“Trubadur ve Aşıkların İzinde”, Fransa’nın güney bölgesi ile Anadolu geleneklerinin buluşmasından doğan bir proje… Bu projenin sahibi olan üç müzisyen, Açık Radyo programcısı Ulaş Özdemir, Sam Karpienia ve Bijan Chemirani, geleneksel şarkıların yanı sıra dinleyicilerini, çağdaş şairlerin eserleri ile oluşturdukları yeni besteleriyle, Marsilya ve İstanbul arasında bir yolculuğa davet ediyorlar. Üçlünün iki üyesi Sam Karpienia ve Ulaş Özdemir Açık Dergi’de konuğumuz oldular; kendileriyle hem söyleştik hem de stüdyomuzda canlı olarak müziklerini dinleme fırsatını bulduk.
Dinlemek için:
İndirmek için: mp3, 42 Mb.
Eraslan Sağlam: İki konuğumuz var bu akşam, Açık Radyo programlarından Ulaş Özdemir www.ulasozdemir.com ve Sam Karpienia, www.myspace.com/samkarpienia bir üçlünün iki ismi. Merhaba, hoşgeldiniz.
Ulaş Özdemir: Merhaba hoşbulduk.
Sam Karpienia: Merhaba.
ES: Bu söyleşiyi İlksen’le birlikte yapacağız.
İlksen Mavituna: Tekrar merhaba.
ES: Siz bir üçlüsünüz... Birbirinizi ilk nasıl buldunuz?
UÖ: Birkaç yıl önce benim Marsilya’da yaptığım çeşitli etkinliklerde Sam’le tanışmıştık. İkimizin de ortak arkadaşı Nil Deniz aslında bu projenin yapımcısı, ama şu anda kendisi hamile olduğu için gelemiyor, çocuk her an doğabilir. Bu proje Nil’in bir düşüncesi olarak başladı aslında. Sam’le biz tanışıyorduk, muhabbet ediyorduk, birbirimizin çalışmalarından haberdardık, ama Nil’in bu işi biraz daha geliştirip Sam’in içinde bulunduğu ve müziğini etkileyen trubadur müziğini ve benim yaptığım müzikleri etkileyen aşık müziklerini biraraya getirmek gibi bir projesi vardı. Birkaç yıl önce bu şekilde başladık. Ben birkaç kere Marsilya’ya gittim geldim ve sonrasında konuşarak, dinleyerek, birbirimize çalarak devam ettik. Geçtiğimiz Kasım ayında bir atölye çalışması yaptık Marsilya’da, sonrasında da iki konser verdik ve projeyi başlatmış olduk. Şu anda Türkiye’ye inmek üzere olan üçüncü arkadaşımız Bijan Chemirani de önemli bir katkı sundu. Bijan Sam’le daha önce çalışmış benim de eski arkadaşım; babası İran’lı, annesi Fransa’lı, dolayısıyla ikimiz arasındaki köprü aslında Bijan. Böyle bir buluşma oldu.
İM: Bu karşılaşmadan önce birbirinizin müziğini biliyordunuz değil mi?
UÖ: Evet.
İM: Nasıl ulaşmıştınız Sam Karpienia’nın müziğine?
UÖ: Yine Nil’in vasıtasıyla. Marsilya çok hareketli bir şehir, biraz İstanbul’a benziyor, liman kenti olması ve bir geçiş noktası olması itibariyle; bir yandan da Arapların, Güney Fransa’daki Oksitanların yoğun olarak yaşadığı bir bölge. Ben de o bölgenin müziğine meraklıyım, Nil’in de sayesinde çeşitli kayıtları biliyordum. Özellikle Sam’in eski grubu Dupain çok ünlüydü, aynı zamanda eski polifonik Oksitan şarkıları söyledikleri Gacha Empega, bunlar çok iyi gruplardı. O çalışmalarını biliyordum ve çok da sevdiğim bir müzisyendi.
SK: Nil, aşıklar ve trubadurların müzikleri arasında nasıl bir etkileşim olacağını görmek istiyordu, bizim müzik anlayışlarımızla onların müzik anlayışları arasında ne tür etkileşimler olduğunu görmek istiyordu, o yüzden bizi buldu. Nil’le eskiden beri tanışıklığımız vardı, onun bir CD’sine katkıda bulundum, dolayısıyla önceden tanıyorum, ama sonrasında Ulaş’la biraraya geldiğimizde başka türlü bir bağ olduğunu da gördüm onun müziğiyle. Bu proje özellikle benim Alevi-Bektaşi müziğini tanımama yol açtığından oldukça zenginleştirdi benim müzik hayatımı. Bundan sonrası için bir CD yapmak gibi bir proje de var.
