La Napoule şatosuna yazı yazmak üzere davet edildiği zaman, Nedim Gürsel beni aramıştı ve “Sıkıldım burada, gel al beni Allah aşkına” diye yakınmıştı...
Şimdi aradan belki de iki yıl mı geçti? Anımsamıyorum. Ama o gün Cannes Şehri’nin ötesinde, bu muhteşem şatodaki odasında, püfür püfür esen Akdeniz rüzgârına karşı, açık pencerenin pervazına oturmuş, bana yeni yazmaya karar verdiği öykü kitabının ilk öyküsünü okumuştu.
İtalya’da geçen, hayli şehvetli ve şehvet sözcüklerinin hiç de sakınılmadan kullanıldığı bir öykü olduğunu anımsıyorum...
La Napoule Şatosu | O gün, Nedim’i şatosundan alıp Cannes’a götürmüş, bir anlamda “havalandırmaya” çıkartmıştım. Resimli Dünya Romanı’nın yoğun çalışmasından kurtulalı çok olmamıştı. İki tarihi romanı (Boğazkesen ve Resimli Dünya) peş peşe yazmış, bir de bunların tanıtım çalışmalarını tamamlamıştı, ama işi “yazarlık” olduğu için, ister istemez yeni kitapları sıraya koymak durumundaydı ve işte, hem biraz dinlenmek, hem de aşkın, sevdanın o esrik dünyasına dalabilmek için “erotik öyküler” yazmaya karar vermişti. |
“Öğleden Sonra Aşk” adıyla Aralık 2002’de, Nedim’in yeni editörü Doğan Yayıncılık’tan çıkacak olan bu öykü kitabını bitirdiğinde, beni arayıp, okumamı istedi.
Bu arzunun altında yatan, benim çok usta bir okuyucu ve eleştirmen olmamdan kaynaklanmıyordu elbette, ancak halkla ilişkiler işine olan yatkınlığım, belki de kitabın adını bulmasında ona yardımcı olmamı sağlayabilirdi.
Kitabın adı "Sadullah Paşa Yalısındaki Hançer" olmalıydı
Türkiye’de artık, yazarlık da meslek olmaya başladı ve yazarın kitabını yazıp, kenara çekilmesi devri de bitti. Hoş Nedim Gürsel, hemen hemen hiçbir kitabından sonra saklanıp, görünmez adam olmadı, her zaman kitaplarının tanıtımına yoğun biçimde katıldı, hatta zaman zaman o kadar çok seyahat etti ve o kadar çok sağda solda göründü ki, kitaplarını bitirmekte bile güçlük çektiği oldu. Ama Türkiye’de son yaşanan Orhan Pamuk’un “Kar” kitabı ile Ahmet Altan’ın kitapları için yapılan tanıtımlar, bu işin ciddiyetini de ortaya iyice koyuyordu.
Kitabın fotokopisi elime geç geçti. Ardından benim seyahatlerim falan derken, kitabı sonunda iki hafta önce okuyup bitirebildim. Nedim’in yalancısıyım ama, kitap piyasaya çıkmadan ilk okuyanın ben olduğumu söylüyor.
Nedim Gürsel’e de söylemiş olduğum gibi, eğer zamanında yetişebilseydim ve kitap “Öğleden Sonra Aşk” adıyla yayıncının listelerine girmemiş olsaydı, o zaman kitabın adının “Sadullah Paşa Yalısındaki Hançer” olarak değiştirmesini önermiştim.
Elbette kitabın adı “Sadullah Paşa Yalısındaki Hançer” olunca, ilk öykü de “Firûze Sularda” öyküsü olacaktı. İşte bu nedenle okurlara da, kitaba bu öykü ile başlamalarını, ardından “Sadullah Paşa ile Necibe Hanım” öyküsünü okumalarını öneriyorum.
Kitapta, La Napaoule Şatosu’nda Nedim’in bana verdiği izlenimden çok daha farklı öykülerle karşılaştım. “Salih ile Yonta”nın öyküsü, geçtiğimiz Temmuz ayında Kuzey Kıbrıs’a gidip gündelik yaşamı bire bir izlediğim için bana çok çarpıcı geldi. “Öğlenden Sonra Aşk” ise 70’li yılları yoğun yaşamış olan bugün 50’li yaşlarındaki bizlerin anılarını tazelemesi açısından hayli iyi bir öykü. Ama Nedim Gürsel’in kitabında erotik öyküler yok, oysa yazarımızın bu konuda da hayli yetenekli bir kaleme sahip olduğunu ve yeterli deneyimi de bulunduğunu düşünüyorum. Belki bir dahaki sefere... Nedim’in öykü sonlarındaki küçük şaşırtmaları, öykülerdeki zaman zaman tekrar eden, tıpkılıklar, artık öykü yazarlığından soğumaya başladığının birer işareti olarak değerlendirilebilir. İki büyük romanın ardından, yazarımızın yüzmeye başladığı kulvarın değiştiğini görmemek olanaksız. | Nedim Gürsel |
Nedim Gürsel “O Kış Saraybosna’da” öyküsünden çıkışla, yarın Balkanların yakın tarihini anlatan bir romana başlarsa şaşırmayacağım, çünkü tarih ile romancılığın hoş birlikteliğini yakaladığını, araştırmanın ve tarih okumanın sabırlı ve düzenli çalışma sistemini geliştirdiğini ve gezip gördüğü yerlerde, yaşamış olduklarını iyi not ederken, yaşanmış olanlara da gazeteci gözlüğü ile bakabildiğini izliyorum.
“Öğlenden Sonra Aşk”, bir yandan Nedim Gürsel’in yer yer kendi öz eleştirisini ve yabancılaşmasını anlattığı, öte yandan tarih romanı yazarlığından tatlar aktardığı ve yer yer de umursamazlığını, baştan savmacılığını gizlemediği son kitabı.
Aralık ayında okuyucuyla buluşacak olan kitap hakkında, ilk “okunmalıdır” mührünü vurabildiğim için seviniyorum.