Ahmet İnsel’le Açık Gazete’de anayasa değişikliği tartışmaları üzerine konuştuk: "Anayasa değişti diye kanunlar değişmiyor, kanunların daha sonra ona uygun şekilde değişmesi lazım."
İndirmek için: mp3, 21 Mb.
23 Temmuz 2010 tarihinde Açık Radyo’da Açık Gazete programında yayınlanmıştır.
Açık Gazete’nin ve Açık Gazete içinde yayınlanan Ufuk Turu köşesinin podcast servisine abone olmak için tıklayın.
Ömer Madra: 12 Eylül’ü tarihe gömmek tartışması bir hayli yoğun bir şekilde televizyonlarda da yapılıyor görebildiğimiz kadarıyla.
Ahmet İnsel: Öyle mi?
ÖM: Gazetelerde de var; kim gerçek aydın kim değil? Bu tartışmalar da yapılıyor.
Avi Haligua: Kim solcu kim değil? Kim sosyalist kim değil? Kimin ne olduğuna dair ciddi bir kimlik bunalımı var.
Aİ: Bir kimlik bunalımı, galiba en doğru tespit bu, bir kimlik bunalımı zaten Türkiye’de, Türkiye toplumunun bir kimlik bunalımı vardır, o da galiba daha derinleşerek insanlara da yansıyor.
ÖM: Bu Başbakan’ın ağlayarak bu 12 Eylül’de idam edilenlerin son mektuplarını filan okumalarının da bir ‘samimiyet’ tartışmalarına yol açtığı görülüyor.
Aİ: Bu tabii siyaset alanında samimiyet değil yapılanlar önemlidir. Oradaki kişilerin mektuplarını o iki çocuğa, daha doğrusu bir kişinin mektubunu diğerinde onunla yazılmış şiiri okudu hatırladığım kadarıyla, bir de Eren’le ilgili hatırlatmada bulundu, idam edilmiş üç gençten bahsetti.
ÖM: Evet.
Aİ: Bunun samimi veya değil yapılıyor olması, çünkü orada onları itham eden o haksız olarak asıldıklarına toplumda çok güçlü bir kanaat oluştuğunu, varolduğunu bildiğimiz bu vakalarla ilgili bir kayıt bildiğim kadarıyla dile getirmedi, işte ‘onlar suçluydular ama asıldılar’ gibi birşey söylemedi bildiğim kadarıyla.
ÖM: Evet.
Aİ: Dolayısıyla orada bu kişilerin anısına ve oradan hareketle de 12 Eylül’den sonra haksızlığa uğramış, idam edilmiş, cezaevlerinde işkence görmüş olan -Diyarbakır cezaevinden de bahsetti hatırladığım kadarıyla, önümde metin var zaten, ondan da bahsediyor- bunu samimi yapıp yapmamasından daha önemlisi bir başbakanın bunu yapmış olup olmamasıdır bence.
ÖM: Evet.
Aİ: Bunun bu şekilde dile getirilmesi çok çok büyük birşey midir? Değildir, 12 Eylül işkencecilerini, 12 Eylül’ün faillerini, anayasayı iptal eden, anayasal düzeni deviren, yani en ağır siyasal suçu işleyen o kişilerin yargılanmasını sağlamak kadar önemli değildir elbette. Fakat siyaset ve toplum aynı zamanda simgelerdir ve bunun bu şekilde dile gelmiş olması elbette küçük, olumlu diyebileceğimiz bir adımdır. Buradan hareketle şu söylenebilir elbette, Başbakan bunu samimi olarak dile getirmiyor, amacı 12 Eylül’de insanların hislerini harekete geçirerek, hislerini istismar ederek –esas tabir bu galiba- onlardan ‘evet’ oyu almaya çalışıyor fikri. İnsanların hislerini olumlu şeylerde istismar etmek, yani 12 Eylül’ün haksızlıklarını, kabul edilmezliklerini, ‘fikrini’ istismar etmek yanlış birşey değil benim anladığım kadarıyla ama bu çok mu önemli? Bence tabii ki değil çünkü tam tersi istismarlar da yapılıyor biliyorsunuz; insanların milliyetçi, ırkçı, faşizan hislerini istismar ederek de 12 Eylül’de insanların halk oylamasındaki tercihlerini belirlemeye çalışmak da mümkün. Bir istismar yarışı yapılacaksa birinci istismar biçimini tercih ederim doğrusu.
