Prof. Carl Elliott26 Ağustos 2003
Çirkinlik bir hastalık mıdır?
Kimilerinin gerçek benlikleri olarak kabul ettikleri hale ulaşmak için cerrahlara gidiyor ve burunlarımızı yontmalarını, kalçalarımızdan yağ almalarını, cinslerimizi değiştirmelerini, hatta tıkır tıkır çalışan kol ve bacaklarımızın kısaltmalarını bile istiyoruz. 20 sene önce doktorlar bu isteklerimize hayır cevabını veriyorlardı. Ama artık öyle demiyorlar.Amerikan tıp dünyasında tuhaf şeyler oluyor. Çünkü tıp artık, sadece hastalıkların tedavisinde değil, mutluluk arayışında da kullanılıyor. Biz Amerika’da, yatağa girmeden önce Viagra, işe gitmeden önce Ritalin alıyoruz. Kırışan şakaklarımıza Botox enjekte ediyor ve tepemiz açılmaya başladığında saç diplerine Rogaine ile masaj yapıyoruz. Utangaçlığa karşı Paxil, bezginliğe karşı Prozac ve anksiyeteye karşı da Buspar yutuyoruz. Sahne korkusuna karşı beta bloke ediciler kullanıyor, yüz kızarmaları ve aşırı terlemeye karşı endoskopik müdahalelere başvuruyoruz.
Bütün bunlar çok yeni şeyler değil elbette. Kozmetik cerrahların dükkân açmaları 1930’lu yıllara kadar uzanırken antidepresanlarla anksiyete hapları da 50 seneden uzun bir süredir ortada dolaşıyor. "Büyütme/geliştirme teknolojileri" olarak da isimlendirilen bütün bu bu işlemler, sadece büyütmeden/geliştirmeden ibaret değil. Antidepresanlar insanları "iyiden daha iyi" kılmak için kullanılmasının yanı sıra, ağır depresyon tedavisinde de kullanılabiliyor. Bununla beraber, Amerika tarihinde hiçbir zaman bu teknolojilere bu kadar büyük bir rağbet olmamıştı. Ne oldu da bu kadar büyük bir talep ortaya çıktı?
Sebeplerden biri, piyasa. Son 20 sene içinde ABD istikrarla, piyasa bazlı bir sağlık sistemine yöneldi. Bu sistemde, ilaç sanayii emsali görülmemiş bir mali güce kavuştu. 1990’ların başından bu yana, yüzde 18’i aşan kâr marjıyla, ilaç sanayii Amerika’daki en kârlı sektör olmuş; kâr da gücü, iktidarı getirmiştir.
Siyasi lobiye en fazla parayı harcayan sektör
1999–2000 seçim döneminde, ilaç sanayii siyasi lobi faaliyetine diğer bütün sanayilerden daha fazla para yatırmıştır; petrol sanayiinden de, tütün sanayiinden de, sigorta ya da otomobil sanayiinden de. İlaç sanayii diğer yandan doktorlara yönelik harcamalarını da arttırmıştır. Doğrudan doktorlara yönelik promosyon çalışmaları için istihdam edilenlerin sayısı geçen 10 sene içinde yüzde 57 oranında artarak 2000’lerin başında 88 bin kişiye ulaşmıştır. Belki daha da dikkat çekici bir bilgi olması açısından şunu da eklemek gerekir: Bugün, Amerikan tıp fakültelerinde süren eğitimin yüzde 40’ı, ilaç sanayii tarafından fonlanmaktadır.
"Büyütme/geliştirme teknolojileri" genellikle tıbbi müdahaleler olduğu için, "büyütme/geliştirme" adı altında değil, ruhsal ya da fiziksel şikayetlerin "tedavisi" adı altında, bir doktor tarafından önerilmeli ya da gerçekleştirilmelidir. İlaç sanayiinin kârları büyüdükçe, yeni tıbbi bozuklukların sayısında da artış oldu. "Toplumsal anksiyete bozukluğu" ve "adet-öncesi moralsizlik"ten "cinsel organda sertleşme bozukluğu" ve "asabi barsak bozukluğu"na kadar... Sanayii, tedavi ettiği hastalıkları satmak suretiyle ilaç satmaktadır.