UÖ: Aslında projenin başlığı “(S)üblime Port”. ‘S’ parantez içinde; yani iki anlamlı, bir yandan “büyük liman” ve “ulu kapı” bir yandan da Nil’in yaşadığı, Hamburg ve Marsilya ve İstanbul arasında bir proje. Bu üç şehir bir yandan bir kapı görevi görmüşken diğer yandan liman şehirleri ve bu liman meselesi çok önemli bizim için, çünkü arka planda bir Akdeniz uygarlığı var. Bu şehirlerin bir yandan dinler arasında bir coğrafya olması bir yandan da kültürler arası bir coğrafya olması nedeniyle bu proje aslında biraz da böyle bir etkileşim projesi. Marsilya ve İstanbul’dan sonra bir de Hamburg’da etkinlik yapmak istiyoruz ve sonrasında bunu bir albümle daha da zenginleştirip biraz daha farklı coğrafyalara taşımak istiyoruz. ??Bu buluşma aynı zamanda bir araştırma projesi; ben trubadurlarla ilgili okuyorum, arka planda Katharizm, Bogomil düşüncesi, Hristiyanlık içindeki heretik meseleler vs. yani Ortaçağ okuyorum. Sam, aşık müziği, ama arka planda Anadolu coğrafyasındaki heredoks inançlar, Alevilik, Bektaşilik vs. üzerine okuyor. Yani aslında bu müziği, şiiri oluşturan sosyal ve kültürel temele de bakıyoruz. Birbirimizin okuduğu eserlerden haberdar olmadan aslında müziği kurmamız da çok kolay değil. Dolayısıyla bizim için de bir eğitim ve öğrenme süreci aslında bakarsanız bu proje.
İM: Çok uzun soluklu bir öğrenme süreci bir yandan da esasında.
UÖ: Evet öyle.
SK: Bu projenin önemli yanlarından biri de sanatçıların sirkülasyonunu sağlamak, çünkü birbirimizle karşılaştıkça yeni müzikal açıklıklar oluşuyor. Bu da bize yeni ilhamlar veriyor; dolayısıyla kendi içinde bu uzun soluklu bir proje.
ES: Bu arada Ulaş Ve Sam bir şıklık yaparak enstrümanlarıyla birlikte geldiler stüdyomuza, bağlama ve madola ile birlikte şu anda buradalar ve ricamız üstüne burada bir parça seslendireceklerini söylediler. Çok teşekkür ediyoruz bunun için. İsterseniz dinleyelim şimdi.
UÖ: Tamam. Aslında repertuvarımızda olan özgün parçalardan bir tanesini seslendireceğiz. Seçtiğimiz eserlerin bir yandan şiirsel değerleri var, hepsi 11-12. yüzyıldan bugüne kadar gelen geniş bir tarih aralığına bakıyorlar. Biz de bunları bir yandan anlamsal olarak biraraya getirirken, bir yandan da müzikal olarak buluşturmaya çalışıyoruz. Bu öyle bir eser, yani Sam’in trubadur geleneğinden yola çıkarak oluşturduğu müzikler ve benim kattığım bir melodi ve sözle birlikte hazırladığımız bir eser diyebiliriz. Repertuvarında olmayan birşey aslında bakarsanız, böyle bir özgünlüğü var.
İM: Bir tek burada dinleyebilecekler o zaman dinleyiciler?
UÖ: Evet, ya konserde ya da burada.
ES: Güzel!
***
ES: Çok teşekkür ederiz, son derece etkileyiciydi hakikaten. Sizler eseri seslendirirken biz de İlksen’le arada işaretlerle anlaştık; normal süremizin biraz üstüne çıkabiliyoruz. Elinize, ağzınıza, yüreğinize sağlık.
İM: Evet enstrümanla ilgili sormak istiyorum Sam’e.