AH: Ayrıca bir de şöyle bir boyutu yok mu işin? Yani istismar olup olmaması, gerçek olup olmaması, vs.’yi bir kenara bırakırsak en nihayetinde Türkiye Cumhuriyeti Başbakan’ı TBMM’de 12 Eylül’le ilgili bu tip sözler sarf etti ve
Aİ: Grup toplantısında söylemedi mi?
AH: Tamam, TBMM çatısı altında.
Aİ: Tamam tamam, bir an şaşırdım.
AH: Yok Genel Kurul değil grup toplantısındaydı ama hani en nihayetinde bunlar Başbakan’ın ağzından doğrudan meclis çatısı altında dile getirildi.
Aİ: Tabii onu söylemek istiyorum, yani istismar amacıyla bile söylemiş olsa insanları ‘evet’ oyu vermeye yönlendirmek için söylenmiştir büyük ihtimalle. Bunun şimdi konteksti belli ama dediğin gibi bunun söylenmesinin bir mahsuru yok, bir sakıncası yok, bu iyi birşey. Bunu başka amaçlarla söylüyor olması onun iyiliğini ortadan kaldırmamak gerekir, ayrıca o da büyütülecek birşey değil; hem büyütülecek birşey hem de sonuçları itibariyle elbette 12 Eylül’le ilgili işte bakın CHP Genel Başkanı “gelin 35. maddeyi kaldırın o zaman” dedi. Eh, karşı taraftan da ‘yok 35. maddeyi kaldırmayız’ diye bir tepki gelmedi duyduğum kadarıyla. Bir tek Bekir Bozdağ, o da her zamanki sınırlı kapasitesiyle “şimdi sırası değil” falan gibi laflar etmiş galiba.
ÖM: O da bir samimiyet şeyinden bahsediyor “samimi bulmuyorum” demiş.
Aİ: Evet, samimiyet dedektörleri var herkeste biliyorsunuz. Samimi bulmasa da mesela “samimi bulmuyorum” ne demek? Samimi bulmasa da sonuçta getirirsen meclise 35. maddenin kaldırılmasını kimin oyu verip vermediğini orada göreceksin zaten. Bunun lafla samimi bulmanın anlamı yok ki.
ÖM: Bu benim aklıma hep Oğuz Atay’ın unutulmaz laflarından birini getiriyor “bir samimiyet buhranı doğdu” diyor bir yerde. Şimdi de böyle bir ‘samimiyet buhranıyla’ karşı karşıyayız.
Aİ: Ama şuraya gelmemiz lazım, yani elbette Başbakan’ın 12 Eylül referandumunu “12 Eylül rejimini 12 Eylül’de tarihe gömeceğiz” iddiasıyla yürütmesi yapılan işle gerçeğin arasındaki büyük farkı gizlemeye çalışıyor. Burada bir abartılı amaç var; 12 Eylül referandumu 12 Eylül rejimini tarihe gömmeyecek.
ÖM: Şüphesiz.
Aİ: Zaten Başbakan’ın bu 20 Temmuz tarihli grup toplantısı ilgilenen kişilerin gerçekten metnin hepsine, bütününe ulaşıp –AKP’nin internet sitesinde var- okumaları gereken birşey. Çünkü bütün 12 Eylül’e kadar olacak referandum kampanyasının, halk oylaması kampanyasının taktiğini, çervesini özetleyen bir metin. “Anayasa değişikliği herşey değildir” diyor. Doğru, biraz evvel dediğimizi söylüyor ama çok önemli birşeydir, Türkiye’nin aydınlık geleceği için, daha ileri bir demokrasi için, daha adil bir hukuk sistemi için çok önemli bir adımdır. Şimdi bu adım nasıl bir adım? Böyle bir adımın atılmasını sağlayacak bir adım, onu belirtmek lazım. Çünkü bunun arkasından yasaların geçmesi lazım; biliyorsunuz anayasalarla yönetilmez toplum, yasalarla yönetilir, anayasalar o yasalara bir çerçeve sunarlar. Askeri yargının, asker kişilerin sivil mahkemelerde yargılanmasını engelleyen anayasa maddesi değiştiğinde otomatik olarak askeri kişiler sivil mahkemelerde yargılanmayacaklar. Bunun daha önce anayasa mahkemesinin iptal ettiği kanunun yeniden değişmesi gerekecek biliyorsunuz. Yoksa anayasa değişti diye kanunlar değişmiyor, kanunların ondan sonra değişmesi lazım.
