Ömer Madra: Yeni enflasyon rakamları da açıklandı bu ve oldukça iyi görünüyor, bunları da esas alarak önümüzdeki yıl için bir genel değerlendirme yapabilir miyiz? Nasıl bir ekonomik tablo çıkıyor ortaya?
Hasan Ersel: Ağustos ayında enflasyon rakamlarının düşük çıkması iyi bir şey. Ağustos ayında mevsimlik nedenlerle zaten fiyat artışlarının düşük olması beklenir. Bu mevsimsel düzeltmeleri yapmak mümkün. DİE bunu böyle yayınlıyor da. Düzeltilmiş haliyle olan, yani mevsimlik hareketlerden etkilenmeyen fiyatlara baktığımız zaman da TÜFE’de hafif bir artış var, % 0.8’lik. Yani tüm fiyatlara bakarsanız düşme var, fakat mevsimlik hareketleri temizlerseniz hafif bir artış var. Ama o da büyük bir rakam değil, dolayısıyla bu iyi bir şey.
Yalnız sonuçta bu, bu ay ne oldu diye bir bakıştan ibaret. Burada da kendi geçmişimize bakıyoruz, neredeydik nereye geldik diye. Bunu küçümsememek lazım, bu çok önemli. Fakat bir de karşılaştırmalı olarak durum nedir diye bakmak lazım diye düşünüyorum. Bir kere geçmişe oranla enflasyonumuzu epeyce düşürdük, bu ciddi bir olay, başarılı bir olay, bunun altını çizelim, küçümsemenin anlamı yok. Fakat geldiğimiz yer neresi? Economist dergisi gelişmekte ülkelerden (bazen “yükselen” filan diyorlar ya, o ülkeler grubu) 27’sine ilişkin olarak istatistiksel bilgi veriyor. Biz bu ülkeler arasında enflasyonu en yüksek olan 3. ülke durumundayız. Diğerleri, Endonezya %15, Venezuela %13, ondan sonra aşağı yukarı aynı rakamlarla Arjantin’le biz geliyoruz. Dolayısıyla Türkiye bugün yine dünyada enflasyonu yüksek olan ülkeler arasında yer alıyor. Bunu unutmamak lazım.
“Enflasyonu düşürmenin amaçlarından birisi de küresel ekonomiyle bütünleşme sürecinin hızlandırılması” deniyordu. Orada henüz daha gitmemiz gereken yol var. Bu bana önemli bir nokta gibi geliyor, çünkü bu yola pek gitmeyeceğimizi düşünüyorum önümüzdeki 1 yılda. Çünkü seçim ortamına doğru gidiliyor. Tabii Türkiye’deki popüler deyimle, “enflasyonu hükümet patlatacak” demiyorum. Öyle bir şey yapacağını sanmıyorum, hatta yapmayacağına eminim. İkisi arasında fark var, bir şeyi bozmak başka bir şey, bir şeyi düzeltmeye devam etmemek başka bir şey. “Olduğu yerde kalsın veya fazla zorlanmayalım” demek de mümkün. Ben onu demek istiyorum.
Bunun için de, özünde seçim etrafına kurulmuş gerekçelerim var. Ama önce Mayıs-Haziran’daki olayın önemli olduğuna değineyim. ‘Çalkantı’ mı, ‘kriz’ mi diye kelimeler üzerinde çeşitlemeler yapıldı ama adına ne dersek diyelim, önemli bir olaydı. Bu Türkiye’yi batıracak kadar şiddetli bir olay değildi. Buna karşılık bir çok karar alıcının davranışının değişmesine yol açacak kadar önemliydi. Bu bence önemli.
Birdenbire bir olay oldu, bu olay Türkiye’de çok hissedildi, bunun hissedilmesinin sonucu insanların tavırları değişti. Döviz piyasasında bir olay oldu, bu tavır değişikliğine yol açtı. İnsanlar “galiba bu işler böyle gitmeyecek, bu ekonomi, bu söylenen enflasyon hedefi –somut bir nokta olduğu için söylüyorum- tutturamayacak” diye düşünmeye başladılar. Bundan sonra bazı hareketler oldu. Bir müdahale oldu, iktisat politikasını yürütmekten sorumlu olanlar, ki başta hükümet,-Merkez Bankası’na başkan ataması sırasındaki olaylara bakarsanız ikincisi yok galiba, bir bağımsız Merkez Bankası olduğu söylenemez bence, onun için hükümet diyelim.
ÖM: Orada da problem var yani?
HE: Mayıs öncesinde olan olaylara esas itibariyle bir kişi sorunu diye bakmamak lazım. Sonuçta Banka’nın içinden bir insan göreve getirildi. Ancak olaya baktığınız zaman hükümetin sonuçta söylediği şu oldu “memlekette para politikasının sorumlusu hükümettir.” Bu Avrupa’da öyle değil, Amerika’da öyle değil, Türkiye’de böyle. Böyle olunca ben de hükümete bakıyorum. Tabii bu Merkez Bankası’nın hiçbir rolü yok anlamına gelmiyor. Biraz da tabii abartıyorum, onu da söyleyeyim, fakat olayı biraz görebilmek için gerekir diye düşünüyorum.
