Ekonomi Notları – 71
Ömer Madra: Hoşgeldin. Yıllık AB-Türkiye toplantılarının üçüncüsünde bulundun; ekonomi dışı konuları da ele almakla beraber, Türkiye açısından son derece önemli gündem konularını içeren bu toplantı hakkında bize genel olarak fikir verirsen çok mutlu olacağız.
Hasan Ersel: Memnuniyetle. Bu toplantıyı, Avrupa Üniversitesi Enstitüsü Robert Schuman Araştırma Merkezi, Akdeniz Programı çerçevesinde düzenliyor. Bu toplantıda Türkiye ile Avrupa’yı ortaklaşa ilgilendiren konular tartışılıyor. Toplantı sadece akademisyenlere açık değil, konu ile ilgilenenleri de çağırıyorlar. Katılımcılar sadece Türkiye’den ve bu enstitüden değil; AB’nin merkezi Brüksel’de görevli kişiler, Avrupa ülkelerinden ilgili uzmanlar da çağrılıyor. Yunanistan bu toplantıya yoğun bir şekilde katılıyor. Tabii Kıbrıs Rum Kesimi de vardı. Bu toplantıda Kıbrıs Türk kesiminden bir katılımcı yer aldı. Bu katılımcılar konuşmacı olarak veya tartışmacı olarak olabiliyor.
Ben ikinci defa katıldım bu toplantıya. Benim ilgimi çeken nokta, Türkiye-AB ilişkilerin etkileyen sorunların bir iki başlık altında toparlanamayacağı, çok boyutlu olduğu. Doğal olarak, her sorunun da derinlemesine düşünülmesi gereken teknik boyutları var. Yalnız sorun deyince bir olumsuzluğu kastetmiyorum. Aslında bir konu var; bu konunun olumlu ya da olumsuz yönleri olabilir. Burada önemli olan konunun uzmanlık gerektirmesi ve ancak o düzeyde tartışıldığında bir anlam taşıması. Bu toplantının iyi bir yönü, biçimsellikten uzak olması. Bu nedenle konuşanlar daha rahat. Örneğin Avrupa’dan gelen birisi “Burada bir sorun var ama, galiba bu Türkiye’nin sorunu değil bizim sorunumuz. Biz bu işi beceremiyoruz, Türkiye’nin bu durumla bir ilgisi yok” diyebiliyor.
Kısaca, hangi konular tartışıldı, ona değineyim. İlk ele alınan konu, Türkiye’de iç siyasal reformlar.
ÖM: Her zaman gündemin birinci maddesi o zaten; uyum yasaları ve uygulamaları.
HE: Evet. Burada Büyükelçi ve Avrupa İşleri Genel Sekreteri sıfatını taşıyan Sayın Murat Sungar güzel bir sunum yaptı. İnsan hakları, iyi yönetişim ve Avrupa Birliği adaylığı konusunda Türkiye’deki görüşleri dile getirdi. İkinci konu, “Sivil toplum ve iş dünyasının Türkiye-AB ilişkilerine katkısı ne olabilir?” idi.
ÖM: Bu da son derece önemli bir nokta tabii.
HE: Burada AKP milletvekili Reha Denemeç sunum yaptı. İkinci konuşmacı ise Hakan Altınay idi.
Bir parantez açayım: Toplantıya Başbakan Yardımcısı Ali Babacan da katıldı. Hem güzel bir konuşma yaptı (ilk konuşma idi) ve hem de toplantının yarısına da aşağı yukarı katılıp orada da gerektiğinde görüşlerini söyledi. Bence bu biçimde katılımı çok da iyi oldu.
Üçüncü konu, Euro bölgesini hedefleyen Türkiye ekonomisi idi. Bu başlık altında Türkiye ekonomisi ile ilgili üç tane sunum vardı: İlki Prof. Bülent Gültekin’indi. Bülent Gültekin Türkiye’de Merkez Bankası başkanlığı yaptı, kendisi halen Wharton School of Finance’da (Pennsylvania Üniversitesi) öğretim üyesidir. İkinci konuşmacı Prof. Dr. Sübidey Togan Bilkent Üniversitesi öğretim üyesidir. AB’ye Türkiye’nin katılımının iktisadi sonuçlarının nicel çözümlemesinin yapıldığı bir çalışma sundu. Benim bildiğim kadarıyla Türkiye’de bu sorunu bu biçimde ve kapsamlı olarak ele alan ve genç araştırmacıları da buna yönlendiren tek kişi Sayın Togan’dır. Çok iyi bir çalışmaydı sunduğu... Son sunum benimdi. Türk bankacılığı üzerineydi.