SK: Elimdeki enstrüman aslında gitar boyunda bir mandolin. Lokal bir enstrüman bu, Cezayir’den Marsilya’ya, bir liman olmasının getirdiği avantajla ulaşmış bir enstrüman. Bir arkadaşımdan duydum, o zamanlar elektro gitar çalıyordum. Raşit Taha’nın grubundan olan arkadaşım Hakim Hamadouche’tan elime geçti.
ES: Açık Radyo dinleyicilerinin bildiği ve takip ettiği bir müzisyen.
SK: Çok beğendim, elektro gitardan akustik bir sese geçmek istiyordum zaten ve .... buldum Marsilya’da ve aynısını üretti. Bu enstrümanı çalma biçimi oldukça kişisel.
ES: Ulaş da Sam’de de aslında geleneksel olandan yola çıkıyorlar, ama şu bilgiye de sahibiz, çağdaş şiire kadar uzanıyorlar. Bunu nasıl açıklarsınız, yani geleneksel formdan çıkıp çağdaş olanı nasıl kapsayıcı hale gelebiliyorsunuz?
UÖ: Aslında ikimiz de bugünün yaşayan ozanlarının şiirlerini besteliyoruz. Sam aynı zamanda kendisi de trubadur söylüyor diyebiliriz bugün için. Ben kendime bir aşıklık sıfatı koyamam, ama bugünün ozanlarının eserlerine açığız ve aslında bugünün şiirini okuyoruz, ama bugünün şiirini okurken bir yandan da bu projenin bugüne gelmesine sebep olan o gelenekle ilişki kurmaya çalışıyoruz; bu projenin asıl meselesi o. Dolayısıyla bir bugüne sıçrıyoruz, yani bugünden birşeyler söylüyoruz, bir geçmişe dönüyoruz ve aradaki bağları kuruyoruz ve küçük ilmekler atıyoruz aslında araya. İkimizin müziği için de aslında geçerli olan birşey bu durum. Aslında bir tek farklılık şu; evet bu repertuvarlar çok fazla yanyana gelmedi. Aslında enteresan bir durum var, trubadur geleneğini geliştiren Oksitan şiirinin 11-12. yüzyıldaki yükselişiyle Anadolu’daki Türk halk şiirindeki o aşık geleneğinin yükselişi birbirine çok paralel. Bundan önce tabii ki şiir gelenekleri var, o bizim bildiğimiz Karacaoğlan’lar, Pir Sultan’lar gibi bütün bu aşık geleneğinin temel taşları benzer bir paralellikte ilerlemişler. Oskitan şiirinde, trubadur geleneğinde, buradaki aşık edebiyatında da dini içerik olsun, din dışı meseleler olsun, sosyal hayatla ilgili konular olsun, muhalefet özelliği var. Bugünü de , Mahsuni’leri ve sonrasını da etkileyen bir durum. Aslında böyle bir paralellik de var, sosyal ve kültürel olarak da birbirine yakın. Dinsel olarak da yakın, Katharizm, Hristiyanlık içindeki heretik meseleler ve buradaki Alevi-Bektaşi düşüncesi... Arka planda bir de onlar var.
ES: Senin bu anlamda tevazu gösterdiğini düşünüyorum, az önce dinlediğimiz müzikte karşılıklı iki aşığın atışmasını duymamız mümkün.
SK: Büyük bir fark var arada, Güney Fransa’nın dillerinden biri Oksitan dili, pek de iyi bilinmiyordu çok uzun zamandır, çünkü çok az insan konuşuyor, köylüler konuşuyor, ama son 10-15 senedir özel bir ilgi var bu dile ve Oksitan geleneğine. Ortaçağ trubadurlarının icra ettiği müzik, klasik eğitim almış, klasik nota okumayı bilen insanlar tarafından tekrar bir yerlerden çıkarıldı, sunuldu. Ancak şimdi yeni yeni gençler bir şekilde icra etmeğe başlıyorlar. Esasında halktan kopuktu Bektaşi müziğinin tersine, daha çok klasikçiler tarafından yapılıyordu.
UÖ: Ortaçağ müziği diye CD’ler filan yapılıyor ve çeşitli klasik müzik konser salonlarında bu müzik klasik repertuvarın icra ediliyor Oksitan dilinde, ama sonuçta sadece o müzikle uğraşan dinleyicinin dinlediği salonlarda oluyor. Yani Oksitan halkı bu müzikle aslında çok fazla haşır neşir değil.
