Ekonomi Notları 13
Ömer Madra: Dünyanın en neşeli ekonomik ortamında değiliz herhalde; hem Türkiye’de hem de dünyada bir hayli kafa karıştırıcı haberlere rastlıyoruz. Önce Türkiye’den başlayalım istersen: Piyasaların adamakıllı altüst olduğu haberleri var ve kriz gibi bir durum görülüyor. Nasıl yorumluyoruz?
Hasan Ersel: Şu ara o kadar dertli değilim…Daha önce dertliydim… Şöyle ki; Nisan ayından itibaren pek çok kimse 2002 öngörülerini olumlu yönde değiştirdi, “işler iyi gidiyor” dendi, öyle yazıldı. Ben bir türlü yapamadım… Kendi kafamda yapamadım. Sonra şunu düşündüm, bu davranışımın iki açıklaması olabilirdi. İlki “bu hükümetin lehine bir şey söylemeyeceğim” diye bir tutumum olabilirdi. Belki başkalarını ikna edemem belki, ama böyle bir sorunum yok. İkincisi de olup biteni zor anladığım için tepkilerim gecikmiş olabilir. İşler düzeldiği halde ben hala düzelmedi diye düşünüyor olabilirim… Bu doğru olabilir…
Bu noktadan hareketle o zaman neden kaygılandığımı bir kez daha düşündüm. Beni buna iten de olayların o zamanki -ve şimdiki- kaygılarım yönünde geliştiğine ilişkin sinyallerin güçlenmesi oldu. “İşler düzeldi” dendiği noktada, ekonominin dinamiğini belirleyen etmelere baktığımda bir değişiklik görememiştim. Böyle olunca düzelme rassal bir biçimde olabilir, bozulma da… Yani, kalımsız (istikrarsız) bir denge söz konusuydu. Ekonomi, ufak bir şokla bulunan noktadan kayıp daha olumsuz bir konuma sürüklenebilirdi. Tabii bu şokun ne zaman olacağı ya da olup olmayacağı hakkında bir fikrim yoktu, olamazdı da… Bildiğim sistemin ufak bir şoka dayanabilecek kadar güçlü olmadığı idi. Bu nedenle de ben biraz kötümser çizgide kaldım. Arzulananın olmayabileceği seçeneğinin olasılığını yüksekçe gördüm.
Bence, yaşadıklarımız daha sağlıklı, dengeli bir ekonomide olmazdı. Başbakanın rahatsızlığı, kurumları oturmuş, kalımlı (istikrarlı) bir ekonomide yaratacağından çok daha fazla tedirginlik yarattı. Döviz kurundaki dalgalanma arttı… Bu bence belirsizlik demek… Bu durum devam ederse, şu ana kadar etkilenmeyen iktisadi kararlar (örneğin tüketim harcamaları) üzerinde de olumsuz etki yapacak. hatta tüketim davranışlarımız bile etkilenebilir.
Bu yüzden iktisat yönetiminin bu olaya basit bir piyasa hareketi olarak bakmaması gerekiyor. Gazetelerde “Amerika’da WorldCom olayı oldu, bizim piyasa etkilendi” deniyor. Bu temel nedeni görmeyip, kıyıl (marjinal) bir etlkiyle uğraşmak demek…
Görebildiğim kadarı ile siyasal gelişmeler en önemli belirleyici bu harekette. Siyasal bir belirsizlik var, AB ile ilişkiler konusunda da somutlaşıyor ama sadece o konuyla sınırlı değil. İkinci olarak da, bankacılıktaki alanındaki belirsizlik önem taşıyor. Bununla falan bankaya ne oldu sorununu kastetmiyorum. Esas sorun, bankacılık alanında yapılanlar sonunda nereye geldiğimizde…Bankacılığı reel kesimin sağlıklı gelişmesini sürdürecek biçimde işleyebilir duruma getirmeyi başardık mı sorusunun yanıtı o kadar açık değil… Başka bir deyişle, yapılanların gerekli olduğunda birletiğimizi düşünelim. Ancak amaç açısından bunların yeterli olduğu kuşkulu. Bütün bunlardan sonra bankaların şirketler kesimine açtığı kredilerin artıp artmayacağı, sanayinin yeni koşullara göre yeniden yapılanarak büyümesinin maddi temellerinin sağlanıp sağlanamayacağı konularında olumlu yanıt veremiyoruz… Bu konularda büyük bir belirsizlik var.