tedavisi için önerilen Paxil’in reklamına, Nike’nin en iyi ayakkabıları için yaptığı reklama ayırdığından daha büyük bütçe ayırdı. Peki, sanayii hastalığı nasıl satmaktadır? Psikiyatr David Healy’nin de belirttiği gibi, bunu, hasta destek gruplarına maddi destek vererek, kamu bilinçlendirme kampanyalarına sponsor olarak, kendi ilaçlarının tedavi ettiği bozuklukları konu edinen sempozyumlar ile dergilerin özel sayılarını destekleyerek ve doktorlar için "özel eğitim"e sponsor olarak yapmaktadırlar. ABD’de, doğrudan-tüketiciye yönelik reklam konusundaki sınırlamalar 1997 yılında kaldırıldığında, ilaç sanayii TV seyircileriyle dergi okurlarını reklam bombardımanına tuttu. 2001 yılında, GlaxoSmithKline, çiçeği burnunda hastalıklardan "toplumsal anksiyete bozukluğu"nun
Bütün bunlar, basit bir entipüften hastalık yaratan ilaç sanayii meselesi değildir. Sözkonusu müdahalelerin tedavi ettiği rahatsızlıklar genellikle hakiki rahatsızlıklardır. Ama büyük bir bölümü, sıradan tıbbi rahatsızlıklardan keskin bir çizgiyle ayrılırlar. Yani, her zaman olmasa da, genellikle yapı itibariyle bu rahatsızlıklar toplumsaldır. Diyelim, şeker ya da kalp hastasıysanız, rahatsızlığınız etrafınızdakilerden ya da nasıl algılandığınızdan bağımsızdır. Ama çok kısa boylu, çok çekingen ya da küçük göğüslü olmaktan kaynaklanan rahatsızlıklar, bu karakteristiklerin diğer kişiler tarafından nasıl karşılandığıyla yakından ilgilidir. Ve toplumsal sorunlar da tıbbi teknolojiler tarafından tedavi edilmeye başladığı anda, tıbbi sorunlar olarak görülmeye başlarlar. O andan itibaren, tedavi sözkonusu olduğunda doktorlar kendilerini daha rahat hissederler.
Bu tür kaymalara bir örnek, (Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi) FDA’nın, kısa boylu çocuklarda sentetik büyüme hormonunun kullanımı konusunda yakın bir geçmişte çarketmiş olmasıdır. Büyüme hormonu yıllardır, bünyeleri yeterli büyüme hormonu üretmediği için çok kısa boylu kalan çocuklarda kullanılıyordu. FDA, boyları doğal nedenlerle kısa olan çocuklar için bunların kullanılmasını asla onaylamıyordu. Hatta, 1990’ların başında, FDA Genentech hakkında bir soruşturma bile açtı. Sentetik büyüme hormonu üreticileri arasında bulunan Genentech hakkındaki soruşturmanın nedeni, İnsan Gelişme Vakfı isimli bir kuruluşa büyük çaplı bağışlarda bulunmak suretiyle büyüme hormonu için potansiyel adaylar yaratmasıydı. Bu vakıf, okul ve alışveriş merkezlerinde kısa boy tedavisi için kamuoyu oluşturma kampanyalarına sponsor oluyordu.
"Aşağılık kompleksi için tıbbi tedavi"
Ancak, Temmuz ayında, FDA çarketti ve sentetik büyüme hormonunun sıradan kısa boylu çocuklarda kullanılmasını da onayladı. Örgütün alıntıladığı incelemelere göre, yıllar içinde düzenli olarak sentetik büyüme hormonu alan sıradan kısa boylu çocuklarda, yetişkinliğe geçildiğinde birkaç santim fark oluyormuş. Tabii bu arada, pek çok araştırmanın kısa boylu çocukların da uzun boylular kadar sağlıklı ve mutlu olduğunu belirttiği gerçeğine boşveriyoruz. Sayısız çocuk doktoru (ve belki daha fazla sayıda ebeveyn), kısa boylu olmanın çocuk için ciddi bir handikap oluşturduğunda ısrar ediyor ve tıbbi yardımın gerekli olduğunu söylüyorlar. New England Journal of Medicine dergisinde bir yorumcu, aşırı derecede kısa boylu olma halini “psikolojik olarak sakatlayıcı” ifadesiyle tanımlamıştı.
