David Gilmour Film Kulübü çev. Dost Körpe Domingo, 2010, 223 s. |
“Eğitim hakkında tek bildiğim şu: insanoğlunun şimdiye kadar karşılaştığı en büyük ve en önemli güçlük, çocukların nasıl yetiştirilmesi ve eğitilmesi gerektiği meselesidir.” Montaigne’in bu cümleyle özetlediği güçlükle karşılaşan bir babanın hikâyesi Film Kulübü. Oğlu Jesse’nin okuldaki notlarının düşmeye başladığını, hatta dibe vurduğunu görerek dehşete kapılan David, çözümü oğluna sıra dışı bir anlaşma sunmakta bulur.
“İnsanın dış etkilere çok açık olduğu, betonun henüz kurumadığı bir dönem” olarak nitelendirilen ergenlik dönemindeki oğluna eğitim konusunda baskı yapmasının, çıkışmasının onu “kaybetmek” anlamına geleceğini fark eden David’in, onunla bağlantı kurmak için ilgisini çeken tek konudan (filmler) faydalanarak yaptığı öneri şudur: “Artık okula gitmek istemiyorsan, gitmek zorunda değilsin. (...) Çalışmak zorunda değilsin, kira ödemek zorunda değilsin. Her gün beşe kadar kadar uyuyabilirsin. Ama uyuşturucu yok. Uyuşturucu kullanırsan külahları değişiriz. (...) Ama, bir şey daha var. (...) Benimle haftada üç film seyretmeni istiyorum, filmleri ben seçeceğim. Alacağın tek eğitim bu olacak.” Bir daha hiçbir okula adım atmak istemediğini dile getiren Jesse’nin bu öneriyi kabul etmesiyle, yalnızca bir baba ve bir oğulun üye olduğu “film kulübü”nün temelleri de atılmış olur.
David’in oğluyla birlikte izlemek üzere seçtiği ilk film, “Truffaut’nun okulu asarak geçirdiği yıllara otobiyografik bir bakışı”nı yansıtan filmi 400 Darbe, oldukça manidardır; ama aslında filmleri rastgele seçer David, iyi olmaları, mümkünse klasik ama sürükleyici olmaları, güçlü bir öyküyle oğlunun ilgisini çekmeleri yeterlidir. Bunu yaparak her ne kadar modern olacağım diye oğlunun hayatını mahvetmesine göz yumup yummadığı konusunda emin olamasa da, her ne kadar ona sistematik bir sinema eğitimi vermediğinin farkında olsa da filmleri izlerken birlikte geçirilen yüzlerce saat, baba ve oğulun belki de “normalde” olmayacak kadar çok konuda –filmler üzerinden, filmlerden yola çıkarak– sohbet etmelerine, deneyimlerini paylaşmalarına olanak tanır.
Film Kulübü, “bir adamın sevgili oğluna yetişkinliğe geçişin çetrefilli yollarında kılavuzluk etme çabasının” gerçek hikâyesi olarak okunabileceği gibi, pekâlâ bir sinema eleştirisi, film tanıtımı kitabı ya da kamera arkası “dedikodulara” da yer veren bir kitap olarak da okunabilir. Eski bir televizyoncu ve sinema eleştirmeni olan David’in filmler, yönetmenler ve oyuncular hakkındaki görüşleri, oğluyla karşılıklı tartışmaları, birlikte ayrıntılara inmeleri, özellikle içinde bulunduğumuz aylarda –sinemalarda ağırlıkla “yaz filmleri” varken– DVD seçimlerinde yol gösterici olabilir, hatta kimi önyargıları aşmada... Örneğin, David’in şu görüşüne katılmamak elde değil: “Julia Roberts’ın oynadığı Özel Bir Kadın’a (Pretty Woman, 1990) zaafım olduğunu itiraf etmiştim. Tek bir anı bile inandırıcı değildir, ama öyküsü o kadar etkileyici anlatılır ki, hoş sahneler öyle peş peşe gelir ki direncinizi kırar ve sizi salakça bir şekilde etkisine aldıktan sonra geri dönüş zordur.”