ÖM: Evet ona uygun şekilde değişmesi lazım.
Aİ: Dolayısıyla bu bir adımın kapısını açıyor, doğru, ondan sonra o yasalar gündeme geldiğinde de göreceğiz elbette geçerse, eğer anayasa değişikliği gündeme gelirse. Ondan sonra o anayasa değişikliğinin getirdiği yasalardaki uyum değişikliklerini mecliste göreceğiz kim ‘evet’ diyecek, kim ‘hayır’ diyecek, gene CHP askeri yargıyla sivil yargı arasındaki o aşılmaz duvarı korumaya çalışacak mı? Somut olarak göreceğiz orada. Zannetmiyorum öyle bir davranışta bulunacaklarını ama gene de somut olarak kanunlar seviyesinde göreceğiz bu işi. Mesela ombudsmanlık kurumunun oluşması anayasada öngörülüyor ama nasıl bir ombudsmanlık kurumunun oluşacağı bir yasayla ortaya çıkacak ve yasanın çerçevesinde tartışacağız ve yahut anayasa mahkemesine bireysel başvurunun koşulları ne olacak? 1 milyon imza mı istenecek, milletvekillerinin desteği mi istenecek? Bilmiyoruz şu anda, sadece bir hak olarak ortaya çıkan bir imkan var, o imkanın nasıl kullanılacağı, koşullarının ne olacak ve asıl tartışmalar yasalarda oluşacak. Bildiğimiz 2-3 tane hemen anında kendisini gündeme getirecek değişiklik anayasa mahkemesinin seçimi, HSYK üyelerinin seçimi, bir de geçici 15. maddenin iptal edilmesi. Bunlar kendiliğinden anayasa yürürlüğe girer girmez uygulaması başlayacak olan değişiklikler yanlış hatırlamıyorsam.
ÖM: Evet, devreye otomatik olarak girecek.
Aİ: Dolayısıyla Başbakan’ın başlattığı tartışma hem önemli hem de bence 12 Eylül’le gerçekten hesaplaşmak isteyen, ‘samimiyetle’ hesaplaşmak isteyen –bu samimiyet lafını özellikle kullanıyorum burada, öyle birşeye inanmıyorum- kişilerin bir savunma mekanizması yerine ‘burada 12 Eylül’le hesaplaşmak istiyorsanız bakın bunlar yapılmalıdır’ı gündeme getiren bir taktiğe ihtiyacı var. O yüzden, örneğin Kılıçdaroğlu’nun “35. maddeyi kaldıralım” girişimini ‘efendim, bu samimiyetsizliktir, taktikdir, evet dememek için kıvırtıyor’ gibi algılamamak lazım bence, bu da önemlidir. 35. maddenin kaldırılması önerisini kim getiriyorsa alkışlamak gerekir ve bunu eğer gerçekten 2-3 ay içinde mecliste 35. madde gerçekten değişebiliyorsa bunun izleyicisi olan, olması gereken sivil toplum kuruluşları bu maddenin gündeme gelmesi için bugünden harekete geçmelidirler bence. CHP’nin bu attığı adımdan geri adım atar mı, atmaz mı bilmiyorum ama bu açtığı pencereyi sonuna kadar açık tutmak gerekir. Yani burada ‘ona yarar, buna yarar’ düşüncesine hiçbir şekilde prim vermemek gerekir ama şu çok açık, tabii ki 12 Eylül anayasasının izlerini silmek için ‘evet’ kampanyası başlatacaklarını ilan ediyor Başbakan ve simgesel olarak da Türkiye genelinde 12 Eylül anayasası referandumuna, yani 1982’deki halk oylamasında en fazla ‘hayır’ oyu veren Bingöl’de yarın 12 Eylül darbesinin izlerini silmek için ‘evet’ kampanyasını başlatacaklarını ilan etti. Dolayısıyla çok simgesel biçimde 12 Eylül anayasasının ve 12 Eylül rejiminin izlerini silmek kampanyası olarak tanımladı. Şimdi tabii burada şu soruyu sorma hakkımız var, böyle bir iddia taşıyorsa bu iddanın içeriğinin de o iddiayla eşdeğerde olması lazım. 12 Eylül anayasasının izlerini silmek için ‘evet’ demek bu ‘12 Eylül’deki halk oylamasındaki değişikliklere yeter’ demek anlamına gelmiyor. Hatta ben 12 Eylül izlerini silmek için ‘evet’ böyle bir iddiayla ortaya çıktığı Başbakan’ın bir göreli çarpıtma yaptığı kanaatindeyim.
