Elektronik müziğin önemli şirketi Mille Plateaux tarafından, Fransız filozof Gilles Deleuze anısına çıkartılan 1996 tarihli ikili albüm In Memoriam- Gilles Deleuze albümü pek çok açıdan ilgiye değer.
Mille plateux şirketinin kurulduğu şehir Frankfurt, Almanya’nın hem finans kapital
merkezi, hem de aynı zamanda anti-kapitalist teorinin en önemli kalesi. Frankfurt Okulu adı ile anılan ve başını Walter Benjamin, Theodor Adorno, Max Horkheimer gibi önemli filozofların çektiği bir düşünce merkezi. Çoğu Frankfurt çıkışlı olan ve Nazilerden kaçmak için Güney Kaliforniya’ya göç eden bu düşünür nesli orda maruz kaldıkları Hollywood’un kitsch rüya fabrikası ürünleri karşısında, düşünce oklarını anti kapitalist teoriden, insanlığın afyonu olarak gördükleri popüler kültüre çevirmişler ve insanlık durumları, toplumun gidişatı gibi sosyolojik ve psikolojik boyutları kavrayan çok önemli tezler ortaya koymuşlardır. Albüm Mille Plateaux şirketinden çıkan diğer albümlerden oldukça farklı. Toplama bir albüm, 27 parçasının her biri farklı bir sanatçı tarafından seslendirilmiş ama tamamı belli bir tema etrafında, ısmarlama olarak yapılmış parçalar. Sanatçıların hepsi ya Mille Plateaux şirketinin anlaşmalı sanatçıları veya bir şekilde bu şirkete teğet geçen sanatçılar. Mille Plateaux ise sıradan bir plak şirketi değil, bu albümün yapılma gerekçesini anlamak için biraz bu şirketten, ortaya çıktığı ortam ve şartlardan ve Gilles Deleuze ile olan bağlantısından bahsetmek gerekiyor. Ancak o zaman bu albümün yapılmasının kaçınılmaz olduğu anlaşılacaktır..
Bunlardan özellikle Adorno önemli bir popüler kültür düşmanına dönüşmüş ve post kapitalizm ile postmodernizmin birbirine paralel yürüdüğünü görüp pop kültürüne karşı olmanın aynı zamanda kapitalizme karşı koymanın en önemli ayağı olduğunu kuvvetle savunmuştur. Ona göre bu kültürel afyonlar ve toplumun etik anlayışını değiştiren ürünler olmasa kapitalizmin bu şekilde başarılı olması mümkün değildir ve kapitalizmin en önemli silahı, sahip olduğu ve yönlendirdiği medya araçlarıdır....
İşte Frankfurt çıkışlı şirket Mille Plateaux Adorno’nun yığınsal kültüre karşı olan tavrını, şirket kültürü olarak, nerdeyse birebir paylaşır. Firmanın patronu olan Achim Szepanski’ye göre Almanya’nın pop ana dalgasını kontrol eden rave endüstrisi öylesine kurumlaşmış ve kontrol edilir durumdadır ki totalitarizme nerdeyse bir adım uzaklıktadır. Bu kültürle paralel yürüyen extasy ve benzer uyarıcıları ise, anne rahmine dönüş arayışı, gerçek dünyadan kaçış kültürü olarak niteler. Postyapısalcı teoriden etkilenen ve adını Gilles Deleuze ve Felix Guattari’nin beraber yazdığı bir makaleden alan Mille Plateaux “yapısökümcü elektronika” diye adlandırılabilecek bir türü destekler ve öne çıkarır.
Faaliyetlerini intelligent techno, minimal tekno, house, jungle, hip-hop gibi post-rave stillerinin hem içinde ve hem de karşısında olarak konumlandırırlar. Esas amaçları bu türlerin içinde aslında var olan fakat ticari veya diğer nedenlerle ıskalanmış potansiyelleri ortaya çıkarmaktır. Ortaya çıkan sonuçlar ana akım tekno dinleyicilerini pek fazla tatmin edecek ürünler olmamakla beraber yinede belli bir kitleye müthiş çekici gelmiş ve postrave evrenindeki en yenilikçi ve meydan okuyan repertuara sahip olmuşlardır..