Murat Aykaç Erginöz Bir Yabancı Konuk Arion Yayınevi, 2010, 100 s. |
Kısa olarak nitelendirilebilecek bir roman Bir Yabancı Konuk; bu yapısıyla bazı olayları çabuk geçiyor gibi görünmekle birlikte, bir dönemi yansıtması ve zamanında pek işlenmemiş bir konuda odaklanması bakımından dikkate değer. Doğan Hızlan’ın kitabın arka kapağına da alınan tanıtım yazısından aktaralım: “Bir Türk erkeğinin, Paris’te doktora yaparken tanışıp evlendiği Fransız kadından olan oğlu, yıllar sonra bir gün çıkagelir. Erkek Türkiye’de ikinci kez evlenmiştir. Çocukları olmayan çift, mutlu olmalarına karşın, zaman zaman çocuksuzluğun burukluğunu duymaktadır. Aniden gelen bu yabancı konuk tüm yaşamlarını altüst eder”... (Erginöz’ün romanı TRT tarafından bir televizyon dizisi haline de getirilmişti, hatta başrollerinde Deniz Gökçer, Salih Güney ve Nihat Su’nun yer aldığı bu yapım, 1990 yılında en iyi televizyon dizisi seçilmişti.)
Dirk Wittenborn Vahşi İnsanlar çev. Mesut Kondu Ayrıntı Yayınları, 2010, 407 s. |
Finn Earl isimli “yeniyetme,” masöz olarak çalışan, uyuşturucu bağımlısı annesinden ayrılarak, Amazon ormanlarında Yanomami kabilesiyle, “vahşi insanlarla” birlikte yaşayan antropolog babasının yanına gitmek ister. Bir olay bunu gerçekleştirmesini imkânsızlaştırır ve bu anne ile oğul bir şekilde kendilerini “jet sosyete”nin içinde bulurlar; ki bu durum, Finn Earl’ün “vahşi insanlar”la karşılaşmak üzere çok da uzaklara gitmesine gerek olmadığını anlamasına yol açar. Kısaca Vahşi İnsanlar, Wittenborn’un “Amerikan rüyası”na yönelttiği sert bir eleştiri... (Wittenborn’un Vahşi İnsanlar romanı sinemaya da uyarlanmıştı – başrollerinde Diane Lane, Donald Sutherland gibi isimlerin yer aldığı bu filmin Türkiye’de gösterime girip girmediği konusunda emin değilim, ama DVD’sini bulmak mümkün; Acımasızlar ismiyle.)
Bülent Diken, Carsten B. Laustsen Filmlerle Sosyoloji çev. Sona Ertekin Metis Yayınları, 2010, 226 s. |
Kitapta Bülent Diken ile Carsten B. Laustsen’in daha önce yurtdışındaki çeşitli dergilerde yayımlanmış yazıları bir araya getirilmiş; kitaba “sunuş” yazan Slavoj Zizek’in kelimeleriyle, “Bir film asla yalnızca bir film ya da bizi eğlendirmeyi ve dolayısıyla dikkatimizi dağıtarak bizi asıl sorunlardan ve toplumsal gerçekliğimiz içindeki mücadelelerimizden uzaklaştırmayı amaçlayan hafif bir kurgu değildir”i ispat etmeye çalışan, filmlere toplumsal çerçeveden yaklaşan yazılar... Öncelikle “Sinema ve Toplumsal Teori” başlıklı bir giriş yazısı var kitapta, bu bölümde hem bir kavramsal temel oturtulmuş hem de tek tek kitabın sonraki bölümlerinde nelerle karşılaşacağımız özetlenmiş. Sonrasında, yazılarda ele alınan filmler ise şunlar: Hamam, Sineklerin Tanrısı, Tanrı Kent, Dövüş Kulübü, Brazil ve Hayat Güzeldir.