Aynı tür dönüşüm -yani, kozmetik müdahaleden tıbbi tedaviye geçiş-, kozmetik cerrahinin de pazara adım atmasını sağladı. İlk zamanlarda, bu alanda daha çok şarlatan ve dolandırıcılar bulunur, saygın doktorlar uzak durmayı tercih ederlerdi. Ancak, 1930 ve 40’lı yıllarla birlikte bir değişim yaşandı ve kozmetik cerrahi tıbbi saygınlığa giden basamakları tırmanmaya başladı. Tarihçi Elizabeth Haiken’ın ‘Venüs Özentisi’ isimli kitabında anlattığına göre, sözkonusu değişimin temel nedeni "aşağılık kompleksi"ydi. Eğer bir kişi aşağılık kompleksi yüzünden psikolojik rahatsızlıklar gösteriyorsa ve bu kompleks basit, sade ya da gösterişsiz olmanın bir sonucuysa, o halde bu kişileri daha az sade ve gösterişsiz kılacak cerrahi müdahale artık sadece kozmetik olamazdı. Bunun ismi, "aşağılık kompleksi için tıbbi tedavi"ydi. Ya da Haiken’ın ifadesiyle; “neşterli psikiyatri.”
Şu sıralar ABD’nin en gözde reality show’u ABC’de yayınlanan ‘Extreme Makeover.’ Programda, gönüllü katılımcıların dış görünüşlerini değiştirmek üzere plastik cerrahlar ile moda danışmanları, beden eğitimcileri, saç stilistleri ve kozmetik diş hekimleri biraraya geliyorlar.
Güvenli oldukları ve işe yaradıkları sürece, gerçekten bu teknolojilerle ilgili bir sorun var mı? Belki, ama büyütme/geliştirme teknolojilerinin verdiği zararlar hem kolay farkedilmez, hem de tedavi ettikleri rahatsızlıklar gibi, toplumsal niteliklidir. Antidepresan karşıtlarının eleştirdiği, aslında varoluşsal bir rahatsızlığın tıbbi bir sorun olarak olarak görülmesidir. Kozmetik cerrahiyi eleştirenler, kozmetik cerrahların, "Asyalı gözler"i ya da "Yahudi burun"ları düzeltme önerileriyle, ırkçı güzellik idealini sömürdüklerini vurgularlar. Sentetik büyüme hormonuna karşı çıkanlar, uzun boylu insanlar olabilmesi için kısa boylu insanların da olması gerektiğine dikkat çekiyorlar.
“Ben olmak beni çok rahatsız ediyordu”
Büyütme/geliştirme teknolojileriyle ilgili belki de en çarpıcı nokta, insanların bu teknolojileri tanımlarken kullandıkları dildir. İnsanlar sanki bir kimlik ve kendini-gerçekleştirme dili içinden konuşur hale geldiler. Bu teknolojilerden sadece kendilerini geliştirme aracı olarak değil, kimliklerine biçim verme aracı olarak bahsediyorlar. En zorlu dönüşümleri yaşamış insanlar bile, ister hanım hanımcık bir kızdan bir Godiva’ya, ister bir kitap kurdundan bir vücut geliştiricisine, bu dönüşümü kendi hakiki benliklerine kavuşma meselesi olarak tanımlıyorlar. Halim selim bir editörken vücut geliştiriciliğine başlayan Samuel Fussell, anabolik steroidler kullanmaya başlamasının sebebini şöyle açıklıyor: “Ben olmak beni çok rahatsız ediyordu.” Kol ve bacak kısaltmalarına yönelenler, genellikle kendilerini yanlış bedenlerde tutsak kalmış transseksüeller olarak gördüklerini belirtiyorlar. Sağlıklı bacağı için ampütasyon yaptırmak isteyen birisi, bacağının, “bir yanlışlık” olduğunu söylemişti. “Benim böyle bir parçam olamaz.” Çarpıcı bir manzara aslında; örneklere baktığımızda "hakiki ben"in tıbbi teknolojiyle imal edildiğini görüyoruz.