ES: Yani daha seçkinci bir yönelimi var.
UÖ: Öyle gibi. Özellikle son 10-15 yıldır, daha klasik müzik tarzının içinde olan ama dışarıda da olan çeşitli gençler popüler müzik türünde ürünler vermeye başladılar, işte Sam de onlardan bir tanesi. Rock stili de var, hiphop yapan bile var, dolayısıyla ciddi bir hareketlenme var ve bir yandan da Oksitan diliyle ve kültürüyle ilgili ciddi bir sosyal ve kültürel bir mücadele de sürdüğü için yeniden yükselme var. Dolayısıyla böyle bir fark var; Alevi müziğini icra ettiğinizde klasik müzik çalınan yerlerde çalmıyorsunuz, bu açıdan da bu projenin böyle bir farklılığı var. Bijan’ın da katılmasının bir etkisiyle biz bunu hemen hemen her yerde çalabilme şansına sahibiz.
ES: Senin itirazın neydi İlksen?
İM: Benim itirazım esasında şuydu; Oksitan kültürüne dair bir bastırma var dedi ve bunu farklardan biri olarak söyledi. Türkiye’de de çok bir fark olmadığını söyledim Alevi, Bektaşi kültürünü bastırma açısından.
UÖ: Yok, ama onun söylemek istediği başka bir noktaydı. Dediğim gibi muhalefet açısından, yani bir şekilde ezilmek, hor görülmek, dışlanmakla ilgili olan bir paralellik de var. Şiiri de besleyen meseleler bunlar.
ES: Peki Ulaş bir örnek daha dinleyelim mi? Ben heyecanla bekliyorum çünkü.
UÖ: Aslında yeni birşeyler söylemek istiyoruz; Sam’in bir bestesi. Tam da muhalefet demişken o konuyla da bağlantılı. Ömrünü düşüncesine adayanlarla ilgili bir şarkı aslında. Deminden beri Katharizm meselesinden bahsediyoruz, bu düşünce için ömrünü vermiş insanlar var, ya da burada Pir Sultan gibi Hızır Paşa’yla savaşmış insanlar var; bu şarkı da işte bütün bu insanları anlatıyor. Sam’in bir bestesi, Oksitan dilinde, ben de ona eşlik edeceğim.
ES: Merakla bekliyoruz.
***
İM: Ulaş Özdemir’den dinlettik oksitan dilinde bir parçaydı.
ES: Açık Radyo dillerinin arasına katılmış oldu Oksitan dili böylece.
SK: Ütopya yasak, ama elbet yolunu bulacak, halk da birleşip yarından önce yarını yaratacak. Bir sonraki yol da hayal gücü olacak.
ES: Sözün bittiği noktalara getiriyor bu tip durumlar, programı yaparken de. Açık Radyo’da Ulaş Özdemir ve Sam Karpienia ile birlikte, bu akşamki konserlerinin öncesinde söyleşmeye devem ediyoruz. Biraz konser programından ve repertuvarınızdan konuşalım. Neler seslendireceksiniz? Nasıl bir program bekliyor bu akşam Fransız Kültür Merkezi’nde, yarın akşam da Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde dinleyicileri?
UÖ: Bu akşam Fransız Kültür Merkezi’nde saat 8’de çalıyoruz, Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde de 8 buçukta çalıyoruz Kadıköy’de. Repertuvarımız, bir yandan demin bahsettiğim erken dönemden diyebileceğim, 12-13. yüzyıldan başlayıp bugüne kadar gelen, geniş bir yelpazede, trubadur ve aşıklardan, yani halk ozanlarından, saz şairlerinden oluşuyor. Söz olarak bunlara dayanıyor, müzik olarak da bir kısmı Anadolu’dan ve Oksitanya’dan müzikler, bir kısmı da bizim aslında birlikte çalışarak geliştirdiğimiz müzikler. Örneğin ilk çaldığımız parça biraz öyleydi. Müziklerle biraz oynayıp, ama çok fazla deforme etmeden yeni bir dil oluşturmaya da çalışıyoruz. Bir yandan da birlikte çalınca zaten kendinden oluşan bir dil oluyor, birbirimizi tanıyoruz. Şu anda Bijan burada yok, ama onun da inanılmaz bir katkısı var. Bijan bir geleneksel İran vurmalı çalgısı olan tombak çalıyor. Tombak konuşan bir perküsyon aleti, her yerini efektif olarak kullanabileceğiniz bir özelliği var. Bağlamaya merakı var ve Sam’le çok uzun zamandır çalışıyor, zaten bu ritmlere çok alışkın. Ritmik olarak Oksitan müziğinde kolay kolay göremeyeceğiniz, yani klasik salonlarda göremeyeceğiniz bir renkliliğimiz var. 9 zamanlı, 10 zamanlı, değişken ritmli çeşitli şarkılarımız var. Bijan’ın bu açıdan çok ciddi bir katkısı olduğunu söyleyebilirim. Böyle bir repertuvar dinleyecekler dinleyiciler. Bazı parçalar Türkçe ve Oksitan dilinde karşılıklı atışmalar gibi.
