Ömer Madra: Bugün Türkiye ekonomisinin hareketleri üzerine biraz konuşalım. Gerçek büyüme, kamu maliyesine ne oluyor, kamu harcamaları, vs. üzerine biraz konuşalım mı?
Hasan Ersel: Önce üretimden başlayalım. 2005’in ilk çeyreği için milli gelir rakamları henüz belli değil. Fakat sanayi üretimi rakamları var, onlara da bakarak bazı şeyler söyleyebiliriz. Sanayi üretimi Mart’ta %5.5 artmış gözüküyor, imalât sanayii üretimi ise %4.6 artmış gözüküyor. Bu rakamlar iki noktayı gözler önüne seriyor. Bunlardan ilki geçen senenin hızlı üretim artışının üzerine üretim artışının devam ediyor olması, ikincisi ise geçen yılda ulaşılan hızda devam etmemesi. İlk çeyrekte sanayi %8.2, imalat sanayii üretimi ise %7.9 artmış. Dolayısıyla ekonomi büyüyen bir yolda devam ediyor. Buradan hareket ettiğimiz zaman, kabaca bu senenin büyüme hızının %5 civarında veya biraz üzerinde olabileceği şeklinde bir şeyler söyleyebiliriz, (artık buna öngörü dememek gerek). Ama bunlar tabii çok inandırıcı olmuyor bu noktada.
ÖM: Geçen yıl %9 idi değil mi?
HE: Evet. Ona oranla düşük bir büyüme hızı var, fakat büyüme var. %5 büyüme de öyle küçümsenecek bir rakam değil. Burada gördüğümüz bir küçük noktayı da belirteyim. Tüketici güven endeksinde, -“ileriyi nasıl görüyorsunuz?” diye soruluyor ya?- hafif bir bozulma var. Bu hep olumlu gidiyordu, şimdi olumlu bekleyişler azalmış gözüküyor. Biliyorsunuz insanların bekleyişleri bir aydan öbürüne değişir. Şu ara üst üste pek hoş olmayan haberler alınca insanların bekleyişleri biraz olumsuzlaşmıştır. Bu nedenle çok önemsenecek bir konu değil, fakat böyle bir olay da var.
Bütçeye bakalım. O enteresan, çünkü bütçede güzel gelişmeler var. Ama dikkatli bakmak gerekiyor. İlla ki bir kötülük aramak zorunda da değiliz, ama ihtiyatı da elden bırakmamak gerek. Örneğin bütçe gelirleri %20 artmış, bu güzel. Fiyat artışını temizleyince ne oluyor diye batığımızda da reel artışı %9.5 olarak buluyoruz, bu da güzel. Vergi hasılatındaki reel artış da %9 civarında. Demek ki bütçenin en sağlıklı gelir kaynağında da ciddi gelir artışı olmuş. Bu da önemli bir şey.
ÖM: Vergi gelirleri de aynı oranda artmış yani?
HE: Evet. Harcamalara geçiyoruz. Nominal olarak %1.6 artmış, yani bütçe gelirlerimiz %20 artarken harcamalarımız sadece %1.6 artmış. Reel olarak ise %7.3 düşmüş, bu da iyi diyoruz. Yalnız harcamalarda bir noktaya dikkati çekeyim; Toplam bütçe harcamalarında meydana gelen artış sadece 869 milyon YTL. Buna karşılık faiz oranlarındaki düşme nedeniyle faiz harcamalarındaki azalma 5.7 milyar YTL. Yani biz faiz harcamalarında geçen seneye oranla 5.7 milyar YTL tasarruf sağlamışız, ama bunu başka harcamalarda kullanmışız. Bunu suç ya da kabahat diye söylemiyorum, bir yerde ihtiyaç varsa harcama yapılır. Fakat bu harcama artışındaki düşüşün nedenini ortaya koymak gerek. İstikrar programının faizi düşürme yönündeki biraz tavır gerektiren mücadelesinin bir meyvesi, onun altını çizmek istiyorum. Böyle baktığımız zaman hangi kalemler artmış? Bu dönem içerisinde yatırımlardaki artış oranı, ilk beş ayda, %107.5.
ÖM: Bu da iyi.
HE: Bu artış oranı çok yüksek, üstelik bu reel artış....
