Haftanın Kitapları: 16.12.2011

Açık Dergi
-
Aa
+
a
a
a

Kojin Karatani

Derinliğin Keşfi:

Modern Japon Edebiyatının Kökenleri

çev. Devrim Çetin Güven, İnan Öner

Metis Yayınları, 2011, 236 s.

“Metis Eleştiri” dizisinin yirmi ikinci kitabı olarak yayımlanan Derinliğin Keşfi’nin, belki de en önemli tarafı, hem çok derinine bilmediğimiz bir edebiyatın –Japon edebiyatının– XIX. ve XX. yüzyıl sürecindeki durumunu yorumlaması bir yana; buradan yola çıkarak “modernlik”, “edebiyat” , “köken”, “devlet” gibi kavramların temelinde yatan önkabullerimizi sorgulamayı, bu önkabullerin “ideolojik” doğasını da gözler önüne sermeyi amaçlamış olması. Daha önce Türkçede Transkritik ve Metafor Olarak Mimari kitaplarını okuduğumuz yazar, Türkçe baskı için de bir önsöz yazmış Derinliğin Keşfi’ne; burada da Japonya ile Türkiye arasındaki tezatlara, paralelliklere değinmiş: “Japonya’ya Uzakdoğu denir. Asya’nın uzak doğusu anlamında... Diğer yandan ben İstanbul’a gittiğimde, Türkiye’nin de Asya’nın ‘uzak batı’sı olduğunu hissettim. Uzakdoğu ve ‘Uzakbatı’ insanları arasında benzerlikler var. Her ikisi de, bir yandan Asyalı olduklarını diğer yandansa Asyalı olmadıklarını hissediyorlar. Her ikisi de bu bölünmüşlük halinden dolayı acı çekiyorlar. Acı çekmelerinin nedeni, bu bölünmüşlük halini ortadan kaldırmaya çalışmaları. Fakat ben bu bölünmüşlük halinin ortadan kaldırılmasına gerek olmadığını düşünüyorum. Ancak aynı anda iki kimliğe birden sahip olmak yoluyla, evrensel olabiliriz.”

Cuniçiro Tanizaki

Anahtar

çev. H. Can Erkin

Can Yayınları, 2011, 138 s

Can Yayınları, Japon ruhunu eserlerinde başarıyla yansıtmasıyla tanınan Tanizaki’nin eserlerini yayımlamaya Anahtar isimli romanıyla devam ediyor... Anahtar romanını Tanizaki, orta yaşlarını süren bir karı-kocanın tuttukları günlükler üzerinden kurmuş. Dile getiremedikleri duygularını günlüklerine döken bu karı-koca, hem birbirlerinin böyle bir eylem içerisinde olduklarını biliyorlardır hem de bilmiyormuş gibi davranmaktadırlar. Bir anlamda, söz konusu günlükler bu karı-koca arasındaki köprüler konumundadır. Arka kapakta da yazdığı gibi, kadını her geçen gün kocasından uzağa savuran dokunaklı bir hikâye bu; “Günlüğün, bulunsun diye saklanan anahtarı, yaşlı bir ruhun derinliklerine inen kapıya da uyar” şeklinde de kitabın içeriğine uygun bir tanıtım cümlesi kullanılmış.

David Peace

İşgal Altındaki Şehir

çev. Dost Körpe

Sel Yayıncılık, 2011, 301 s.

Türkçede yeni tanıştığımız bir yazar olan David Peace, özellikle “seri” kitaplarıyla tanınıyor. The Red Riding Quartet isimli bir dörtlemesi var örneğin; 1975-1980 yılları arasında İngiltere’deki bir dizi cinayeti ele alan ve polislerin kötü muamelesiyle hesaplaşan bir dörtleme olarak nitelendirebiliriz The Red Riding Quartet’i. İşgal Altındaki Şehir’in dahil olduğu üçlemenin adı ise “Tokyo Üçlemesi.” Bu üçlemenin ilk kitabı Tokyo Sene Sıfır da yine bu yıl içinde yayımlanmıştı. Bu ilk roman, 1945’te Tokyo’daki –malum savaşın yıkıntıları altında olan Tokyo’daki– bir dizi suçta odaklanıyordu; genç kadınları vahşice öldüren bir seri katilin peşine düşen Dedektif Minami karakterinden yola çıkarak. İşgal Altındaki Şehirde de yine aynı arka plan üzerinde ama bu sefer farklı bir suç hikâyesi anlatılıyor. Bu sefer, salgın hastalıklara karşı devlet tarafından gönderildiğini iddia eden bir doktorun on altı banka çalışanını zehirlemesi etrafında şekilleniyor roman.

Gabriela Adameşteanu

Kayıp Sabah

çev. Leila Ünal

YKY, 2011, 437 s.

Coğrafi olarak yakın olmamıza karşılık pek yakından tanımadığımız bir edebiyatın önemli örneklerinden biri Gabriela Adameşteanu’nun Kayıp Sabah isimli romanı. Romanda üç farklı kuşaktan yola çıkılarak Birinci Dünya Savaşından Çavuşesku diktatörlüğünün son yıllarına kadar olan süreçte Romanya’nın tarihi arka planı da anlatılmış. (Kitabın son sayfalarında romanda adı geçen politikacılar da kısa kısa tanıtılıyor.) Dolayısıyla Bükreş şehri de adeta bir karakter olarak karşımızı çıkıyor diyebiliriz. Hatırlanacaktır, Gabriela Adameşteanu, 3-6 Ekim 2011 tarihleri arasında düzenlenen İstanbul Tanpınar Edebiyat Festivali kapsamında İstanbul’u ziyaret eden isimler arasındaydı. İstanbul’da olduğu dönemde, okuma ve söyleşi etkinlikleri gerçekleştirmişti.

