Ekonomi Notları - 94
Ömer Madra: Ortalık kan revan içinde, bu kan lekelerine bir de petrol lekesi bulaştırıyor muyuz yoksa bulaştırmıyor muyuz? Yani petrol fiyatlarının yükselmesi devam edecek mi? Bu Türkiye de dahil dünya ekonomisini nasıl etkileyecek?
Hasan Ersel: Petrol fiyatları kısa bir süre içerisinde %25 dolayında arttı. Amerikan hafif işlenmemiş petrolünün varil fiyatı 41.17 Dolara yükseldi. Bu Ekim 1990’daki fiyatın 2 Cent üstünde. Böylece tarihteki en yüksek düzeyine yükselmiş oldu. Yalnız bu nominal bir artış, reel değil, çünkü 1990’dan bu yana gerçekleşen ABD enflasyonunu hesaba katarsanız -yani arada geçen dönemde Dolar değer kaybettiği için- reel olarak petrol fiyatı tarihinin en yüksek yerinde değil, daha düşük bir yerde. Ama sonuçta petrol fiyatının arttığı açık. Niye arttı diye bakayım dedim, toparlayabildiklerimi aktaracağım. Gerçi hâlâ bazı bulanık noktalar var. Bir kere dünya petrol talebinde geçen yıla oranla günde 2 milyon varillik bir artış var.
ÖM: Talepte mi?
HE: Evet, talepte günde 2 milyon varillik artış var. Böylelikle petrol talebinin geldiği düzey, 1988’den bu yana son 16 yılın en yüksek düzeyi. Talep nereden geliyor? Bir kere OECD ülkelerinden çoğunlukla ulaşım amaçlı petrol kullanımı talebi var. Öte yandan Çin ve Hindistan’dan da büyük talep var. Yalnız oralarda sanayide kullanım gibi daha geniş amaçlı bir talep söz konusu. Burada önemli bir nokta var, dünya petrol kullanımının ¼’ü Amerikalılar tarafından yapılıyor. Amerikalılar dünya nüfusunun ¼’ünü oluşturmuyorlar ama ama petrolün ¼’ünü kullanıyorlar. Kendi petrol üretimleri ve petrol ithalatı...
ÖM: Dünya nüfusunun yaklaşık %6’sı galiba? Dört katını kullanıyorlar.
HE: Evet. Çin petrol piyasasına çok ciddi bir rakip alıcı olarak geliyor. |
Çin’de kişi başına çok fazla petrol kullanmıyor, ama ülke çok büyük. Öte yandan 2003’te petrol talebi %11 artmış, bu yıl da %18 artacağı tahmin ediliyor. Bir de şöyle bir olay var; Çin’in Amerika gibi önemli petrol yatakları yok. Çin dışarıdan petrol satın almak zorunda. Dolayısı ile dünya piyasasını çok etkiliyor. Amerika’nın ne kadar önemli olduğu konusunda bir bilgi vereyim, Ocak ayında Türkiye’nin dış petrol ithalatı günde yaklaşık 470 bin varildi, ABD’nin ise 10 milyon varil.
ÖM: Çok büyük bir fark.
HE: Amerika’nın petrol ihtiyacı niye artıyor? Bir kere ekonomisi hızlı büyüyor. Gelişmiş ülkelerin hepsinde büyüme performansı daha başarılı, ama Amerika pek çok gelişmekte olan ülkeden bile hızlı büyüyor. Bu da petrole olan talebi arttırıyor. Bir de yaz aylarında otomobille tatil yapmak isteyenler var Amerika’da. Ekonomi canlandığı zaman da insanların gelirleri yükseleceğinden tatile daha rahat çıkabilirler. Onun da yüksek olacağı tahmin ediliyor. Bir de çeşitli kaygılarla ABD petrol stoklarını belirli bir düzeyde tutmağa çalışıyor. Bu davranış ABD’ye özgü değil, Tüm OECD ülkelerinde yaygın. Sadece askeri, stratejik amaçlı olanlar değil, endüstride de belli bir stok seviyesini tutturmak istiyor bu ülkeler. Büyük bir olasılıkla dünyadaki genel karışıklık nedeniyle... Bu durumda 2004 yılı için dünya petrol talebi günde ortalama 80.6 milyon varil olacak diye hesaplanmış.
İşin bir de arz tarafına bakalım. O tarafta bir problem var mı? Bu talebi karşılayacak arz var mı? İlk akla gelen yeterince arz olmadığı için petrol fiyatının yükselmesi. Ama durum öyle değil; mesela Nisan ayında petrol üretimi günde 81.5 milyon varil. Yani ortalama talebin biraz üstünde arz var.
ÖM: Niye artıyor o zaman?
