işi bir hatıra üreticisine, “alaminut fotoğrafçılar”a gelecek. Son olarak da, amatör fotoğrafçıların gelişimine değineceğiz. Albümlerin sayfalarında yer alan fotoğrafları çekenler dediğimizde, sanırım bunlardan söz etmek yeterli.
İstanbul’da ilk fotoğraf stüdyosunun açılış tarihi 1842’dir. Ceride-i Havadis gazetesinin 17 Temmuz 1842 tarihli nüshasında bu şöyle duyurulur: “Beyoğlu’nda Mösyö Dager’in [Daguerre] yakirdanından Mösyö Kompa icrayı sanat eylemektedir. Ressamlar bir adamı resmedecekleri vakit birkaç günler kemali sabrü sükûnla karşılarına oturtup defa be defa nazar ederek haylü zahmetlü resmederler. Lakin bu alâtla resmolunacak olduğu vakitte güneşte altı saniyede ve güneşsiz havada yarım dakika ol alât vasıtasıyla resmedüp bitirirler."
İlandaki ressam-fotoğrafçı benzetmesi boşuna değildir. On dokuzuncu yüzyıl boyunca fotoğraf, neredeyse bir resim kadar önemli ve değerli olmuştur. Fotoğrafçılar işlerini bir sanatkâr gibi icra etmişlerdir. Öte yandan fotoğraf makineleri ve malzemeleri pahalı olduğundan, resim çektirmek de belirli bir kesim için olanaklı olmuştur.
Fotoğrafçılar Caddesi
Fotoğraf stüdyolarının pıtrak gibi çoğalması için Cumhuriyet’i beklememiz gerekecek. Manzarayı umumiyeyi görebilmek için, 1930’lu yıllarda Beyoğlu’nun önemli köşebaşlarını tutan foto stüdyolarından bazılarını ziyaret edelim. İlk ziyaretimizi bir dönemin ünlü fotoğrafçılarından Phebus’a yapacağız. 1936 yılında Feridun Kandemir’e anılarını anlatan Phebus, 45 yıldır bu işi yaptığını söylüyor ve stüdyoculuğun eski günlerini özlemle anıyor:
çektiren kadınlar da çoğalmaya başladı."
Phebus’un en sevdiği müşteriler artistlerdir: "Artistlerin resimlerini çekmek daima keyifli bir iştir. Neşeli neşeli gelirler, kırıta kırıta otururlar, şakalaşırlar, durmasını, bakmasını, konuşmasını bilirler. Tatlı
şeylerdir vesselâm." Çocuk fotoğrafı çekmenin güçlüklerinden de söz eder Phebus. Ama üstadın korkulu rüyası çirkin kadınlardır:
"Hele çirkin kadınlar? Ne yapsınlar, kendilerini avutabilmek ve etraflarını biraz aldatabilmek için usta bir elin rötuşundan başka kimden medet umabilirler ki. Fakat bunların arasında biraz fazla sinirlileri de
çıkıyor. Şaşı gören yampırı ağzı, iğri büğrü burnu olan bir yüzü ne kadar zabalasak ahım şahım bir şekle koyabilmemizin imkânı var mı?"
Bir yıl kadar sonra; rehberimiz bu kez Yarımay dergisinin acar muhabiri Niyazi Acun. Önce ele aldığımız işbu konunun önemine dikkatimizi çekiyor: "Bugün fotoğrafı çıkmamış kimler vardır? Bilâtereddüt diyebilirim ki, medenî dünya nüfusunun yüzde doksanı objektif karşısına geçmiştir. Fotoğraf, cemiyet dahilinde yaşayan insanlar için bugün bir ihtiyaç haline girmiştir. Hüviyet cüzdanınızda, evlenme kağıdınızda, pasaportlarımızda, tapu senetlerinde, vekâletnamelerizde, hulâsa birçok işlerimizde fotoğrafın rolü vardır. Uzaktasınız. Ebeveyn, sevgili, arkadaş hasretini fotoğraf
vasıtasıyla giderirsiniz. Sevdiğiniz kimselerle olan hatıralarınızı yadetmek için resim çektirirsiniz."
Hanımların yarattığı mezalim
"Bir şişman bayan geldi. Fotoğraf çektirmeden evvel şartlar koştu: ‘Beni bir kere zayıf çıkartacaksınız ve tıpkı Mata Egert’e benzeteceksiniz. Ben zayıf çıkmam için sabah kahvaltısı bile etmedim’ dedi. Demek ki bir sabah kahvaltısı etmemek şişman bayanı zayıf gösterecek. Burada herşey enteresan! İhtiyarların genç görünme arzuları, gençlerin ve âşıkların hep sinema artistleri gibi pozlar istemeleri ve daha buna mümasil ne israfı güç arzular? Birçokları tabiatın kendilerinden esirgediği güzelliklerin yaradılışını; noksanların tashihini hep sanatkârın hünerinden, mucizeler yaratacak objektifinden bekliyorlar!.. Zavallı sanatkârlar. Bu ilâhî kudreti acaba fen size verebiliyor mu?"
