'Ehven-i şer' Kaderciliği

-
Aa
+
a
a
a

Radikal8 Mayıs SalıTürkiye'de bir kesimin bugünkü ruh haline nasıl geldiğini şöyle düşünüyorum, arada bir. Aslında çok yeni değil, 80'lerin sonundan beri böyle bir birikim oluşuyor. Siyasi İslam'ın birtakım kıpırtılar gösterir gibi olduğu bir zamandı. Tanıdığım bir 'sol-Kemalist', bu durumdan huylandı ve "Bakın, ben bunlara karşı Kenan Evren'le de beraber olurum" dedi. Söyleyiş tarzı, 'onunla bile...' Yani, bunun çok kötü bir şey olduğunu kabul ediyor. Ama öteki ihtimal o kadar kötü ki, buna bile razı olmak gerekiyor. Sahiden, razı olmak gerekiyor mu? Bence, hayır. Şimdi, bunun çok kötü olacağını söylüyoruz. Ama anında, herkese bunu söylemeye başlıyoruz. O herkesin de başka herkeslere aynı şeyi söylemesini bekleyerek. Nitekim söylüyorlar. Herkes herkese bunu söylüyor. Derken daha şık formülasyonlar da bulunuyor: 'Ya demokrasi ya Cumhuriyet!' bunlardan biri. Yani, bu çok kötü şeyi yapmamızı gerektiren çok ciddi nedenler olduğuna kendimizi ikna etmek için elimizden geleni yapıyoruz. Kendimizi ve çevremizi buna hazırlıyoruz. Bu da az iş değil, bir bakıma. Ona söyle, bununla tartış. Yorucu yanı var -temelde bir tembellik biçimi olsa da. Peki, bu ülkede (ya da dünyanın her yerinde) yalnız bu iki alternatif mi vardır? Bir yanda 'darbeci generaller', öbür yanda 'şeriat peşinde takiyeciler.' Hiçbir 'demokrasi potansiyeli' yok mudur bu ülkede? Olmadığını kabul edelim. Bu durumda yapılacak iş, oldurmak için çalışmak değil midir? Demokrasi bize, bizim için gerekli. Yıllarımı, 'Onlar geliyorsa Kenan Evren'le birlikte olurum' diyerek geçirmektense, Kenan Evren'i de, şeriat ihtimalini de dışarıda bırakan bir ortamın oluşması için çalışırım. Çünkü zaten bu bir 'ittifak' bile değil, birinin 'dümen suyu'na girme. Bunun zor bir tarafı olduğunu biliyorum. İnsan çok zaman tarihe hazırlıksız, apansız yakalanır. Çok zaman, orta yerde ikisi de sevimsiz iki yol vardır ve başka bir şey de yoktur. İlkin TİP'te kavga çıktığı zaman kendimi bu durumda hissettiğimi hatırlarım: bir yanda hiç sempati duymadığım pro-Sovyet bir tavır, bir yanda kendi sistematiğini kuramayan bir 'reddiye'... İkisine de katılamamıştım, ama ikisinin dışında anlamlı bir 'üçüncü yol' da oluşmamıştı. Daha sonraları da sık sık benzer durumlarla karşılaştım. Ama biliyorum ki dünyanın birçok yerinde de insanlar böyle ikilemlerle boğuşmak zorunda kalmazlar, çünkü yapılacak ayrı bir (birçok) iş de vardır. Bunun da iki yolu düşünülebilir: biri, 'Kırk satır mı, kırk katır mı?' seçeneklerine mahkûm olmamak, onların dışında yürünecek yollar bulundurmaksa, ikincisi de, 'satır' ile 'katır'ın bu kadar 'feci' olmasını önleyecek birtakım tedbirler almaktır. Bunlar aslında birbirinden ayrı veya kopuk şeyler de değildir. Konumuz siyaset olduğuna göre, somut düzeyde bunun anlamı demokratik bir ortamı canlı tutmak, demokrasiyi yaymak ve yerleştirmek, kısacası, satırlı katırlı seçmelere mahkûm olmamaktır. Ama biz daha ilk adımdan, 'Buna karşı falancayla bile' diyerek yola çıkıyorsak, bunun tersini yapıyor, ortamın 'demokratik' (olduğu kadar) niteliğini kolayca gözden çıkarıyoruz demektir. Demokrasiyi tatil ederek erişilecek bir sonuç, hiçbir zaman, istenilecek bir şey olamaz. Çünkü bu yöntemle kazanılan herhangi bir başarı, bir sonraki evrenin başlıca sorunu haline gelir.