Bundan sonra ele alınan konu göç sorunu idi. Bu başlık altında göç olayının Türkiye-Avrupa ilişkileri açısından ne anlama geldiği, Türkiye’nin göçe, sığınmaya nasıl baktığı, buradaki hukukun nasıl değiştirdiği ele alındı. Burada hem Avrupa tarafında bir sunum vardı (Philippe Fargues), hem de Boğaziçi Üniversitesi’nden Prof. Dr. Kemal Kirişçi’nin güzel bir sunumu vardı.
Türkiye-AB ilişkilerinde en önemli sorun iktisadi
Bundan sonra Türkiye’nin stratejik zorlukları, dış politika konusu geldi. Kafkaslar, Avrupa Güvenlik ve Savunma Paktı ışığında Türkiye-Avrupa ilişkileri gibi iki konu önem taşıyordu. Avrupa Güvenlik ve Savunma Programını emekli büyükelçi Sayın Temel İskit anlattı. Ondan sonra Türkiye ve Ortadoğu ilişkileri gündeme geldi; Avrupa’nın Ortadoğu ile ilişkileri, Türkiye’nin bu bağlamda bir rolü olup olamayacağı ve en son konu da tabii Kıbrıs ve Türkiye-Yunanistan ilişkileriydi. Buradaki iki konuşmacıdan birisi Kıbrıslı bir genç araştırmacı Philippos Savvides idi. Yunanistan’daki bir merkezde çalışıyor. Bir de Ayla Gürel isminde bir genç hanım vardı, o da Kuzey Kıbrıs’tan, seçimler üzerinde durdu. Ortak konu seçim sonuçlarına göre nasıl gelişmeler olabileceğini düşünmek ve Mayıs’a kadar sonuç alınıp alınmayacağını kestirmeye çalışmaktı.
Ben bu toplantının bütününe baktığım zamana, belki iktisatçı olduğum için, hâlâ AB-Türkiye ilişkilerinde en önemli sorun iktisadidir diyebilirim. İktisadi sorun bence göründüğünden daha önemli; Türkiye ekonomisinde uyarlama yapılması gereken epeyce konu var. Bunu yapmanın da ciddi bir maliyeti var. Öte yandan, Sübidey Togan gibi araştırmacıların çalışmaları sayesinde görünümü kestirmek olanaklı.
Yalnız olay sadece iktisadi de değil... Üstelik herkesin vurgulaması benim gibi olmak zorunda da değil. Diğer konuların da ciddiyetle ele alınması gerekiyor. Benim görebildiğim kadarıyla tartışmalarda, Türkiye tarafında uygulamaların gösterilmesi olumlu etki yapıyor. Yasa değişikliği de tabii önemli ama, sonuçta bir niyet ifadesi. Avrupalılar bunu bir niyet olarak ciddiye alıp, orada duruyorlar...
ÖM: Tayin edici olan mesele, uygulamada neler yapılacağı.
HE: Evet. Kemal Kirişçi uygulamadan güzel örnekler verdi. Sanıyorum ilerideki benzer toplantılarda en önemli nokta uygulamanın doğru yönde olduğunun gösterilmesi olacak...
ÖM: Çünkü siyasi iradenin tezahürü de ancak uygulamada ortaya çıkabiliyor, öyle değil mi?
HE: Öyle. Çünkü “siyasi irade var” diyorsunuz ama, var olup olmadığını nasıl kanıtlayacaksınız?
ÖM: Tek ispat yolu uygulama.
HE: Evet. Yapılanlar yetersiz olabilir. Ama uygulamanın başladığını ve amaca doğru yöneldiğini gösterir. Uygulama başlamışsa ufak tefek hatalar da olur, eksiklikler de olur, giderilir. Ama “bir şey yapmadık” denildiğinde olmuyor. Toplantıda bu türlü açıklamalara genel tepki de, “bakın nihayet bir süredir bir şeyler yapmaya başladınız, iyi oldu” gibi oldu. Ama “iyi oldu” dedikleri zaman, “buyurun AB’ye” dediklerini sanmıyorum, o ayrı mesele.