ÖM: Astronomik bile denebilir.
HE: Ama bunu da abartmamak gerek. Çünkü toplam harcamalar içinde yatırımların payı sadece %4.8. Yani küçük bir rakam çok artmış. Yatırım da, yanlış yapılmıyorsa, münasebetsiz bir harcama kalemi olarak düşünülmez. Öte yandan da büyük bir olasılıkla yapılması şart olan alanlarda yapılmış olması olasılığı da yüksek. Bu nedenle bunu da olumlu değerlendiriyorum. Diğer cariler de %20.7 artmış, sosyal güvenlik de %17.1 artmış.
Buraya kadar söylediklerimden şu çıkıyor: Belli ki hükümet harcamalar konusunda baskı altında. Teknik ya da siyasal nedenlerle yapmak zorunda olduğu harcamalar var. Yani hükümetin bundan sonra bütçe harcamalarını kısmasını beklemek gerçekçi değil. Hükümetin tek ümidi, faiz harcamalarını düşürmeye devam ederek, bütçenin harcama yapısını faiz dışı harcamalar lehine çevirmek gibi görünüyor. Bu da ciddi bir konu. Kabaca bakıldığında bütçedeki gelişmeleri olumlu olarak değerlendiriyorum.
Dış ticarete gelirsek, burada ilk 4 ay rakamlarına göre 23.1 milyar dolar ihracat yapmışız, 35.2 milyar dolar da ithalat yapmışız. Son 12 aya bakınca, ihracatımız 67.6 milyar dolar olmuş, ithalatımız ise ilk defa 100 milyar doları geçip 103.9 milyar dolar olmuş; bu büyük bir rakam. Aradaki fark büyük, dış ticaret açığımız yılın ilk 4 ayında 12.1 milyar dolar, son 12 aylık rakamda da 36.3 milyar dolar. Büyük bir dış ticaret açığı gözüküyor. Bir nokta daha, ithalat yaptığımız ülkeler arasında dördüncü sıraya Çin gelmiş, Çin’de de en çok ithal ettiğimiz giyim ve tekstil ürünleri.
Demek ki Türkiye ekonomisi büyümesini devam ettirdikçe dış ticaret dengesi bozuluyor, yani Türkiye Çin gibi değil, Brezilya gibi değil. Yani büyüdükçe ihracatı ithalâtının üzerine çıkamıyor, tam tersine aradaki fark büyüyor. Bu üzerinde çok durduğumuz ciddi bir sorun. Bundan sonra tabii ne kadar döviz kazandık, ne kadar döviz harcadık problemi geliyor –cari açığı kastediyorum. Cari açığımız %25 artmış geçen seneye oranla, 8.9 milyar dolara gelmiş. Bu da çok büyük bir rakam. Sene sonu için, yine çok kaba projeksiyonlarla gayri safi yurtiçi hasılanın %4.5 hatta üstü bile olabilir gibi gözüküyor. O zaman Türkiye bir kaç yıl üstü üste büyükçe cari açıklar veren bir ülke sıfatını kazanmış olacak.
Peki bunu nasıl finanse ettik? Hani bir laf vardır ya “finanse edebildiğimize göre bir sorun yok” denir, finanse edemediğiniz cari açığı ancak yağmalayarak yapabilirsiniz, bunun da dünyada yeri yok, onun için de mutlaka finanse etmişizdir.
ÖM: Korsanlar gibi.
HE: En önemli kalem bankalar, temin ettiği kaynak, 4.6 milyar dolar bu dönemde. Bunu 3.4 milyar dolarla diğer kesimlerin elde ettiği kaynaklar, yani şirketler, kişiler, vs. izliyor. Kamu kesimi kaynak temin etmemiş, tam tersine net ödeme yapmış. Doğrudan yatırım ise sadece 676 milyon dolar. Yani 8.9 milyar dolarlık açık veriyoruz. Bunun finansmanında da doğrudan yabancı yatırım payı sadece 676 milyon dolar. Doğrudan yabancı yatırımlar gelince her şey güllük gülistanlık olur anlamına almamak lazım ama borç yaratmayan kaynak bu...