Ortada sistemik sorun var
ÖM: Özellikle iki noktanın hep odak olduğunu söyledin. Bir tanesi, biraz önce sözünü ettiğin reel sektör, finans sektörü dengesi ve büyüme. Öteki de bu siyasal etkilenme, AB meselesi, öyle sadece siyasal sınırlar içinde kalabilecek bir mesele değil tabii, ekonomi dünyasını birinci derecede ilgilendiren bir olay.
HE: Tabii, Türkiye açısından bir anlamda bir yön çizme kararı bu. Belki orta vadeli bir yön çizme ama, yine de bir yön çizme… “Şöyle değil böyle olacak” gibi bir karar mı alınıyor? Veya böyle bir kararı almak zorunda mı kalıyor Türkiye? Bu sorular bugün herkesin aklına takılıyor.
ÖM: Gidişat konusunda bu belirsizliğin dağılacağına dair de herhangi bir belirti görünür gibi değil değil mi? Yani Başbakan’ın da daha 2-3 hafta bulunamayabileceği de söylenirken, tam bu kriz ortamında. Bunun üstüne de bir şey söylenemez herhalde. Dünyada da aslında bu son derece büyük, bir “skandal ötesi” durumdan bahsetmek mümkün mü? Özellikle, bu gibi konularda hep merak ettiğim bir şey var, o da güvene dayalı, yani yatırımcının ve ortalama insanın sistemin kendisine olan güveni sarsılıyor mu bu ardarda gelen büyük iflaslardan? Murakabe şirketlerinden en büyüklerinden biri olan Andersen’ın, durmadan bu şekilde büyük iflas ve dolandırıcılıklarla, dolaylı da olsa bir şekilde bağlantılı çıkması, genel sistemin işleyişine ilişkin de soru işaretleri doğuruyor mu?
HE: Kanımca doğuruyor. Ama burada olayı Arthur Andersen’la sınırlamamak lazım. Belki rastlantı, belki de Arthur Andersen çok büyük bir şirket olduğu için çok müşterisi var, piyangonun ona vurması olasılığı yüksek… Ama ortalıkta sistemik bir sorun var. Bu tür uygulamaların ortaya çıkmasına yol açan daha temel nedenler var galiba…Başka bir deyişle bu tür olaylara başka denetim şirketleri tarafından denetlenen firmalarda da rastlanabileceği anlaşılıyor…
Bu yeni WorldCom olayına bakalım. Bu bir telekom şirketi, Amerika’nın bu alanda ikinci büyük firması, 65 ülkede faaliyet gösteriyormuş. Olay şu, 15 aylık bir süre içerisinde 3.8 milyar USD tutarındaki harcamalar saklanmış. Saklama ne demek? 3.8 milyar USD nasıl saklanır? İşin özü şu: bunlar cari nitelikli harcamalarmış, fakat şirket bunları yatırım harcaması diye göstermiş. Yoksa harcamaları yok etmiş değil…
(NOT: Bu konuşma 26 Haziran 2002 tarihinde basına yansıyan bilgiler ışığında yapılmıştır; HE)
ÖM: Ne demek bu?
HE: Cari harcama yaptığınız zaman gider olarak gelir tablosuna yazarsınız, kârınız 3.8 milyar USD daha az olur. Eğer yatırım harcaması ise, amortismanı ne ise sadece o miktarı gider olarak yazarsınız, kârınız daha çok olur. Söz gelimi bu 3.8 milyar USD harcamayı 10 yılda amorti edilecek bir yatırım harcaması olarak muhasebeleştirirseniz bu yılın gelir tablosuna sadece 380 milyon USD’ını yazıyorsunuz. Bu seneki kârınız 3 milyar 420 milyon USD daha fazla görünüyor. Tabii gelecek yılların kârları amortisman payları kadar düşük oluyor. Gelecek yılların karlarını düşürüp bu yılın kârını yüksek gösteren bir muhasebeleştirme.
Aslına bakarsanız hangi uygulamanın yapılmasının doğru olacağına ilişkin tartışmalı alanlar vardır. Bu nedenle ufak tefek kaymalar, farklılıklar olabilir ama, 3.8 milyar USD büyüklüğünde kayma olması pek olası değil. Belli ki 2001 kârını, yüksek göstermek için yapılan bir muhasebe oyunu.
ÖM: Yani kâr-zarar hesabında şirket harcamaları görünmüyor, öyle mi?