İstiklâl Caddesi artık bir “fotoğrafçılar caddesi” haline gelmiştir. 1945 tarihli ünlü "Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi" öyküsünde, Ziya Osman Saba şöyle anlatır:
"Bu caddeye ne kadar da çok fotoğrafçı toplanmış, şimdiye kadar kaç tanesinin önünde resimleri seyre daldım. Bütün bu mesut insanlar buralara da saadetlerini tespit ettirmek için koşuşmuş olacaklar. Bu resimlerde, yaşayacaklarından daha uzun zaman tebessümleri de devam edecek. Şu gelin, demin gördüğüm kocalı kadın değil mi? Şu pembe yüzlü, çift örgülü saçlı küçük çocuk, daha demin sıçrayarak yanımdan geçen genç kız değil mi? Belli belli! Bu fotoğrafhanelerde hiç ölülerin resmi yok. Zaten en yakın mezarlık buraya kilometrelerce uzakta. Bu caddede ancak mesut dolaşılabilir. Yalnız bu caddede bulunmak insanı mesut etmeğe kâfidir. Ben de pekâla şu mesut insanların fotoğraflarını çıkarttıkları fotoğrafhanelerden birine girebilir, ben de mesudum, benim de resmimi çekebilirsiniz diyebilirim. Fotoğrafçı da itiraz edemez, sizin kimseniz yok, fotoğrafı ne yapacaksınız, diyemez. Sorarsa, elbette günün birinde benim de bin sevgilim olabilir. Sizin çekeceğiniz bu en son güzel fotoğraf onun çantasının gizli bir köşesinde, güzel kokular içinde yatabilir, derim."
Alaminut fotoğrafçılar
Stüdyolar çoğaladursun, daha halk işi bir fotoğrafçılık sokaklarda kendini çoktan göstermişti. Hizmeti bizzat ayağınıza kadar getirmek, alaminut fotoğrafçıların en üstün tarafıydı. Onlara halk arasında şipşakçı,
dakikalıkçı da denirdi. Malik Aksel alaminut fotoğrafçıların Birinci Dünya Savaşından sonra ve artan vesikalık fotoğraf ihtiyacını gidermek amacıyla ortaya çıktıklarını söyler. Ama alaminut fotoğrafçılar bununla kalmamışılar, hazırladıkları dekorlar önünde hatıra fotoğrafları da çekmeye başlamışlardır:
Bazan bunlar boya ile değil de nakış ile süslenirdi."
Alaminüt fotoğrafçılık üzerine yazılar yazan ve sergiler açan Yusuf Murat Şen de, bu fon perdelerini dört başlık altında inceler:
1. Manzara resimlerinin olduğu fonlar2. Siyah kumaş üzerine nakış işlemeli fonlar3. Halı, kilim gibi fonlar4. Siyah veya gri kumaştan oluşan fonlar
Alaminut fotoğrafçılığın nasıl yok olduğunu ise yine Yusuf Murat Şen’in kaleminden aktaralım: "1980’lere kadar durup dinlenmeksizin yoğun bir tempoyla çalışan alaminütçiler, renkli fotoğrafın yayılmasıyla ve amatör makinaların yaygınlaşıp neredeyse her eve girmesiyle birlikte işlerinin önemli bir kısmını oluşturan hatıra fotoğrafçılığı işini kaybettiler. Ama işsiz kalmalarına sebep olan asıl olay ise 1983-84 yıllarında çıkan resmi evraklara renkli fotoğraf koyma zorunluluğunun getirilmesidir. Bu sebepten
dolayı zaten sadece vesikalık çekerek fotoğrafçılığı sürdüren alaminütçüler tamamen işsiz kaldı."
Amatörleri teşvik müsabakaları
Üstüste açılan müsabakalar da, amatör fotoğrafçıları olayın içine daha çok çekmeyi amaçlıyordu. 1931 yılında Foto Süreyya’nın açtığı müsabakanın konusu "Türkiye sahillerindeki memleketler için havada deniz menzaresi, dahili memleketler için orman ve dağ menzarelerine ait fotoğraf" olarak belirlenmişti. Büyük para mükafatı 10 liraydı. Aynı günlerde Kodak da kendi malzemelerini kullanarak basılmış fotoğraflar arasında bir yarışma düzenledi. Bu yarışmaya katılan fotoğraflar altı sınıfta değerlendirilecekti: Çocuk resimleri, manzara, oyun-spor, tabii ve san’at resimleri, eşhas (kişiler) resimleri, hayvanat resimleri. Mükafatlar ise 10 liradan başlamakta 250 liraya kadar çıkmaktaydı.
Foto-Magazin dergisi, tanınmış yazarlara fotoğrafla ilgili makaleler de yazdırıyordu. Peyami Safa’nın "Fotoğraf ve Resim" ve Nurullah Ataç "Fotoğraf Albümü" gibi. "Fotoğraf Dersleri" köşesinde ise Namık Görgüç yazıyordu. Okuyuculara bazı teknik bilgiler vermenin yanısıra, yollanan amatör fotoğraflar ayrıntılı olarak eleştiriliyor, doğru fotoğraf çekmenin alfabesi aktarılmaya çalışılıyordu. Bazı yazılar tek bir konu üzerinde yoğunlaşıyordu. 1938 tarihli dergilerdeki yazıların başlıkları da bunu gösteriyor: "Mevzu nasıl seçilir?", "Küçük negatiflerin agrandismanı," "Fotoğrafide beş esas."