ÖM: Nasıl?
Aİ: Şunları dese, ‘12 Eylül izlerini silmek için şunları, şunları yapmamız lazım ama biz şimdi bu ilk adımı atıyoruz’, bundan sonraki adımları da söylese ‘bunları da daha ileride atacağız’ dese o zaman rejimin izlerini silmekten ne kastettiğini anlayacağız. Bu aşamada Erdoğan’ın 12 Eylül rejiminin izlerini silmek için ‘evet’ deyip önümüze sunduğu paket bize Tayyip Erdoğan’ın kafasındaki 12 Eylül rejiminin silinmesi çerçevesi, bunun bütünü hakkında hiçbir fikir vermiyor. İşte 35. maddeyi CHP ortaya attı, orada karşı çıkmayacaklarına göre tamam bu olabilecek gibi gözüküyor diyoruz. Bilmiyoruz tabii ne olacağını. Yani söylemek istediğim, Başbakan’ın konuşması çok ciddi bir ikirciklik içeriyor, yani “bunu yapıyoruz, bunun ötesini de yapacağız” ama tamam madem ötesini yapacaksınız belki şimdi yapmıyorsunuz ama ‘bunun ötesinde şunlar olmalıdır’ en azından belirtilmesi gerekir gibi geliyor bana. Aksi takdirde 12 Eylül temasını işleyerek biraz fırsatçı bir söylem, biraz abartılı bir söylem ortaya çıkıyor. Bu yüzden de bence 12 Eylül rejiminin izlerini silmenin ne demek olduğunu bunu gerçekten isteyenlerin anayasa tartışmasının içinde veya dışında açıkca derli toplu biçimde dile getirmeleri gerekir. Yani bu sadece 12 Eylül anayasasını değiştireceğiz değildir, çünkü sırf anayasanın değişmesiyle çözülmeyecek olan bir dizi sorunu da içerir 12 Eylül rejimi. Siyasi partiler yasası biliyorsunuz anayasada yer almıyor, sendikalar yasası anayasada yer almıyor, dolayısıyla sırf 12 Eylül anayasasını değiştireceğiz değil, 12 Eylül anayasasıyla beraber bir dizi kanunu, uygulamayı, zihniyeti değiştireceğiz. O zihniyet değişikliği, %10 barajı 12 Eylül anayasasında yer almıyor, hangi zihniyeti değiştireceğimizi izah etmemiz gerekiyor. Ama böyle sadece zihniyet tartışması yaparak afaki, kimsenin anlamadığı bir tartışmaya çekmek değil maksadım, somut olarak işte ‘sendikalar yasasını değiştireceğiz, siyasi partiler yasasını değiştireceğiz’ ama ne yönde değiştireceğiz? Daha kötüleştirerek de değiştirmek mümkün biliyorsunuz. ‘Şu yönde değiştireceğiz’ belki ‘siyasi partiler yasasını kaldıracağız’, bir yığın demokraside siyasi partiler yasası diye bir yasa yok biliyorsunuz. Medeni kanunda, ceza kanununda, hâlâ yeni ceza kanununda eskisinden taşınan, Türk Silahlı Kuvvetleri iç hizmet kanununda, bir dizi kanunda
ÖM: Terörle mücadele kanunu.
Aİ: Terörle mücadele kanununda ve bir dizi kanunda, bir dizi uygulamada, bir dizi yönetmelikteki işlemleri, demokrasiye aykırı işlemleri temizleyeceğiz. 12 Eylül rejiminin getirdiği o kati ideolojiyi, Atatürk milliyetçiliği adı altında oluşan o ideolojiyi artık resmi ideolojisi olmayan bir devlete çevireceğiz. Resmi ideolojisi olmayan bir devlet kendisini bir ideolojinin savunucusu, tarafı olarak görmeyen devlet demektir. ‘Zorunlu din derslerini kaldıracağız’ falan, bütün bunları gündeme getiren bir tartışma gerekir yoksa öbür türlü gerçekten inandırıcı değil. Diğer taraftan da tabii ki 12 Eylül iade-i itibar konusunu gündeme getiriyor hatırlayacaksınız konuşmasında. İade-i itibar olabilmesi için bu kişilerin itibarlarını zedeleyenlerin de iade-i itibarlarının geri alınması gerekir. Yoksa öbür türlü laylaylom, cicim, ah onlar kötülük yaptı, bu insanlara çok kötülük yapıldı, kim kötülük yaptı?