?ES: İlk dinlettiğiniz parçada yaptığınız gibi.
UÖ: Evet ilk parçadaki gibi. Bazısı sadece vokalle yaptığımız küçük koral denemeler, bazıları da üçümüzün birlikte çaldığı şeyler. Bazen ben Sam’e eşlik ediyorum bazen o bana eşlik ediyor. Böyle bir repertuvar. Yani mümkün olduğu kadar birbirinin içine girmeye çalışan, ama kendi özgünlüğünü de koruyan müzikler.
İM: Bu arada çağdaş şairlerden de bahsedilmiş elimize gelen bültende.
UÖ: Türkçe açısından söylersek şu anda üzerinde çalıştığımız bir kaç parça var, ama çağdaş şairlerden değil, ozanlardan var, yani örneğin Emekçi’den bir eser okuyoruz, Sam’in okuduğu bir politik esere karşılık olarak. Emekçi bugün yaşayan önemli bir ozan. Sam, kendi eserleri de dahil olmak üzere, bugünün şiirlerinden söylüyor, az önceki şiir gibi. Dolayısıyla böyle bugüne uzanan bir yanımız da var, ama albüm sürecinde biraz daha ilerlettiğimizde repertuvarı, kalıcı birşey olsun istiyoruz açıkcası; yani sadece piyasaya yönelik bir müzik albümü olmasın. İnsanlara kalıcı birşeyler de bırakmak istiyoruz. Araştırdıkça ve arşivlerden ulaştıkça bakıyoruz ki aslında uzak mesafe gibi görünen mesafeler o kadar da uzak mesafeler değil. Kültürel olarak o kadar birbirinden ayrı dünyalar değil bu dünyalar. Marsilya’ya giden bir insanın hiç yabancılık çekeceğini düşünmüyorum açıkcası. Akdeniz, liman, ayrıca tabii Arapların da orada olması daha bambaşka bir zenginlik katıyor. Aslında işin düşünsel boyutuyla da müzik kadar ilgiliyiz açıkcası.
SK: Oksitan müziği az kayda geçirilmiş bir müzik olduğundan epey folklorik ve geçmişe ait kaldı. O yüzden içine kapalı oldu, oysa bizim için Oksitan müziği bugüne dair bir müzik. Mesela Marsilya, Ulaş’ın da bahsettiği gibi, bir liman olduğundan çok fazla etkileşime sahip, çok başka yerlerden insanlar geliyor. Esasında Oksitan müziğinin bu kapalılığı bir şekilde açılmalı, çünkü etkileşim zaten var, ama görülmeyen bir etkileşim. İran’dan bir katkının olması da müziğe ilham veriyor ve özellikle bu katkı icra ettiğimiz müziğe bir yandan da deneysel bir nitelik katıyor.
ES: Söyleşimizin sonuna yaklaştık, ama bir ricam var şayet mümkün olursa. Sizi çok zorlamayacaksa, birazcık daha vaktimiz var, acaba bir eser daha seslendirmeniz mümkün mü?
UÖ: Tabii.
***
ES: Çok çok teşekkür ediyoruz.
İM: Ağzınıza sağlık.
ES: Dinleyicilerimize konserinizin öncesinde müziğinizi ulaştırıyor olmak bizim için de hakikaten çok mühimdi; çok teşekkür ediyoruz misafirimiz olduğunuz için.
(17 Haziran 2010 tarihinde Açık Radyo’da Açık Dergi programında yayınlanmıştır.)