HE: Evet. Yapılan şuna benziyor: Diyelim ki, elektrik kullandınız, “bu elektriği kullandım ama bana 10 yıl yararı olacak” diyemezsiniz, elektriği bu yıl kullandınız. Onu 10 yıla yaymamanız lazım. Anlaşılan böyle elektrik kadar apaçık değilse bile benzer konularda yapılan cari harcamalar yatırım harcamasıymış gibi gösterilmiş.
Anderson açıklamasında “bu tür bir uygulama yapıldığını bize bildirmediler” diyor. Yani Anderson’dan saklandığı söyleniyor. Öykünün başka ilginç yönleri de var. Nisan ayında WorldCom şirketinin genel müdürü Bernard Ebbers birdenbire istifa ediyor, şirkete de 366 milyon USD (bazı haberlerde 408 milyon USD) borcu varmış…Kredi ve garanti şeklinde imiş bu borcu… Anladığım kadarı ile –finansçı olmadığım için detayını çıkaramıyorum ama- şirketin hisse senetlerinin fiyatlarının kalımlılığını sağlamaya çalışacakmış bu parayla…
O gidince yeni yönetim geliyor, bir etrafa bakalım diyorlar… Bunun sonunda da şirketin iç denetim sürecini çalıştırıp olayı kendileri ortaya çıkarıyorlar… Yani olayı dışarıdan birileri gelip çıkarmış değil. Yeni gelen yönetim bunu yapıyor, ondan sonra denetçi olan başkan yardımcısının istifasını istiyorlar. Bir de mali işler yetkilisi Scott Sullivan’ın da işine son veriliyor.
Bundan sonra ne olacak dendiği zaman, dün çıkan yazılarda rivayet muhtelif. Bir kısmı diyor ki, WorlCom, Enron gibi olmadığını ispata çalışacak… "Birileri hakikaten kötü bir şey yapmışlar, “biz de yakaladık; onları attık, temizliyoruz işi” diyecek ve yoluna devam edecek. Diğerleri de diyor ki, “bu şirketin 30 milyar USD’lik borcu vardı, bir de üzerine bu binince, bu şirket toparlanamaz, iflâs bile edebilir.” Şirketin ilk aldığı kararlardan birisi de 17 bin çalışanının işine son veriyor ki, çalışanlarının 1/5’i bu. Tabii tek karar bu değil, daha başka kararları da var.
Bir nevi şirket popülizmi
ÖM: Çok boyutlu, çünkü 17 bin çalışanının birdenbire kendisini sokakta bulması da şaka edilecek bir olay değil gibi.
HE: Evet, çok ciddi, bu Cuma günü başlıyorlarmış.. 17 bin kişi, faaliyetlerimiz iyi gitmiyor gerekçesi ile işten çıkarılacak. Görüldüğü gibi bu mali skandalın reel ekonomide yansımasını hemen görüyoruz. Ayrıca da gene yanlış anlamadı isem, hepsi ABD’nde değil; dünyanın çeşitli yerlerinde çalışanları var, dolayısı ile başka ülkelerdeki istihdamı da çok olmasa bile etkileyecek kararlar alacak.
Şerif Erol: Mesela Britanya’da 150 kişi diye geçiyor.
HE: İnsanın aklına şu soru geliyor: Bu tür olaylar neden oluyor? Daha doğrusu, neden bu tür olaylar ABD'de son zamanlarda orta çıkmaya başladı? Eğer söylenen doğru ise, bu (bir günlük malumata dayanıyorum, bilgilerimin eksik olması doğal. Securities Exchange Commission daha yeni soruştırmaya başlıyor) 15 aylık bir olaymış. Ben bu olayı biraz ABD ekonomisi ile ilişkilendiriyorum kafamda. Biraz önce ABD’nde büyümenin hiç de beklendiği gibi olmadığından söz etmiştiniz...
ÖM: Öyle de bir haber vardı bugün dünya basınında...
HE: Amerika’daki son büyümeyi yorumlayanlar hep şuna dikkati çektiler: “bu büyüme şirket kârlarını artıran bir büyüme değil.” Şirket kârlılığı yükselmiyor, ama bu da yatırımların artmayacağı, yani büyümenin sürdürülemeyebileceği kaygısını gündeme taşıyor. Öte yandan bu durum şirketler açısından da bir sorun ortaya çıkarıyor. Şirketlerin hisse senetleri borsada alınıp satılıyor. Şirketler ‘güzellik yarışması’na katılıyorlar. Güzellik yarışmasına katılanlar, o anki güzellikleriyle ilgili olurlar, ‘orta yaşlılığında, yaşlılığında nasıl olacağım?’ gibi sorunlarla pek ilgilenmezler. Onun için makyaj yapıyorlar, belki de bu arada makyajı fazla kaçırıp gelecek görünümünü tehlikeye atanlar da olabiliyor.