ÖM: Evet, sorumlulularının cezalandırılması.
Aİ: Ceza olamasa bile, ölmüştür falan ama onların da itibarlarının geri alınması gerekir. Yani doğa gecinden versin, Kenan Evren ömrünü tamamladığında mahkeme önüne çıkarılmadığında hâlâ Kenan Evren bulvarlarıyla mı yaşayacağız? Şunu belirteyim, samimiyet konusuna gelirsek tutarlılık bence daha önemlidir samimiyetten, zaman içindeki tavır tutarlılığı ilkeli davranmaktır. Siyasette samimiyetin somut, elle tutulur bir ölçüsü yok, tutarlılığın var; zaman içinde ne söylemiş, ne yapmış, şimde ne söylüyor, ne yapıyor?
ÖM: Tutarlılık etiğin en temel ilkesidir.
Aİ: Evet tutarlılık ilkeliliktir ama samimiyet ilkelilik değildir. Çok samimi olarak da siz insanlara kötülük yapabilirsiniz. AKP belediyelerinde bazı AKP meclisi üyeleri –yanılmıyorsam bu Marmaris’te oldu- Kenan Evren’in adının bir okuldan veya bir bulvardan kaldırılmasına karşı oy kullandılar.
ÖM: Evet aynen öyle, hatırladım şimdi ben de onu.
Aİ: AKP’liler karşı oy kullandılar, bu bir başka belediyede daha oldu. Şimdi iade-i itibarını eğer oradaki madurların, orada hakaret görenlerin, hayatlarını kaybedenlerin, yıllarca hapishanelerde sürünenlerin itibarlarını iade edeceksek onun olmazsa olmaz koşulu ama olmazsa olmaz koşulu o itibarlarını zedeleyen, o itibarları bozan kişilerin cezalandırılması, cezalandırılamıyorlarsa itibarlarının geri alınmasıdır. Bu olmazsa olmaz bir koşuldur. 12 Eylül rejiminin zihniyet dünyasından çıkmak simgeselse eğer, simgesel olarak oradaki haksız biçimde idam edilmiş çocukların mektubunu okumaktan çok daha güçlü simgesel Kenan Evren’in isimlerini okullardan, bulvarlardan kaldırmaktır.
ÖM: Yani anaokulunu birlikte açan Bülent Arınç’ı da hatırlatmış bugün mesela Özgür Mumcu.
Aİ: Evet, geçen yıl galiba Kenan Evren bir devlet töreninde çok saygın biçimde ağırlandı yanılmıyorsam.
ÖM: Evet, nikah şahitliği de yaptı Erdoğan’la birlikte diyor bugün Özgür Mumcu da Birgün’de yazdığı yazıda. Gül’ün de Kenan Evren’i Köşk’te ağırladığını da hatırlatmış tabii.
Aİ: İşte o Köşk’te ağırlama mevzuundan bahsediyorum. Dolayısıyla samimiyet falan değil tutarlılıktan bahsetmemiz gerekir. Önümüze konan bir 12 Eylül’de halk oylaması var, bu halk oylaması 12 Eylül rejimini tarihe gömmeyecek, bu halk oylaması 12 Eylül rejiminin izlerini silmeyecek ama bu halk oylaması benim kanaatime göre ‘evet’ oyu çıkarsa bu izlerin silinmesi için bir kapıyı daha fazla açacak. Bu izlerin silinmesi için bir kapıyı daha fazla açmasını olumlu birşey olarak değerlendiriyorum. Bunu başka türlü değerlendirenler de var ama buradan kalkıp da “12 Eylül’de biz 12 Eylül rejimini tarihe gömeceğiz” iddiasını ortaya attığınızda o zaman bu ister istemez başka bir eleştirinin muhattabı olursunuz. O zaman ‘AKP’nin 12 Eylül rejiminden çıkma sınırı buraya kadarmış’ lafı çok abartılı bir eleştiri olmaz.
ÖM: Peki çok teşekkürler.
Ai: İyi günler.