İstanbul - Türkiye’deki hangi Cıwan Haco hayranı, bu topraklara gelmesi neredeyse efsaneye dönüşen sanatçının bir gün Batman’da konser vere(bile)ceğini tahmin ederdi ki? Tabii ki vardı böyle bir hayal, tabii ki geleceğini biliyorduk bir gün. Ama bu kadar ‘kolay’ olamayacağını da artık kanıksamıştı herkes.
Sürpriz, Haco’nun gelmesi değildi bir tek. Adı Diyarbakır özlemi ile özdeşleşen Cıwan’ın iki adım ötedeki Batman’da konser verip de Diyarbakır’a gitmemesi de büyük bir şaşkınlık yarattı hayranlarında. Çünkü o, buraya gelecekse, Diyarbakır’da haykıracaktı şarkılarını. 'Diyarbekir malamine'yi, Diyarbakır’da haykırmanın önemli hayallerinden biri olduğu biliniyordu aynı zamanda. (Şunu da söz arasında belirteyim ki; Haco hayranları olarak kendi aramızda, sanatçının Batman’a gelmişken dayanamayıp gizlice bir akşam, Diyarbakır’a giderek, yıllardır özlemini çektiği kentin havasını şöyle bir soluduğunu, gözleri yaşlanarak, adına şarkılar söylediği surları gezdiği varsayımını konuştuk saatlerce).
Yersiz yurtsuz Kürt sanatçısı
Ama Cıwan Haco hayranları, her şeye karşın bu ‘demokratik havanın’ tadını çıkarmasını da iyi bildi. Yıllar önce, "eğer Haco gelirse, yürüyerek de olsa giderim Diyarbakır’a" diyen yüzlerce hayranı, gidememenin hüznünü yaşadıysa da, onu Türkiye televizyon ve gazetelerinde görmek iyi bir avuntu oldu herkes için.
Kürt sanatçılarının sürgün yaşamını burada tekrar dillendirmeye gerek duymuyorum. Başka bir dilin konuşulduğu, sanatçının kendini öteki olarak hissetme psikolojisinin ağırlığını, incinmişliği de konuşmak istemiyorum açıkçası. Ama bu şizoit dünyada, yersiz yurtsuzluk içinde sanat icra etmenin tahammülsüzlüğüne katlanmayı kader edinmek durumunda bırakılan binlerce sanatçı içinde, Kürt sanatçısının da o trajediyi ta içinde hissetmesinin ne menem bir ağırlığının olduğunu, örneğin Cıwan Haco'nun hüzünlü gözlerinden okumanın ne kadar kolay olduğunu ifade etmemek olmaz. Kendini hep ötekileşmiş, ötekileştirilmiş bir dünyanın ‘ta kalbinde/kalpsizliğinde’ gören Kürt sanatçısını temsil ediyordu, CNN Türk’te Çiğdem Anat’ın sorularını yanıtlayan Haco...
Yok sayılmanın, yasak sayılmanın kader olmasının acı ağırlığını sırtlanmak asla kolay olmamıştır kuşkusuz. Türkiye’den Suriye’ye oradan da Almanya’ya sürgün hayatı yaşayan Cıwan Haco’nun bu topraklardan sürgün edilmesinin öyküsü, tüm Kürt sanatçılarının ortak öyküsü olduğu için de, Kürt rock’çısı bu kadar özeldi. İcra ettiği sanatın değil, sanatının dilinin önemi vardı bu ülkede. Bu dil yok sayıldığında, yasaklandığında, yadsındığında, kendi sanatının da yadsındığını bilen bir sanatçının yaşadığı acıyı hissetmek de kolay olmayacaktır elbet.
"Şarkılarım yüreğimden çıkıyor"
Bu yüzden de "çalıştım, çalıştım, çalıştım" diyen Haco, Yeniden Özgür Gündem muhabirinin bir sorusuna şu karşılığı veriyordu: "Sazım iyi değil. Benim için; ‘bu adam ne güzel saz çalıyor’ diyemezsin (...) Bence bir gerçeklik var benim şarkılarımda. Görüyorlar ki, içten söylüyorum, şarkılarım yüreğimden çıkıyor. Görüyorlar ki ben vatanımı, halkımı seviyorum(...) Sahneye çıktığımda, bir keder var yüreğimde; bu kederi, hüznü döküyorum. Onlar bunu görüyor..." Sürgün edilmiş bir sanatçının nezaketinin, alçak gönüllüğünün en iyi ifadesi böyle olur işte. Bu, malum sevdanın önüne geçenlerin asla anlayamayacağı bir ifade biçimi aynı zamanda.