Téa Obreht

Kaplanın Karısı

çev. Merve Sevtap Ilgın

Siren Yayınları, 2011, 355 s.

Bir bütün olarak Balkanlar; coğrafyasıyla, halklarıyla, tarihiyle hiç kuşkusuz “katmanlı romanlar”a imkân veren bir yapıya sahip. Obreht’in de Kaplanın Karısı adlı ilk romanında buradan beslendiği söylenebilir. 1985 yılında eski Yugoslavya’da dünyaya gelen, savaş sırasında bir süre Mısır ve Kıbrıs’ta yaşadıktan sonra ABD’ye göç eden Obreht, büyük bir ihtimalle deneyimlerinden de yararlanmış... (Merkezinde genç bir çocuk doktoru olan Natalia’nın yer aldığı romanın, Obreht’e Orange Ödülünü alan en geç kalem unvanını kazandırdığını da hatırlatalım.) Her şey, Natalia’nın, büyükbabasının ölümünün ardından ondan kalan eşyaları almak üzere ücra bir köye doğru yola çıkmasıyla başlıyor. Bir tarafta Natalia’nın büyükbabasının şahsi eşyaları üzerinden kişisel bir hikâye anlatılırken, bir taraftan da bu kişisel hikâye üzerinden Balkanlar’ın kuşaklar boyu savaş içinde yaşamış halklarının sesleri duyuluyor Kaplanın Karısı’nda.

Ned Beauman

Boksör Böcek

çev. Sabri Gürses

Domingo, 2011, 245 s.

Tıpkı Téa Obreht gibi 1985 doğumlu olan Ned Beauman da, ilk romanı Boksör Böcek ile adından çokça söz ettiren bir isim oldu. 2010 Guardian İlk Roman Ödülü finalistliği bulunan romanda, eski eser koleksiyoncusu Kevin’la tanışıyoruz. Topladıklarının bir kısmını satarak geçinen Kevin’ın asıl ilgi alanı ise, Nazi dönemi hatıraları… Tam da o döneme ait önemli bir “parça” üzerinden romanın diğer hikâyesine de adım atıyoruz; Hitler’in Doktor Erskine’a hitaben yazdığı bir mektup. 1930’lu yılların başına döndüğümüz bu aşamada, söz konusu mektubun yazıldığı olayların içinde buluyoruz kendimizi. Burada ise, tahmin edilebileceği gibi, “klasik” üstün insan tasarılarıyla karşılaşıyoruz.

Téa Obreht’in Kaplanın Karısı ve Ned Beauman’ın Boksör Böcek romanlarından yola çıkarak söylersek; Siren Yayınları ve Domingo, özellikle çeviri kitaplar özelinde çağdaş edebiyatın “iyi” örneklerine, nitelikli baskılarla yayın programlarında yer vermeleriyle, kendilerinden gün geçtikçe daha da çok söz ettirecekler gibi görünüyor.

Stephen King

Zifiri Karanlık

Yıldızsız Gece

çev. Canan Kim

Altın Kitaplar Yayınevi, 2011, 480 s.

Zifiri Karanlık Yıldızsız Gece kitabında Stephen King’in dört uzun öyküsü bir araya getirilmiş. “1922”, “Koca Şoför”, “Adil Uzatma” ve “İyi Bir Evlilik” başlıklı uzun öykülerin yer aldığı bu kitap, 2010 yılı Bram Stoker Ödüllerinden birinin de sahibi durumunda… King’in “sıkı” okurlarının fark edecekleri ilginç ayrıntılar da var bu uzun öykülerde. Örneğin ilk öykü “1922”nin Hemingford Home, Nebraska’da geçiyor olması, hiç kuşkusuz akıllara King’in sonrasında beyazperdeye de uyarlanmış olan ünlü romanı Mahşer’i getirecektir. Ayrıca kitabın son sayfalarında Stephen King’in genel olarak yazarlık ve bu kitaptaki uzun öykülerle ilgili yazısını da okumak mümkün.

John Ajvide Lindqvist

Gir Kanıma

çev. Çiğdem Samsunlu

Pegasus Yayınları, 2011, 624 s.

Independent on Sunday’in “Tıpkı iyi bir Stephen King romanı gibi,” şeklinde nitelendirdiği Gir Kanıma, adından da az çok anlaşılabileceği gibi bir vampir romanı. Gir Kanıma 12 yaşında, çevresindeki akranlarıyla sancılı bir ilişkiye sahip olan Oskar ile Eli adındaki vampir bir kız çocuğu arasındaki ilişkide odaklanıyor. Klasik vampir hikâyelerine başka boyutların da eklendiği, romanın ilk sayfalarından itibaren kendisini belli ediyor. Gir Kanıma iki kere beyazperdeye uyarlandı; öncelikle 2008 yılında İsveç yapımı, sonrasında da gördüğü ilgi üzerine 2010’da bir adaptasyon olarak... (Adaptasyon, hem coğrafi hem de karakterlerin isimlerinin değişikliğini kapsıyordu.)