İnsanlar neden böyle bir dil kullanmaya yönelirler? Cevabın bir kısmı, batı kültüründe derin kökleri bulunan ahlâki ideal ile ilgilidir. Filozof Charles Taylor, “otantiklik etiği” olarak adlandırıyor bunu. Yani, günümüz modern çağında yaşayan insanlar, hayatın anlamını Tanrı’ya, hakikat ve doğruluğa ya da başka herhangi bir harici ahlâksal yapıya yönelerek bulacaklarına inanmıyorlar. Dahası, kimliklerini de toplumsal hiyerarşi tarafından belirlenmiş ve Tanrı ile doğa tarafından onanmış, sabit kimlikler olarak görmüyorlar.
Bunun yerine, hayatlarında anlamı içe, benliğe doğru bakarak bulma beklentisi içindeler. Bu sadece bir iç hayatınızla temasa geçme meselesi değil; bir toplumsal tanınma ve kabul görme meselesidir. Taylor’ın da ifade ettiği gibi, günümüzde insanlardan bir kimlik yaratmalarını bekliyoruz ve bunun da bireysel bir kimlik olmasını istiyoruz. Bu, otantiklik etiğinin parçasıdır. Tanınma, kabul görme meselesi kritiktir, çünkü kimlik yaratma çabası başarısızlıkla sonuçlanabilir: Kimliğinizi tanımayı reddedebilirler, beklediğiniz kadar önemsemeyebilirler ya da sizi sizin kendinizi gördüğünüz gibi görmemekte ısrarcı olabilirler. Kendinizi bir kadın olarak hissetseniz bile bir erkek olduğunuzda diretebilirler.
Taylor’ın bunu etik olarak nitelemesinin iyi bir nedeni var. Otantik bir hayat, daha iyi bir hayat olarak görülür. Duygularınız, arzu ve özlemlerinizle temas halinde olmanız, tam bir insan olarak yaşamak için zorunlu hale gelmiştir günümüzde. Gerçekleştirilmemiş bir hayat, eksik bir hayattır; yani kişi, hayatın aslında nasıl olabileceğine ilişkin fırsatları ıskalamıştır. Aslında bir kadınken erkek olarak yaşanmış, dişli bir kadın olacakken başını yerden kaldıramamış bir insanın hayatıdır bu. Cary Grant olmanız gerektiğini düşünürken Woody Allen olarak geçmiş bir ömürdür. Dolayısıyla, bu açıdan bakıldığında, Prozac, Ritalin, kozmetik cerrahi, büyüme hormonu ve cins değiştirme ameliyatları sadece daha iyi görünme ve kendini iyi hissetme yöntemleri değildir. Artık, kendini gerçekleştirmenin araçlarıdır onlar.
Büyütme/geliştirme teknolojileriyle ilgili duygularımız karışık velhasıl. Bu teknolojiler, toplumsal aynanın önünde itibar duyumuzu inşa etme ve sağlamlaştırmanın yolları haline gelmiş bulunuyor. Kimlik söz konusu olduğunda aynanın büyük önemi var, çünkü çoğumuz, toplumun aynasından kötü bir görüntü alan insanların utançlarıyla özdeşleşmeye fazlasıyla hazır durumdayız.
Ancak bir yüzünde utancı getiren madalyonun öbür yüzünde de kibir vardır.
O aynaya tutkuyla bağlanmak; tüylerinizi kabartarak, kollarınızı gerip uzatıp saçlarınıza hayran hayran bakarak önünde saatler harcamak da mümkündür.
O aynanın önünde çok, çok uzun zaman geçirip günün birinde aynadaki görüntüyü de unutarak kim olduğunuza ilişkin bütün melekelerinizi kaybetmeniz mümkündür.
Carl Elliott, Minnesota Üniversitesi’nde, bioetik ve felsefe dersleri veriyor. ‘İyiden daha iyi: Amerikan tıbbı Amerikan rüyasıyla buluşuyor’ isimli bir kitabı da var.
Çeviren: Şerif Erol
(29 Ağustos 2003 tarihinde Açık Radyo’da okunmuştur.)