Fotoğrafçılık merakı daha geniş kesimlere yayılınca başka dergiler de konuya gereken ilgiyi göstermekte gecikmediler. Yedigün dergisi Namık Görgüç’ü transfer ederek "Fotoğraf Köşesi"nin başına oturttu. Görgüç’ün Yedigün dergisindeki ilk yazısı, amatör fotoğrafçılığın geldiği noktayı şöyle özetliyordu:
"Halbuki, bugünün fotoğraf makine, hayır mitralyözleri, bir buçuk metrelik bir şerit parçası üzerine, iki dakikada, kırk tane prizi sıralayıverecek kadar pratik, bir sigara paketinin sığabileceği her cepte rahatça ikamet edebilecek kadar da minyon bir hale geldi."
Amatör fotoğrafçılığın yaygınlaşmasında Halkevleri’nin de önemli rolü olmuştur. Halkevleri faaliyetleri arasına fotoğrafçılığı da almış, her yılın şubat ayında halkevlerinde fotoğraf sergileri açılmıştır. Çeşitli
halkevlerinden gelen en iyi fotoğraflar Ankara’ya gönderilir, burada değerlendirilir ve ödül verilirdi. Konuyu inceleyen Seyit Ali Ak’ın yazdığına göre,"1940 yılında düzenlenen Halkevleri arası amatör resim ve
fotoğraf sergisine 46 Halkevi yapıt yollamıştır."
1950’li yıllara yaklaştığımızda, amatör fotoğrafçılık o denli yaygınlaşmıştı ki, Foto Dergisi’nin yayınladığı ‘Foto-Cep Kitapları’ dizisi 24 kitaplık bir toplam oluşturuyordu. Bu kitapların adını sıralamak, olayın vardığı boyutu da gösterecektir:
Okul ve Fotografi/ Gecede Binbir Güzellik/ Manzara Fotoğrafçılığı/ Sun’i Işık (İçerde)/ Gözden Kaçan Güzellikler/ Fotomontaj ve Amatör/ Foto Yoluyla Çizgi ve Tarama/ Sun’i Işık (Dışarda)/ Kış ve Spor/ Mikroskop ve Fotografi/ Siluet ve Gölge/ Foto Reçeteleri 1 ve 2/ Halk ve Fotografi/ Şundan Bundan/Bakmak ve Görmek/ Foto ile Hayvan Avı/ Bahar/ Yaz/ Güz/ Kış/ Foto Hiyleleri /Mimarlık ve Fotografi.
Nurullah Ataç: "Fotoğraf Albümü" "Fotoğraf albümü. Hani şu beyaz kalan kağıttan yapılıp hafif sarılaşmış albümler vardır; işte onlardan biri. İçindeki kırmızımtrak ‘glase’ fotoğraflar da hayli solmuş, hayli uçmuştur. Adeta bir rüya halini almıştır. Hatıralara solukluk, o uçukluk ne kadar da yaraşır! Akşam, masanın başına çocuğu ile beraber oturup fotoğraf albümünü karıştırırken: “İşte ninen, işte deden. Sen ona ne kadar benzersin? Bu da halandı, seni görse kim bilir ne kadar severdi? Bu da ben; bak elimde çantamla, sefer tasımla mektepten geliyorum? Ya, ben de bir çocuktum. Çok mu değişmişim? Bana daha dün gibi geliyor. Annen de mi çok değişmiş? Sen de değişeceksin. Bak bebeklik resimlerine, şimdi böyle misin?” diyen babanın hali, kıskanılacak şey değil midir? Çocuk o rüya rengi resimlere bakarken yavaş yavaş uyur; baba, içinde bütün o eski âlem canlanır, hüzünle zevkin birbirinden ayrılmaz bir suretle birleştikleri bir haz bütün ruhu kavrar. Mazi ile hal birleşivermiş, en acılı, en esrarengiz rüya, uyanıkken görülen rüya başlamıştır. Fotoğraf albümü yılları birbirine karıştıran, gönlümüzde büsbütün sandığımız hisleri şiddetle uyandırıveren bir büyücüdür." Foto Magazin, Temmuz 1938
Anneleri hedef alan kampanya: 1940’lı yılların başında Kodak kadın dergilerini kullanarak annelerin de fotoğraf çekebileceklerini hatırlattı. İlanların altındaki "Kodak (Egypt)" ibaresi sizi şaşırtmasın. Kodak’ın Ortadoğu temsilciliği Mısır’dadır. İstanbul’da ise şubesi (branch) bulunmaktadır.
(İstanbul Life Kasım 2003'de yayınlandı).
(Fotoğrafları büyük görüntülemek için tıklatınız.)