HE: Tabii verdiğim rakam Nisan ayına ilişkin. Arz ile talep arasında pek de fark yok. Diğer aylarda durum tersine dönebilir. Zaten anlaşılan durumun böyle gitmeyeceğine ilişkin bazı kaygılar olduğu. Biraz bunların üzerinde duralım; Bir kaygılardan ikisi bana pek önemli değil gibi geliyor. Bunlardan ilki Irak’ın Basra’daki petrol ihracındaki düşüş. Burada günde 1.5 milyon varil kapasite var. Bir saldırı oldu biliyorsun, ondan sonra günde 1.1 milyon varil ihraç edilebiliyormuş. İhraç kapasitesinde bir düşüş var. Fakat çok büyük bir düşüş değil. 400 bin varillik bir düşüş dünya petrol arz/talep dengesini değiştirecek bir şey değil.
ÖM: Benim hatırladığım bir rakam var, normalde savaş öncesi 2.5 milyon varilmiş galiba çıkarılan?
HE: Tabii. Irak’ın petrol ihracatı daha önce yüksekti. Ama geçen sene doğru dürüst ihracat bile yapamıyordu. İkinci kaygı ise Nijerya ve Venezuela. Bu ülkelerde siyasal istikrarsızlığın petrol arzını olumsuz yönde etkilediği söyleniyor. Ama, hiç olmazsa Nijerya için durum öyle gözükmüyor. Nijerya’nın günde 2 milyon varil üretim kotası var ama 2.3 varil üretiyor.
ÖM: Bir düşüş yok, kotasının da üstünde üretiyor.
HE: Dolayısıyla burada fazla bir sorun yok. Venezuela’ya gelince, onun da kotası 2.8 milyon varil, onun altında kalmış ve 2.2 varil üretiyormuş.
ÖM: Kotayı kim koyuyor?
HE: OPEC, onlar OPEC üyesi. Bu rakama da bakınca, Venezuela’nın üretiminde bir düşüklük var ama dünya talebinin günde 80 milyon varil olduğu anımsanırsa, öyle bir kaç yüz bin varillik düşme pek bir şeyi etkilemez. Ancak bir noktayı belirtmem gerek. OPEC’in bir bütün olarak kotasının altında mı üstünde mi ürettiği konusunda çelişkili açıklamalar var. OPEC Başkanı Purnomo Yusgiantoro’ya -sanıyorum Endonezyalı- göre başlıca petrol üretici ülkeler günde kotalarının 2 milyon varil üzerinde üretiyorlar, buna rağmen dünya fiyatları etkilenmiyor. OPEC dışındaki üreticilerin toplam üretiminin de Rusya’daki artışa rağmen artmadığını da vurguluyor. Fakat yeni bir rapor var, International Energy Agency tarafından geçen hafta yayınlandı. Bu raporda işin aslının böyle olmadığı OPEC ülkelerinin kotalarının tamamı kadar üretim yapmadığı belirtiliyor. Rapora göre 10 OPEC ülkesindeki kapasite fazlası günde 1.5 milyon varil. Bu iki açıklama, -anlayamadığım bir teknik ayrıntı yoksa- bana çelişiyor gibi geldi. İşin siyasi yönünü göstermek açısından bu ikinci noktadan hareket edelim. OPEC ülkelerindeki kapasite fazlasının yarısı Suudi Arabistan’da.
ÖM: Kota varsa eğer kotanın üzerinde üretmek ne demek oluyor? Nasıl mümkün oluyor?
HE: OPEC ne kadar güçlü bir kartel diye bir sorun var. OPEC kota koyuyor fakat üyeler bu kotaya uymayabiliyorlar. OPEC gevşek kota şeklinde koymuş gibi gözüküyor. Ülkenin gereksinimleri ile kotalar uyuşmayabiliyor. OPEC de kotaları zorlayacak kadar güçlü, dediğini yaptırabilecek bir kartel değil. Buna karşılık Suudi Arabistan ise tam tersine dediğini yaptırabilecek bir ülke. Çünkü daha önce de söylediğim gibi üretimini oynatabiliyor. Diğer ülkeler geçinebilmek için satmağa mecbur. Suudi Arabistan’ın olanakları o kadar fazla ki rahatlıkla üretimlerini azaltıp artırabiliyor. O yüzden de bu ülkenin kritik önemi var. Benim görebildiğim, yakınlarda Suudi Arabistan’da iki önemli gelişme söz konusu. Bunlardan ilki bu ülkedeki petrol üretim tesislerine karşı bir sabotaj girişimi olması, bu hem Suudi Arabistan’ı hem de OECD ülkelerini -başlıca petrol alıcıları- çok tedirgin etti. İkincisi de, Suudi Arabistan bir süre önce OPEC’e, petrol arzını günde 1.5 milyon varil arttırması için bir öneri verdi. Bu öneri 3 Haziran’da Beyrut’ta yapılacak OPEC toplantısında ele alınacak.