ÖM: Ama genelde, gerek sunumlarda gerekse orada enformal olarak yansıyan havadan bir pozitif ortam çıktı gibi bir izlenim edindim senin söylediklerinden.
HE: Öyle. Bu konuda ben Sayın Babacan’ın bir açıklamasında bir noktayı söyleyeyim. Samimi de söyledi, lâf olsun diye değil...Sayın Babacan dedi ki “AB bizden bir şeyler istiyor, biz bunlara baktık, bunlar bizim kendimiz için yapmamız gereken şeyler. İkinci olarak, Avrupa’nın ortak değerlerine bakınca bunlar evrensel değerler gibi gözüküyor. Biz de bu evrensel değerlere ulaşmak istiyoruz, söylenenleri kendimiz için yapmak istiyoruz, onun için isteyerek yapıyoruz.” Bu çok önemli, mesela bir katılımcı bunu, söz aldı “Bu çok önemli, çünkü bundan önce ‘bize angarya yükleniyor, yapıyoruz... Allah kahretsin sırf şu AB’ye girebilmek için’ gibi bir hava vardı. Şimdi bu havayı tersine söyleyen bir iktidar var, davranışı da ona benziyor. E, bu anlamlı, kendisi için bir şey yapıyor ve bu da AB’ye girebilmesi yolunu açacak bir şey. Kendisi için bir şey yaptığı için, buna daha çok ağırlık verir.” Bu iyi idi.
“Temel değerler”
ÖM: Evet bu evrensel temel değerlerin korunması meselesi biraz önce de kısaca not etmeye çalıştığımız gibi Swiss Otel’de Eczacıbaşı Menkul Değerler’in 20. kuruluş yıldönümünde Paul Krugman’ın dün yaptığı konuşmada da, özellikle üstünde durduğu şey iktisadiden çok, temel demokratik değerler meselesiydi. Bu temel değerler, Atlantik’in iki yakasından da 60 küsur yıldan beri üzerinde anlaşma olduğu kabul edilen değerlerdi. Yani “Atlantik Okyanusu artık kapanmış gibiydi, Avrupa ülkeleri ile ABD arasında sosyal güvenlik sistemleri, laik ve çoğulcu demokrasi, orta sınıfın değerlerinin konsensüsü vardı. Şimdi ise ABD’nin bu ‘oydaşma’dan saptığı, ‘kavli bozduğu’ görülüyor” dedi Krugman. Ve asıl krizin de orada olduğunu söyledi. Yani bu temel değerler meselesinin ne kadar önemli olduğunu göstermek için de Paul Krugman’ın konuşmasından alıntı yapma gereğini hissettim.
HE: Bu çok önemli. Ona iyi de dikkat etmek lazım, çünkü Avrupa içerisinden de farklı sesler çıkıyor; mesela “Müslümanlarla bu iş olmaz” deyince bu bir temel değer olamaz. Böyle düşünen olabilir, ona diyeceğim yok. Ama AB böyle bir temel değer alırsa, öyle bir temel değer evrensel olamaz. Üstelik böyle başlayınca işin nerede duracağı da belli olmaz. Birisi kalkıp “Ortodokslarla da olamaz” diyebilir.
ÖM: Bu temel değerlerin korunmasındaki güçlüklerin günümüzün temel krizine de yol açıyor olabileceği meselesi fevkalade önemli. İşin ilginç tarafı, Bülent Eczacıbaşı’nın Krugman Konferansı’ndan önceki kısa ve özlü sunuş konuşmasında kendi kurumunun gelişmesini anlatırken, çok önemle üstünde durduğu iki kavram olmasıydı. Eczacıbaşı, “saydamlık ve hesap verebilirlik ilkelerini biz bütün olası kayıpları göze alarak savunmaya çalıştık, bu kuruluşun gelişmesi sırasında” dedi mealen. Temel demokratik değerlere burada da bir atıf yapılması ilginçti.
HE: Bence de çok doğru yapılmış.
ÖM: Bugünkü “Ekonomi Notları” programını temel değerler üzerinde durarak bağlamış olduk böylece. Toplantının bence çok aydınlatıcı bir özetini verdin, başka eklemek istediğin bir şey var mı?
HE: Yok, bugünlük bu kadar.
(23 Ekim 2003 tarihinde Açık Radyo’da yayınlanmıştır.)