Beklediğinin çok üzerinde talep gören ve sandığı kadar marjinal olmadığını anlayan Achim sonradan işleri büyüttü, bugün ana şirketi Mille Plateaux’nun yanında Force inc. ve Riot Beats adında iki şirket daha açarak spektrumunu genişletmiş ve ortaya çıkan talep karşısında kendi bile şaşırmış. Kendileri gibi düşünen insanların aslında sandığından çok daha yüksek sayıda var olduğunu ama ellerinde medya araçları tutmadıkları için izole bir halde, adacıklar halinde bulunduğunu görmüş ve şimdi kendini o adaları birleştiren bir köprü olarak düşünüyor.. Bir sonraki adım olarak medya alanına girme projesi var. Özellikle ana akım medyanın manipülatif etkisinden şikâyetçi olan Achim bu konuda iddialı olmak istiyor ama henüz orta yaşlı olmasına rağmen içkiden kaynaklanan ciddi sağlık sorunları var..
Gilles Deleuze
ise Foucault, Lyotard, Derrida ve Deleuze’ün felsefesini tanımak ve eş zamanlı olarak yeni serpilmeye başlayan hip-hop ve house müziğine duyduğu ilgi olmuş.. Felsefe doktora tezini Foucault hakkında yaparken aynı anda Frankfurt’ta sadece DJ müziği satan ufacık bir dükkân açmış ve “Blackout” adı ile ilk markasını tescil ettirmiş.. Mille Plateaux’nun kurucusu Achim çok ilginç bir kişilik. 1968 sonrası aşırı politize öğrenci gençliğinin önde gelen liderlerinden biri. Protestolara katılmış ve sonraları müziğe merak sararak postpunk deneysel müziğin içinde yer almış, DAF ve benzeri guruplara takılmış.. 80’lerde tekrar tahsil hayatına dönerek üniversiteye yazılmış ve büyük bir hayal kırıklığı ile solun gerilediğini ve ölüm döşeğinde olduğunu görmüş. İlk tepkisi depresyona girmek ve teselliyi alkolde ve Cioran’ın misanthrophic felsefesinde aramak olmuş. 80’lerin sonlarında onu saplandığı depresyondan kurtaran
Foucault’yu incelerken onun referans olarak gösterdiği çok önemli bir makaleyi, Deleuze ve Guattari tarafından yazılmış, Bin Plato- Kapitalizm ve Şizofreni yi Foucault’nun yorumu ile “faşizmi dışlayan bir hayat tarzına başlangıç” olarak benimsemiş ve çok etkilenmiş. Zaten anlaşılabileceği gibi plak şirketinin adı da bu makaleden geliyor..
Achim’in mücadele gücünü tekrar kazanmasını sağlayan ise, Deleuze’ün bir dava adamı olmak için olumsuz veya hüzünlü bir insan olmak gerekmediğini bu yazı ile ortaya koyması olmuş.. Frankfurt Okulu’nun ve Marksizmin tarihe ve topluma tek boyutlu ve çizgisel olan yaklaşımını düzenleyen Deleuze, toplumun mücadele alanının sadece ekonomi ve devletten ibaret olmadığını, bir sürü alt sistem ve yerel küçük mücadeleden oluştuğunu ortaya koyuyor. Bu yazıdan yola çıkarak kendi mücadelesini vermek amacı ile yola çıkan Achim önce türleri ayırarak işi yerel mücadeleler haline dönüştürmüş. Tekno ve house için Force ınc., elektronika için Mille Plateaux ve jungle için Riot Beats şirketlerini kurmuş.. İlk başta Detroit çıkışlı, Detroit yer altı direnişçilerinin soundundan ve tavrından etkilenen şirket aynı zamanda parti organizasyonu işine soyunmuş ve o güne kadar Almanya’da benzeri görülmeyen, tuhaf ıssız fabrikalarda, terkedilmiş şatolarda ve daha bir sürü garip mekânda, el altından duyurularla gerilla partiler yapmaya başlamış. Rave akımını faşizme benzeten Achim, “militer faşizm ortaya savaş makineleri çıkartmıştı, rave ise ortaya zevk makineleri çıkardı” diyerek karşı tavrını koyar.....
O ufacık dükkân vasıtasıyla haberleşen büyük bir komün çıkmış ortaya. Düzenlediği underground partilerin ünü Frankfurt dışına taşmış ve diskoların acayip ışık ve ses sistemlerini dışlayarak yaptıkları bu spontane partiler müthiş popüler olmuş.. 90’ların ilk yarısında ise müzik yön değiştirmeye başlayınca Achim kontrolü eline alma ve yönlendirici olma ihtiyacı hissetmiş. Öncelikle bu müziğin içinde potansiyel olarak var olan fakat söze dökülmeyen veya altı çizilmeyen radikalizmi öne çıkarmakla işe başlamışlar....