Cıwan Haco, Kürtçe’nin yıllarca yasak olduğu kendi ülkesinde karşılaştığı ilgi karşısında, şaşkın ve mahcup olduğunu anlatıyordu ama asıl bu ülkede ona karşı mahcup olması gerekenler, hâlâ yasakçılıklarından taviz vermeme mücadelesi veriyordu... Konser verdiği Batman’da kim bilir, konser alanında gözyaşı dökerek Haco’yu dinleyen kaç tecavüz mağduru, savaş mağduru kadın vardı? Adı Cıwan konulduğu için baskı gören kaç Kürt çocuğunun annesi, babası vardı kim bilir? Ve nihayetinde, ‘demokratikleşen’ ülkemizde Almanya vatandaşı Cıwan Haco’nun kendisi de bu örtülü baskıdan, tekrar tekrar nasipleniyordu. Evet ünlü sanatçının özel ismi bile, bazı gazetelerde tahrif edilerek verilirken, bazı basın organları, yüz binlerin katılımıyla gerçekleşen konseri, bir haber olarak bile görmekten imtina etti.
Newroz’un ve Cıwan’ın ‘V’si
Hemen her newroz arifesinde, muktedirlerin sopa göstererek yasakladığı W engeline, Cıwan Haco da takıldı. Birçok gazete sanatçının özgün adı yerine, isminin ‘Türkçeleştirilmiş’ halini kullandı. Örneğin yıllardır ‘Türkiye Türklerindir’ şiarı ile yayın yapan ‘büyük gazetemiz’ Hürriyet, Cıwan’ın adını ‘Civan’ diye çevirmişti. Ve tabii ki Milliyet gazetesi de. Bunu yasakçı geleneğin bir gerekliliği olarak gören gazeteler böyle bir tutum sergilerken, kimi gazeteler de, tüm ülkede ses getiren Cıwan Haco’nun gelişini haber bile yapmadı! Kimi gazeteler ‘Cıvan’la da yetinmeyip, ismi iyice Türkçeleştirmek için ‘Civan’ diye tanıttı Haco’yu...(Kürtçe’de ‘ı’ ‘î’ olarak yazılır. Cıwan’ın yazılışı ise ‘i’ veya ‘î’ değil ‘ı’ olarak yazılmalı. Çünkü Cıwan, yazıldığı gibi okunur.) Burada hemen Milliyet’in ‘Popüler Kültür’ ekinde, Haco’nun Ahmet Tulgar'a verdiği ve sayın Necla Nilay Us’un yine bu sitede ‘bir söyleşinin kayıtçözümü’ başlığıyla yayınlanan, bazı önemli tespitler yaptığı röportaja değinmek gerek. Birçok tahrifle, önyargıyla röportajın çerçevesini çizmiş hissini veren Tulgar’ın, Haco’ya sorduklarından çok, girişte yazdıkları, Us’un da değindiği üzere, gerçekten de kabul edilir gibi değil. İsterseniz önce Tulgar’ın ‘Bazen Buralıyım, Bazen Dünyalı’ başlıklı röportaja yazdığı girişi okuyarak başlayalım:
"Ciwan Haco herhangi bir Kürt müzisyeni değil. Diyasporada kıymete binmiş ‘nemleketten bir ses’ ya da ‘sürgün ideolojisi’nin ürünü bir politik mitos hiç değil. Onun iyi müzisyen oluşu, bu kuvvetli durum, olası algılanış biçimlerini aşan bir şey. (...) Eğer Ciwan politik sloganlara saplanıp ucuz bir müzik yapıyor olsaydı provokatif bir kullanıma, istismara bile yol açardı, Batman’da yüzbinlerle kucaklaşması. Ama iyi müzik provokasyona yer bırakmaz. İyi müzik kahramanlığa da izin vermez. Bu yüzden kahramanlar ve mitoslar üretimk merkezi Güneydoğu’da ve sol cenahta bile Ciwan daha çok aşık olunabilecek bir erkek etkisi yapıyor hayranları üzerinde."