Tabii ileride kâr transferi olacaktır, o ayrı ama o paranın nasıl kullanıldığı, burada ne yatırım yapıldığına göre etkisi değişik olur. Bunu bir türlü ayırmak gerek, yani borç alarak finanse ediyorsanız başka bir şey doğrudan yatırım geliyorsa başka bir şey; ikisinin ekonomi üzerindeki etkileri farklı.
Son nokta, enflasyonumuz tüketici fiyatlarıyla ölçersek %8.7’ye düşmüş, üretici fiyatlarıyla da %5.6 yıllık olarak. Burada benim ilgimi iki nokta çekti, bir tanesi grafiğini koyarsanız TÜFE’nin 2003 ortalarında %30 dolaylarındaymış, 2004 Nisanında %10 civarına, hatta daha da altına inmiş.
ÖM: Büyük bir düşüş var.
HE: O zamandan beri de aynı yerde duruyor. Yani küçük oranda azalmalar var. Bunu daha evvel konuşmuştuk, enflasyonu 30’lardan indirmek pek zor değildir, %3000’den indirmek hiç zor değildir. Ama % 10 noktasından sonra tek haneli enflasyonun ortalarına ya da ortanın altına doğru çekebilmek uzun vakit alan ve daha uğraşmayı gerektiren bir süreçtir, bu süreç başladı. Yani kötü bir şey oldu, beceremiyoruz, vs. değil, tam tersine biz o sürece girdik. Ama önümüzdeki dönem biraz daha zor.
Peki bu noktada bile sorun çıkabilir mi? Evet çıkar. Bir başka gösterge, Mayıs ayında TÜFE sadece %0,92 arttı, yani %1’in altında ama giyim ve ayakkabı başlığı altındaki kalemlerde fiyat artışı %8.8arttı; aşağı yukarı genel endeksin 9 katı. Kitap ve bilgisayarda %20. Bu kalemlerin ağırlığı çok değil. Fakat demek ki hâlâ bazı fiyatlar sıçrayabiliyor, yani göreli fiyatlar değişebiliyor. Şu veya bu nedenle böyle bir fiyat ayarlaması yapılabiliyorsa bir bilgisayarın ekmek karşısındaki değeri değişti demektir. Göreli fiyatlar değişince insanların davranışları da değişir. Demek ki enflasyon düşüyor, ama fiyat istikrarını sağladığımızdan o kadar emin değiliz. Bu nedenle de Merkez Bankası ihtiyatlı ve haklı olarak ihtiyatlı. Bu sıçrayan fiyatlara mevsimlik hareketler yol açmış olabilir. Ama yine de ‘fiyat istikrarını sağladık’ rehavetine düşmememiz gerekiyor. Merkez Bankası da düşmüyor, nitekim açıklamaları da onu gösteriyor, yaptıkları da o yönde. Hani bazen “niye Merkez Bankası bu kadar tedirgin?” diye soruluyor, haklı gibi geliyor bana. Tabii ben eski Merkez Bankacı olduğum için taraf tutuyorum olabilirim belki ama, rakamların beni yanlışlamadığını düşünüyorum.
Bir de tabii bir sorunumuz daha var, bu fiyat istikrarının sağlanması da yetmez, mali istikrarın sağlanması lazım, yani sistem tüm mali göstergeleriyle istikrarlı bir yola kondu mu? Onu sormamız lazım, o konuda bir şeyler söylemek için biraz daha bilgiye ihtiyacımız var. Türkiye’nin durum böyle, çok kötü görünmüyor ama sorunlarımız hallettik ve yeni sürdürülebilir, istikrarlı bir yola koyulduk demek için çok erken.
ÖM: Burada hem pozitif hem de negatif bazı şeyler gözüküyor, üretimde, bütçede gelir artışlarında, tasarrufta oldukça pozitif denebilir ama öte yandan da dış ticaret açığı ve cari açıkta da olumsuzluk var. Yani negatif ve pozitif tarafları ile birlikte ele alınması gereken bir durum. Belki ileride daha genel ve geniş bir zaman dilimi açıp, daha etraflı bir değerlendirme yapmamız gerekli olacak herhalde?
HE: Evet, gerekecek.
(16 Haziran 2005 tarihinde Açık Radyo’da yayınlanmıştır.)