Achim ilk adım olarak bir nevi bu müziğin ortaya çıkma sebeplerinin teorisini ve manifestosunu kâğıda yazarak bir şirket felsefesi ve söylemi ile ortaya çıkmış. Bu o güne kadar pek ortaya konmamış farklı bir duruş. Elektronik müziğin ideolojilerini yapısökümcü bir anlayışla ele almak ve yorumlamak aslında birçok şeye aynı anda ciddi bir karşı çıkış ve müzik endüstrisinin içinde devrimsel bir tavır olarak görülebilir. Achim endüstrinin içinde olup bitenlerin Deleuze’ün “alansızlaştırma” ve “yeniden alan kazanma” kavramları ile birebir örtüştüğünü görmüş. “Alansızlaştırma” bir kültürün dışardan gelen etkiler nedeniyle yönünü kaybedip piçleşmesi ve kaotik bir hal alması süreci. “Yeniden alan kazanma” ise bu etkilerin sentezinden doğan yeni bir estetiğin, yeni sosyal ve algısal alanlar açması ve kaosun yerini geçici bir düzene terk etmesi şeklinde açıklanabilir.
1994 yılında kurulan Mille Plateaux özellikle palazlanmaya başlayan boş vakit ve zevk endüstrisine karşıdır. İlk başta özgürlük ve hedonizm naraları ile sunulan rave kültürü Achim’in deyimi ile bir “freizeitknast”a yani “zevk hapishanesi”ne dönüşmüştür.. Her şeyin öngörülebilir ve kontrollü olduğu, başkaldırır ve karşı kültürün bir parçası imiş gibi gözüken ama tek kelimeyle “miş gibi yapan” sıkıcı ve yüzeysel bir ortamdır bu. Achim’in felsefesi dans pistlerinin arzu ettiği ve elektronik dinleme müziği olarak tanımlanan türe bir cevaptır. Çıkış noktası olarak Deleuze teorilerinin müzikal karşılığı olmak gibisinden oldukça iddialı bir amaçla yola çıkar ama Achim iddialarının içini doldurabilecek donanımda bir adamdır. Önce Deleuze’ün “rhizome” kavramını inceler, “rhizomlar” birbirine paralel ve eşit bağlarla bağlı sistemleridir ve bu anlamda hiyerarşik kök sistemlerinin karşıtıdır. Bunun müzikal karşılığı ise Eno’nun öncüsü olduğu ses ve enstrümanların demokrasisi, yani doğal olarak var olan eşitsizliğin mix masasında eşitlenmesi şeklindeki yaklaşımdır.
Bugünün rhizomatik müziği 70’lerin Miles Davis müziğinde var olan kaos teorisinden yola çıkar ve dj’lerin “kes ve mixle” yaklaşımı veya avant garde hip-hop veya post rock veya Mille Plateaux tarzı elektronikanın yaklaşımı hep bu yöndedir. Mille Plateaux’un Deleuze ve Guattari’den sahiplendiği bir diğer kavram ise “şizofrenik bilinç” kavramıdır. Daha çok eskilerden beri endüstriyel müzik ve teknoda var olan çığlıklar, fısıltılar, hırıltılar ve zaman zaman rahatsız edici olan diğer sesler aslında deliliğe atıf yapan seslerdir. Bu eko efektler halüsinasyonlara neden olur ve algıyı manipüle eder. Ve daha önce şizofrenlere veya kafadan çatlaklara ait olduğu kabul edilen farklı algılar ortaya çıkar. Bu algının yön değiştirmesi deneyimi Deleuze’e ve Achim’e göre arzu edilen bir şeydir ve sübjektivitenin yapısökümü görevini görür.
Deleuze’ü bu kadar benimsemiş olan Achim yakın zamanda kendisi ile ilişkiye girer ve ona Oval ve diğer Mille Plateaux sanatçılarının müziklerini göndererek, yazmayı düşündüğü elektronik müzik teorisi üzerine antoloji için ondan bir giriş yazısı yazmasını ister. Deleuze’ün cevabında ise bunu yapamayacağını ama en iyi dileklerinin onunla ve şirketi ile olduğunu ve Oval’ın müziğini çok sevdiğini, özellikle hangi parçaları beğendiğini belirterek yazar. Bu kısa ve aslında olumsuz olan cevap bile Deleuze için olağanüstü bir durumdur çünkü hayatında çok az kişiye geri dönüp bir cevap vermişliği vardır. Özellikle sanatsal zevklerinde bir snob olarak tanınan Deleuze’ün oval’ın müziğini beğenmesi ise olağanüstü bir iltifat olmuştur Achim için.