Şirketler için de öyle. Bugünkü kârlarını yüksek göstermek çok önemli. Geleceğin aleyhine bile olsa… Bu bir nevi popülizm… Aynen siyasette gördüğümüz gibi. Bugünkü durumna gelecekteki durumuna oranla çok daha fazla ağırlık vermek…
Bir şirket geleceğini düşünmeden, ya da yeterince düşünmeden, hareket ediyorsa, buna “hayır yapma!” diyecek bir mekanizma olması lazım. Yönetimin şirketin ebediyen yaşayacağı, varsayımından hareket etmesini sağlamak gerekir. Bunu kim denetleyebilir? "Bağımsız denetim şirketleri" denildi. İlk bakışta doğru görünüyor. Ama anlaşıldı ki, bağımsız denetim şirketleri de kârlı yerleri denetlemekten, “bakın bizim denetim yaptığımız yerler ne kadar kârlı, ne kadar iyi yerler” demekten hoşlanıyorlar. Onlar da bundan 20 yıl sonrasını düşünmüyor.
ÖM: En çok üzerinde durduğumuz konulardan biri, bu kredibilite, yani saygınlık meselesi. Sisteme ilişkin olarak da gözüküyor. Mesela bugünkü Guardian’ın başyazısında diyor ki “dünyanın en büyük denetim, murakabe ve danışma şirketlerinden birinin kredibilitesi, saygınlığı artık ayaklar altında. Ayrıca, biraz önce söylediğin Amerika’daki şirketlerin, yalnız mali değil çeşitli biçimlerde denetiminin de bir incir yaprağı gibi, yani çıplaklığı örtmeye pek yetmeyen bir hale geldiğini gösteriyor ve Wall Street’in kalbinde, yeni ve çok büyük başka yaralar da olabileceğini düşündürüyor. Son 10 yılda görülmüş en büyük piyasa çöküşünü de beraber getirebilir mi?” şeklinde önemli sorular sormuş.
HE: Bence de çok haklı. Çünkü manzaraya baktığımız zaman, sadece Arthur Andersen firması ile sınırlı bir kusur ya da suç olması söz konusu değil. Bunun çok daha yaygın bir uygulama olduğu anlaşılıyor.
WorldCom'daki olay, Enron'dakine oranla, daha yalın mali oyunlara benziyor. Ama rakam çok büyük ve 15 ay gizlenebilmiş. Arthur Andersen kandırıldı diyelim, ama böyle bir uzmanlaşmış kuruluş kandırılabiliyorsa, bu denetim sisteminde bir eksiklik, bir yanlış var; başka bir şeyler yapılması gerekiyor. Ben denetlenen şirketi de denetçiyi de etkileyen poplülizm olgusuna dikkat edilmesi gerektiğini düşünüyorum. "Yarın benim umurumda değil" diye düşünenlerin iktisadi kararları aldığı bir ekonomi sağlıklı kalabilir mi?
ÖM: Arkadan da, geçen hafta sözünü ettiğin Brezilya kirizi de devrede, ayrıca Arjantin’de dün gene fevkalade vahim şeyler olmuş; göstericilerden iki delikanlı öldürülmüş.
HE: Allah’tan dün takımımız hem iyi oynadı, hem de Brezilya kazandı. Yoksa bugün yeni bir kriz içindeydik…Çünkü Brezilya mağlubiyeti hazmedemezdi, krize düşüp çökerdi. Sonuçta kriz de döner gelir bizi vururdu. Neyse… Benim için zor oldu doğrusu bu maç… 1958'den beri hep Brezilya’yı tuttum hep dünya kupalarında...
ÖM: Ben de...
HE: Ama sonuçta Türk takımı bence iyi bir şey yaptı, güzel mücadele etti. Tamam Brezilya kazandı… Ama olsun biz iyi oynamış olmamızla avunabiliriz. Ama Brezilya'lılar bununla tatmin olamazlardı…
(27 Haziran 2002 tarihinde Açık Radyo'da yayınlanmıştır.)