Bir taraftan solu ve ‘Güneydoğu’yu alaya alan, bir taraftan da Cıwan Haco’yu, sanki başka bir dünyanın insanı ve politik olmaktan çok, sadece bir erkek olarak lanse etmeye çalışan Tulgar’ın, sanatçının tek bir şarkısını bile dinlemediği izlenimini kuvvetlendiren röportaj bir yana, yukarıdaki cümleleri hangi referansa dayanarak sarfettiğini bilmek zor değil aslında. "Eğer politik sloganlara saplanıp ucuz müzik yapıyor olsaydı, provokatif bir kullanıma, istismara bile yol açardı;" Türkiye’de yaşayanlar, ‘provokasyon’ sözcüğünün ‘kimin dili’ olduğunu çok iyi bilirler...
Ayrıca sayın Tulgar’a şu hatırlatmada bulunmak isterim; Cıwan Haco’nun politik, yani Kürtlerin haklarına, maruz kaldıkları acılara değinmeyen tek bir albümü yoktur. "İyi müzik kahramanlığa da izin vermez" sözünün mantığı nereye dayanıyor, anlamak güç. Oysa Cıwan Haco da, Şivan Perwer de, yaptıkları müziğin içeriği yüzünden Kürtler için birer ‘politik kahraman.’
'Portatif aşiret'
Yaygın medyanın olaylara bakış açısı zaten hepimizin malumu da, Tulgar’ın ısrarla Haco’yu politik, hatta Kürt kimliğinden yalıtıp, ‘aşık olunabilecek bir erkek’e indirgemeye çalışması hem saçma hem de çarpıtmadır. Tulgar’ın Milliyet’in ‘Popüler Kültür’ ekindeki röportajı hakkında çok şey yazılabilir ama ben iki noktaya daha değinmekle yetineyim:
Birincisi; Tulgar, Cıwan’ın sarfettiği ‘Newroz’un ‘W’sini sansürleyip ‘Nevroz’ diye yazmış. Ama nedense Cıwan’ın ‘W’sine dokunmamış. Herhalde "nasıl olsa Cıwan başka bir dünyanın insanı" önkabulüne dayanarak bu ‘hoşgörüyü’ göstermiş kendisine.
İkincisi ise; bir sözü, tırnak içine alıp, sağdaki kutucuğun başlığı yaparak çarpıtma yapmış Tulgar. Çünkü Haco’nun "Kürtler bunu anlamıyor" diye bir sözü sarfetmediğini yine Tulgar’ın yazısından öğreniyoruz. Zaten önyargılarla dolu kutucuktaki yazıyı, başlığı ile birlikte okuyalım şimdi;
“Ben de insanım ama bizim Kürler bunu anlamıyor
Ciwan Haco, Batman’dan İstanbul’a geldiğinde perişandı. Peşinde geçici, portatif bir aşiret oluşmuş, nereye gitse kendisini takip ediyordu. Misafirlerinin yoğunluğundan kaldığı otelde sorun çıkmıştı. Ayrıca çok yorgundu. Batman’da her gün 2 bin kişinin kendisiyle fotoğraf çektirdiğini anlatıyor. 'Tabii ki bu ilgi çok hoşuma gitti' diyor, 'ama yine de ben de insanım. Bizim Kürtler beni perişan ettiler."
Tulgar’a göre, bir sanatçının hayranı bile olsalar, bir araya gelen Kürtler ‘hayran’ değil, ‘geçici, portatif bir aşiret’ten ibaret kalıyorlar demek ki...
Bu arada Hürriyet gazetesi ısrarla ‘Civan’ diye takdim ederken sanatçıyı, bazı gazeteler de Kürt demek yerine 'Suriyeli sanatçı' deme zorunluluğu hissetti nedense. Alaya alınacaklarını bilmeseler, ‘Civan Hacı’ bile diyeceklerdi sürgün sanatçıyı tanıtırken.
İnsan şöyle bir gazete taraması yaptığında, Haco’nun Kürt dışında herhangi bir milliyetten olması durumunda, Türk basını tarafından bu kadar sansüre maruz bırakılmayacağını düşünüyor ister istemez. Haco Kürt olmasaydı, örneğin Hürriyet gazetesi ‘W’yu ‘V’ yapma ‘otokontrolüne’ başvurma gereği hisseder miydi acaba?