ÖM: Evet, ama “kabul etmeyebiliriz” gibilerden homurtular da yükseldi diğer OPEC üyelerinden.
HE: Ama benim tahminim kabul edecekler. Aslında az önce söylediğimle bunu bir araya getirirseniz, bunu kabul edip etmemek sonucu pek değiştirmiyor. Suudi Arabistan -geçici bir süre belki- günde 1.5 milyon varil artışı tek başına bile sağlayabilir. Ama tabii anlaşarak beraberce yapmayı herhalde tercih edecektir.
Sonuç olarak petrol talebinde ciddi bir artış olduğu doğru, ama petrol arzının buna cevap vermeyişinin nedeni biraz siyasi görünüyor. Burada da kritik ülke Suudi Arabistan. Bu konuyu çok bilmeden bir tahmin yapayım: OPEC Suudi Arabistan’ın önerisine yaklaşacaktır. Bu nedenle petrol fiyatlarında artış sürmeyecektir, hatta biraz düşebilir. Buna karşılık da ABD’nin Ortadoğu politikasında bir şeylerden vazgeçecektir.
ÖM: Nasıl olacak bu?
HE: Buna cevap veremeyeceğim. Ama bana biraz böyle bir pazarlık yapılıyormuş gibi geliyor. Yoksa Suudi Arabistan niye durup dururken üretim arttırmaktan yana olsun ki? Daha çok para kazanır, doğru, ama fiyatların düşmesine niye razı olsun? Suudi Arabistan da doğal olarak kendine ilişkin güvenceler sağlamak peşindedir diye düşünüyorum. 3 Haziran önemli tabii.
ÖM: Bir de sızan bir haber vardı bazı Amerikan yayın organlarında; o da Suudi Arabistan’ın ABD’deki başkanlık seçimlerinden hemen önce üretim kapasitesini yükselteceğine ve bu şekilde de Bush yönetimine dolaylı bir yardım yapacağına dair. Ama bunlar artık spekülasyon düzeyinde şeyler tabii.
HE: Ben olaya iktisatçı gözüyle biraz sınırlı bakıyorum. Suudi Arabistan Amerika’daki iktidara yardım etmek istiyorsa şimdi yapması lazım. Çünkü Amerikan ekonomisinin seçimden önceki son 6 aylık performansının iyi olması iktidara yarıyor. Amerikan tarihinin bütün seçimlerinde -ikisi hariç- bu sonucun ortaya çıktığına ilişkin bir ekonometrik çalışma anımsıyorum. Onun için Amerikan ekonomisinin önümüzdeki dönemde rahatlaması, yani Haziran’dan seçime kadar olan dönemde rahatlaması gerekir. Seçimden hemen önce yapması pek bir işe yaramaz.
ÖM: Bu arada da Türkiye’de %5’lik bir zam geldi.
HE: Doğru. O halde petrol fiyatlarındaki artışın Türkiye’yi nasıl etkidiği sorunu üzerinde duralım. Önce şunu belirteyim; petrol fiyatlarındaki değişmelerin Türkiye’yi etkilediği açık, onun tartışılacak bir tarafı yok. Yalnız Türkiye petrol gereksinimi spot piyasadan, günlük fiyatlardan almaz, anlaşmalarla alır. Onun için Türkiye’ye yansıma biçimi ne o fiyattan, ne de o kadar çabuk olur. Bu durumda 2004 programında ortalama petrol fiyatı varil başına 25.5 Dolar alınmış. Oysa 40 dolara çıktı. “Etki şu kadar olur” biçiminde hesap yapmamak gerekir. Büyük bir olasılıkla Türkiye 40 Dolardan hiç almıyordur. Bu nedenle petrol fiyatlarındaki değişiklikler artarken de azalırken de Türkiye’yi ağır ve daha az oranda etkiler. Ama akaryakıt ürünlerinin fiyatları ortalama %5 arttırıldı, bundan doğacak bir etki var.
Burada dikkat edilmesi gereken bu zammın, dünyada petrol fiyatları şu arada yükseldi diye yapılmadığı. Daha önceki fiyat artışları ve kurdaki değişmeler zaten yansıtılmamıştı. Yani Türkiye şu anda geçmişte yapması gereken düzeltmenin bir kısmını yapmış durumda. Hem geçmişe yönelik hem de kısmi...Demek ki bir miktar daha fiyat arttırması yapacağız.