Gelelim piyasalara yapılan müdahaleye. O müdahale neydi? TCMB Faizi arttırdı. Bugünkü duruma baktığımız zaman ne görüyoruz? Enflasyon biraz yükseldi, faiz biraz arttı, kur eski yerine doğru gidiyor, ekonomi duraklamadı, yani henüz duraklamadı, cari açık devam ediyor. Yani beş aşağı beş yukarı eski duruma geldik, özellikle de rahatsız olduğumuz şeylerde, cari açıkta örneğin eski duruma geldik; yalnız enflasyonumuzu yükselttik, reel faizleri yükselttik. Bu durumda da tahmin etmek mümkün ki, sabit gelirlerinin aleyhine bir durum ortaya çıktı. Bu istenerek yapıldı demiyorum, ama ortaya çıkan durum bu. Bu durumda seçime giden bir hükümetin bu enflasyonla mücadele edebilmek için daha sert tedbirlere, -yani faizleri daha çok yükseltelim, ekonomiyi daraltalım –faizleri yükseltince o oluyor zaten- vb. gibi bir dizi tedbire- gönülden “evet” demesi mümkün değil gibi geliyor bana. Bunu bugün iktidarda olan AKP hükümeti için söylemiyorum, yani Avrupa’da, hatta ABD’de seçim öncesi iktidar davranışlarına baktığınız zaman bu mümkün değil.
Tekrar altını çizeyim, işi çığırından çıkartıp acayip bütçe açıkları vermez hükümetler, Avrupa’da da yapmıyor artık. Bizde de o denli büyük hatalar yapılacağını sanmıyorum, ama “daha sert bir müdahale edeyim, şu enflasyonu hedefe doğru çekeyim” dese Merkez Bankası veya birileri, hükümet “yapmayın” der ve gücünün de olduğunu gösterdi bence Mayıs’tan önceki olayda. “Bu işin sonunda ben kararımı veririm bunu yapmayın” der. Evet, enflasyonu çığırından çıkartmayalım, tamam ama işi de gerip işsizliği daha da arttırmayalım. Böyle olunca önümüzdeki dönemde bence ilginç bir iktisat politikası yapısı çıkabilir. Merkez Bankası’nın işine hükümetin çok karışacağını sanmıyorum, bu şartlar altında. Yani “enflasyonu olduğu yerde tut, düşürebildiğin kadar da düşür ama daha fazla bir program değişikliğine gitme, biz de hükümet olarak Türk kamuoyunu, yurtdışını, IMF’yi kızdıracak şekilde bütçe açıklarının, kamu açıklarının büyümesi yoluna gitmeyeceğiz. Bunu da biz taahhüt ediyoruz ama kamu harcamalarını belli bir şekilde kullanmak suretiyle amacımıza yönelebiliriz.” Hükmet olaya böyle bakıyor ve bütçe sınırları içinde kalarak cari harcamaları artırıyor.
Sanıyorum -çok tabii detaylı söyleyemiyorum ama- bu cari transferler daha çok geliri az olan, harcama eğilimi yüksek olan insan gruplarına gidiyor. Bunun anlamı şu, bir kere onlara bir gelir sağlamış oluyor, ikincisi de iç talep üzerinde bozucu, iç talebin düşmesini engelleyici bir etki yaratıyor. Rakam büyük mü? Hayır, çok korkunç bir rakam değil, yani Türkiye’yi değiştirecek bir rakam değil, ama beş aşağı beş yukarı ilk 6 aydaki rakamlar Türk bankacılık sisteminin açtığı toplam tüketici kredileri kadar. Bunun etkisi ne olur? Bunun etkisi az da olsa reel faizlerin artışını törpüler, engellemez demiyorum ama törpüler. Dolayısıyla Merkez Bankası bir problemle karşılaştığında, faizi diyelim 1 puan arttıracaksa, 0,75 arttırabilir. Bu da önemli bir şey çünkü ne olsa faiz de rahatsız edici bir şey. O zaman önümüzdeki dönemde ekonominin ciddi bir şekilde yavaşlaması bana pek olası gelmiyor. Bunu hükümetin de istemeyeceğini sanıyorum, politikalar da bunu gündeme getirmeyecektir diye düşünüyorum. Ekonomi % 5 büyüme hızıyla giderken % 4,5’a inebilir, ama %5’ten %2-3’e filan gitmez.
