuk (conformity), totaliter ve otoriter devletlerin ayırt edici özelliğidir. Bu, Amerika’nın Disneyleştirilmesidir: Yani sonsuz mutlu düşünen ve pozitif davranan insanlar diyarı. Ve, büyülü düşünce işlemediği zaman da, sorunun bizde olduğu söylenir bize ve biz de genellikle bunu kabul ederiz. Daha fazla inanç beslememiz gerekmektedir. Ne istediğimize dair daha fazla vizyona sahip olmalıyızdır. Daha fazla gayret göstermeliyizdir. Sistem asla suçlanamaz. Biz sistemi çalıştırmamışızdır. O bizi asla yarı yolda bırakmamıştır.

Kendini yetiştirmiş üstadlardan ve Hollywood’dan gelip Trump gibi siyasi hilkat garibelerine varıncaya kadar tüm iletişim sistemlerimiz bize bu yılan yağını satmaktadır. Kapımıza dayanmış olan çöküş karşısında gözlerimizi sımsıkı kapatmış durumdayız. Kendimizi aldatma âlemine çekilip içimize kapanmamız, neyi duymak istiyorsak bize onu söyleyen şarlatanlar için önemli bir kariyer fırsatı yaratır. Onların çöpçatanlığını yaptığı büyülü düşünce, bir tür çocukluk hastalığıdır. Büyülü düşünce “Amerika’yı yeniden büyük yapalım” gibi ışıltılı palavraları yalanlayan olgularla gerçekleri geçersiz sayar. Amansız ve temelsiz bir iyimserlik, gerçekliği sürgüne gönderir.

 Memleketin yarısı yoksulluk içinde yaşamaya mahkûm edilmiş, yurttaşlık hak ve özgürlüklerimiz elimizden alınmış, askerileştirilmiş polis güçleri silahsız yurttaşları sokaklarda katlediyor olabilir ve biz dünyanın en büyük hapishane sistemi ile en caniyane savaş makinesini işletiyor olabiliriz, ama bütün bu gerçeklikler itina ile görmezden gelinir. Bu kokuşmuş, zihniyet olarak iflas etmiş ahlakdışı dünyanın özü, Trump’ta cisimleşmiştir. Trump, bu dünyanın doğal ifadesidir. O, budalaların şâhıdır. Biz de onun kurbanlarıyız.

------------------------------

(İngilizce aslından çeviren: Ömer Madra)

Makelenin İngilizce aslına ulaşmak için tıklayın.

 

[1] “Rabbena hep bana” deyimindeki “hep” gibi – çevirenin notu.

[2] “Hem kel, hem fodul” deyimindeki “fodul” gibi – ç.n.

[3] Hırsız yöneticiler devleti – ç.n.

[4] “Yeni Melek” – ç.n.