Petrol fiyatlarının etkisini bulabilmek için sadece petrol ürünlerinin toptan eşya fiyat endeksi içerisindeki ağırlığına bakmak yeterli değil. Bu ağırlık %7 dolaylarındadır. Yani pek büyük değildir. Fakat petrol, hemen hemen her şeyin üretimine girdi olarak doğrudan, ya da dolaylı biçimde girer, bunu hesaba katmak gerek. O zaman petrol fiyatlarının etkileme gücü daha da artıyor. Bu hesabı ben yapabilecek durumda değilim. Çünkü bunun için güncelleştirilmiş bir girdi-çıktı tablosu ile çalışmak gerekli. Bilebildiğim kadarıyla yakın yıllar için girdi-çıktı tablosu yok. Ben geçmişte yapılan çalışmalara dayanarak kaba bir hesap yaptım. Aslında tahmin bile sayılamayacak bir hesap, ama bir fikir verebilir diye anlatmak istiyorum. Öyle görünüyor ki, sisteme akaryakıt ürünleri fiyatlarını % 5 artıran bir şok verildiğinde, bu yıl sonuna kadar -yani birikimli- toptan eşya fiyat endeksini (TEFE) bir puan arttırabilir.
ÖM: TEFE’yi 1 puan arttırıyor?
HE: Evet. Fakat az önce dediğim bir nokta daha var, bu yetmiyor, yeni ayarlama yapma gereği var. Yapılmazsa ne olur? Biliyorsunuz bizde petrol ürünleri üzerinde yüksek vergi vardır. Bu vergi petrol maliyeti ile satış fiyatı arasındaki farkın önemli kısmını oluşturur. Petrol maliyeti yükselir de satış fiyatını değiştirmezseniz, vergiden elde edilen hasılat azalır. Bu da kamu açığını olumsuz yönde etkiler. Onun için Türkiye’nin bu vergiyi düşürmemesi gerekli. O halde bir ikinci fiyat ayarlamasını beklemek gerekiyor. Böyle bakınca TEFE’de kabaca 2 puanlık bir artışa yol açabilir diye düşünüyorum. Yeni ayarlama daha sonra yapılsa bile, oranı %5 den fazla olabilir.
Maliyetten, muhasebede hareketle olaya matematik olarak bakarsak iş burada bitiyor diyebiliriz, ama öyle değil. Pek çok kesim ya da üretici, haklı ya da haksız olarak, petrol ürünlerinin fiyatlarındaki değişikliği bir genel maaliyet artışı göstergesi gibi algılayarak fiyatlarını değiştirme yoluna gidebilirler, bu da sonuçta daha yüksek fiyat ayarlamalarına yol açabilir. Bu yüzden de sonuçta iki puanı aşan fiyat ayarlamaları da olabilir. Tabii bu çekirdek enflasyonun yükselmesi demek. Çekirdek enflasyonun yükselmesi belli bir şekilde TÜFE’nin hareketlenmesine yol açabilir. Bunun anlamı da “sene sonunda enflasyon %12’ye inecek” şeklindeki hedefe pek itibar edilmemesi yani “enflasyon beklentisinin” değişmesidir.
Bu durumda, özellikleri gereği, ilk hareket eden mali piyasalar olur. Mali piyasa oyuncuları enflasyonun yükselmesi olasılığını göz önüne alarak hareket ederler. Bunu ciddiye aldıkları zaman ise şöyle bir gelişme olacaktır; diyelim ki, mali piyasa oyuncuları ekonomide bir risk artışı beklemiyorlar, ekonomide başka sorun yok, siyasal bir sürtüşme yok diye düşünüyorlar; yani risk primleri sabit, reel faizi değişmiyor; bu durumda diyecekler ki “daha yüksek enflasyon oranında aynı reel faizi kazanabilmem için daha yüksek nominal faiz elde etmem gerekli”. Bu durumda ise faiz oranları yükselecek. Faiz oranları kamu kesiminin iç borçlanmasının maliyetinin yükselmesi demektir. Bu da hemen eski gündemi çağrıştıracaktır: Acaba Türkiye’de iç borçlanma sürdürülebilir mi sürdürülemez mi? Bu tartışmalar da insanların bekleyişlerini bozabilir, o zaman da enflasyon sene sonunda %12’nin üzerinde kalır, faizler de bir tarihte ciddi bir şekilde yükselebilir.
Bu durumda ne olacak? İktisat politikasının kurallarını doğru uygularsak pek fazla bir şey olmaz. Bana öyle geliyor ki, Merkez Bankası her zaman olduğu gibi, herkesin eleştirisini çekeceğini bile bile bir faiz artırışına gidecektir. Eğer hükümet de bunu doğru algılar ve politikasını ona göre düzenlerse, örneğin iç talepteki aşırı genişlemeyi kısıcı hareketler yaparsa, ekonomi bu söylediğim tatsızlıklara gitmeden, ama bir maliyet ödeyerek, dengeye gelir. Aksi halde ise bekleyişlerin olumsuz yöne değişmesi olasılığı yüksektir.
ÖM: Etraflı bir hesaplama yapmamız gerektiği anlaşılıyor.
(20 Mayıs 2004 tarihinde Açık Radyo’da yayınlanmıştır.)