70 yaşında ve ağır hasta olan Deleuze sonuçta hastalığı alt edemeyeceğini anlayınca 1995 yılında hayatına son verir ve bunun üzerine en başta söz ettiğim double cd’yi yapmak Achim için nerdeyse bir görev olur. Amerikalı post-rock müzisyenleri, Trans Am Rome, DJ spooky, Achim’in Avrupa deneysel müzik dünyasında müttefikleri kabul ettiği kişiler ve tabii ki başta Oval, Mouse on Mars, Christian Vogel, Ian Pooley, Scanner, Gas, olmak üzere Mille Plateaux sanatçıları bu projede keyifle yer alırlar....
Bu belki de Mille Plateaux’nun çıkardığı en yetkin üründür. “Anarko tekno” diye adlandırılabilecek bir kavram etrafında ama farklı türlerde müzik yapan bu sanatçıların toplamasında, aslında dinlemesi zor olan parçalar çoğunlukta, ama zayıf hiçbir parça yok. Her biri nasıl bir projede yer aldıklarının bilincinde ve bu çağrıyı bir onur olarak kabul etmiş durumdalar. Ayrıca bu albüm sadece bir dinleme deneyimi değil, aynı zamanda elektronik müzik ve müziğin politika ile ilişkisi üzerine kafa yormaya çağıran felsefi bir müzikal metin veya manifesto olarak görülmelidir. “Laptop terörizmi”nin manifestosu.
Gilles Deleuze
derece açıktır, çünkü onu meydana getiren algılar birer birer ayırt edilebilirler, ancak bu küçük algılar tam olarak bireyselleşmiş olmadıkları için sonuçta ortaya çıkan toplam algı dinamik bir karmaşadan ibarettir.Her bir parçanın felsefi altyapısı ve arka planını yorumlamak ve açıklamak mümkün değil tabii ama her biri Deleuze felsefesine bir yerlerden değiyor. Mesela Jim O’rourke’un “as in” ve dj spooky’nin “Invisual Ocean” parçaları algı eşiğinin aşılması ile ilgilidir. O’rourke’un 3 dakika boyunca fade olan parçası, sonunda algılanamaz hale gelir ve Bergson’un evvelce ortaya attığı ve Deleuze’ün de yorumda bulunduğu algı eşiğinin altında kalan hareket ve diğer uyaranların var sayılıp sayılamayacağı sorusunu irdeler. Leibniz’in okyanus metaforu ile, küçük algı parçalarının birleşip, aralarındaki farklılıklar belirginleşip, sonuçta bizde bir okyanus bütünlüğü olarak algılandığını söyler. Okyanus algısı son
Dj Spooky’nin parçasının yansıttığı, bir yerde budur.. “şehir manzarasının olağanüstü yoğunluğunu, geometrik düzenliliğini, arada ortaya çıkan köşe ve kenarlarını ve algının sınırlarında gezinen fütüristik şehir cangılının sokak ruhunu yansıtmaya çalışmıştır. Bütün bunlar Deleuze’ün ruhuna son derece uygun gelen ve onun felsefesinin farklı yönlerini yansıtan görüntülerdir.
1968 Mayıs’ından beri öğrenci hareketinin bir nevi ruhani lideri ve felsefi gurusu olarak kabul edilen Deleuze, kavramsal düşünce ile politik pragmatizm arasındaki hassas dengeyi en iyi tutturmuş ve ayakları yere sağlam basan filozoflardan biri olmuştur. Ayrıca özellikle ekoloji konusundaki müthiş öngörüleri bugün birer birer doğru çıktıkça Foucault’nun “Gelecek yüzyıl Deleuzeyen yüzyıl olarak anılacaktır” lafını boşuna etmediği anlaşılıyor.
In Memoriam-Gilles Deleuze albümünü ise elektronik müzik ile ilgilenen veya müzik ile ilgilenmesine rağmen elektronik müziği amaçsız ve gelişigüzel “bip” ve “zap”lar toplamı olarak görmeye meyilli herkese, bir de bu bilinçle dinlemeleri açısından tavsiye ediyorum.