İkincisi, önümüzdeki dönemde enflasyon hedefinin bence karar alıcılar açısından pek anlamı olmamalı. Daha önceden söylenmiş olan, “%4’e indireceğiz” sözünün geçerli olacağını sanmıyorum. Ama şu geldiğimiz noktada, bu şoku yedik, yükseldi, onu tutturmamız mümkün değil, onu tutturacağımıza 7’yi tutturuyoruz veya 6’yı tutturuyoruz, vs. olay devam edebilir. Dolayısıyla o rakamı da veri almanın çok anlam yok. Ama üçüncü şart var, bu hükümetin dışında bir olay, bütün bunlar Türkiye’nin dış alemle olan ilişkisinin eskisi gibi devam etmesine bağlı, yani cari açık yine yüksek kalacak ,(tabii ki finanse edilecek korsan olmadığımıza göre). Dış dünyada bir şey olur ya da Türkiye’nin ilişkileri bir şekilde bozulur ve bundan dolayı bir tökezleme olursa, bütün bu senaryo yıkılır. O zaman kriz benzeri bir durum olabilir. O çok ciddi bir şey.
ÖM: O zaman başka bir boyutta düşünüyor olacağız meseleyi.
HE: Evet. Yalnız bu olayın da altını çizmek lazım. Türkiye’nin çok ciddi olan sorunu tasarruf açığıdır. Türkiye az tasarruf eden bir ülke, Türkiye hiçbir zaman Doğu Asya ülkeleri kadar yüksek tasarruf eden bir ülke olmadı, ama Latin Amerika kadar da düşük tasarrufu olan bir ülke olmadı. Biz şimdi Latin Amerika’ya doğru gidiyoruz. Latin Amerika’da tasarruf eğilimi biraz yükseliyor. Biz ise onlara yaklaşıyoruz, tasarruf eğilimimiz düşüyor. Kamu kesiminin açığı düşmesine rağmen özel kesimin tasarrufu düşüyor. Bu tehlikeli.
ÖM: Bu ne anlama geliyor?
HE: Belli bir istihdam sağlayabilmek, belli bir şekilde mal tüketebilmek için yatırım yapmamız lazım. Bu yatırımı yapabilmek için paramızın bir kısmını da ona ayırmamız lazım. Bunu ayırmıyoruz, biz harcamaya, tüketmeye devam ediyoruz paramızı. O yatırımı finanse edebilmek için yurt dışından kaynak talep ediyoruz. Dikkati bir noktaya çekeyim; döviz piyasasındaki hareket bundan oluyor, içeriye bol miktarda döviz giriyor, bollaşan şeyin fiyatı düşer, onun fiyatı düşüyor TL’nin değeri yükseliyor, bu da bizim başka dengelerimizi bozuyor. Fakat eğer sadece yabancıların gelip ülkemizde ciddi tesisler kurup yatırım yapmasına ihtiyacımız olsaydı, şöyle bir kanun geçirdik:, “Ey yabancı dostum, Türkiye’ye yatırım yapmak istiyorsan paranı cebine koyup gelme, ne mal alman gerekiyorsa, makine, teçhizat, vs. onları gemiye yükle gel. Türkiye’de alman şart olan şeyleri tabii alırsın, ona bir şey demiyorum. Ama kalanlarını getir, fabrikanı kur, ben de seni teşvik ediyorum, ne istiyorsan onu veriyorum” derdik. O zaman döviz piyasasında hareket olmazdı. Türkiye niye böyle bir yasa geçirmiyor? Tabii böyle bir yasa olmaz. Adama emir verilmez. Abartıyorum. Ama niye Türkiye bu yola gidemiyor, çünkü Türkiye’nin esas ihtiyacı yabancının getireceği para. Biz tasarruf yapamıyoruz. Bu olduğu müddetçe Türkiye’deki cari açık problemi de, Türkiye’deki döviz piyasasındaki problem de devam eder. Dikkat ederseniz hükümetin övündüğü nokta, benim söylediğim acıklı durumu tatlı bir şekilde söylemekten ibaret. Diyor ki “bizim cari açığımız bir şey değil, çünkü içeriye giren paraya bakın, cari açığımızın üstünde.” Doğru, sebebi, cari açığımızın nedeni olan unsurlar değil, tasarruf açığımız sermaye girişini çekiyor. Bu da düzeltilemezse sorun olacaktır, şu anda da sorun ama bundan sonra da olacaktır. Önümüzdeki bir yılın problemi değil bu. Dolayısıyla enflasyonun fazla düşmeyeceği, cari açığın devam edeceği, ekonominin çok yavaşlamayacağı bir döneme giriyoruz gibi, ama mesela kredi talebi canlanmayabilir, çünkü finansman biçimi değişiyor.
ÖM: Genel olarak önümüzdeki bir yıllık gidiş açısından çok da vahim bir tablo çıkmıyor anlaşılan?
HE: Buradaki sıkıntı şu, bütün bu ayarlamalar milimetrik yürürse evet, fakat ters olursa bu enflasyonun bulunduğu düzey rahatlatıcı değil. Yani enflasyon geldi, istikrarlı bir düzeye oturdu, artık buradan kolay kolay hareket etmez, diyemiyoruz. %10’daki enflasyon bir hatayla hareketlenebilir. Bu bence önemli bir nokta. Bir de dediğim gibi dışarıdan gelecek şoklara karşı çok duyarlı olduğumuzu Mayıs-Haziran’da gösterdik, o değişmedi.
(7 Eylül 2006 tarihinde Açık Radyo’da yayınlanmıştır.)