'Kötülüğün sıradanlığı kavramından, felaketlerin sıradanlığına doğru geldik'

Ekonomi Politik
-
Aa
+
a
a
a

Ekonomi Politik'te Ali Bilge, Türkiye İşçi Partisi'nin kurucularından Tarık Ziya Ekinci’yi anarken, Can Atalay’ın özgürlüğüne kavuşması için Anayasa Mahkemesi kararının uygulanmasının görüşüldüğü olağanüstü Meclis toplantısında yaşananlara da değiniyor.

""
Ekonomi Politik: 19 Ağustos 2024
 

Ekonomi Politik: 19 Ağustos 2024

podcast servisi: iTunes / RSS

Ömer Madra: Merhabalar Ali Bey, günaydın!

Ali Bilge: Günaydın Ömer Bey, günaydın Özdeş, iyi yayınlar!

Özdeş Özbay: Günaydın!

Ö.M.: Teşekkürler. Gene her zaman olduğu gibi yoğun bir haber sağanağı altındayız diyelim benzetmek gibi olmasın. Her konuda yani iklim konusu başta olmak üzere yangınlar, savaşlar ve Meclis’teki demokrasinin yıkımı gibi haberlerle... Öncelikle isterseniz biraz önce de bir iki kelime ile biz de hatırlattık, Tarık Ziya Ekinci’nin ardından ‘Kürt meselesinin 100 yılına tanıklık etti’ diyen bağlantılar vardı, onlardan bir kısmına bir iki kelime ile değinme fırsatı bulduk. Siz biraz üzerinde konuşmak ister misiniz?

A.B.: Tarık Ziya Ekinci, hakkında çok konuşulması gereken bir isim. Vefatı sonrasında ilk ne zaman tanıdığımı hatırlamaya çalıştım - sene 1977, lise sondayım, okulun bitmesine de az bir zaman kalmış Tarık Ziya Bey’in bir konferansına gittik. Haziranda yapılacak seçimlere bir ay kalmış, ülke siyasi ve ekonomik olarak çok gergin, 77 genel seçimleri CHP’nin birinci parti olduğu seçimler olmuştu. İktidarda İkinci Milliyetçi Cephe hükümeti var, faşist terör acayip artmış durumda ve böyle bir dönemde Tarık Ziya Bey’i dinliyoruz. Tarık Ziya Bey, 1961’de kurulan birinci TİP’e intikal etmiş bir kişi, 1975’te de yeniden kurulan ikinci TİP’te de kurucu isimlerden. TİP’ten önce de politik geçmişi olan bir Kürt aydını siyasetçisi. Konferansın başlığı şöyleydi; ‘Doğuda Ağalık Düzeni ve Sınıf Mücadelesi’. O dönemde Kürt kelimesini kullanmak pek mümkün değildi, Kürt halkı, halklar kelimesini kullanamazdınız, kullandığınızda Türk Ceza Kanunu’nun o meşhur 141-142 bir de 163 vardı, bölücülükten ve sınıf ayrımcılığından yargılanırdınız.

Ö.M.: Evet, 141. maddede komünizm propagandası, örgütlenmesi; 142. madde de komünizm propagandası yapmak şeklinde sınıflandırılıyordu.

A.B.: Evet. Bu nedenle genelde Kürt sorunu yerine ‘Doğu sorunu’ kullanılırdı. Zaten o zamanlarda Türkiye solunda ve genelinde doğru dürüst Kürt sorunu bilinmezdi; çoğunlukla iktisadi gelişme sorunu, bölgesel geri kalmışlık, eğitim sorunu gibi ifade edilirdi. Tarık Ziya Bey, konferansta Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki sosyal ve siyasal düzeni anlattı, ağa milliyetçiliğinden söz etti. Tarık Ziya Bey, 1925 doğumlu Şeyh Sait isyanı olduğunda doğmuş, ardından geçen 15 yılda bölgede pek çok operasyon yapılmış, en son 1938 Dersim harekatından sonra bölge, Mustafa Kemal’in deyimiyle ‘mezar sessizliği’ne girmiş. Atatürk sonrası tek parti rejiminin devamı İsmet İnönü politikalarıyla Kürtler seslerini, soluklarını çıkaramaz, göçlere uğrarlar, sürgünlere giderler, liderleri asılır ya da hapse mahkum olur.

1945 sonrasında Demokrat Parti’nin kuruluşunda bölgede bir hareketlenme olur. Bölge, CHP dışındaki yeni kurulan partilere yönelir, Milli Kalkınma Partisi’nden de etkilenir. 1961’de Türkiye İşçi Partisi’nin kurulmasıyla birlikte Kürt aydınlar TİP’e katılırlar. Tarık Ziya Bey, Paris’teki tahsil yıllarında sosyalizm ve Marksizm ile tanışmıştır.

Türk sosyalist aydınlarının da yer aldığı TİP’te Kürt sorununu gündeme getirirler. Tarık Ziya Bey, geçen yıllarda yaptığı bir söyleşide TİP liderlerinden akademisyen sosyolog olan Behice Boran’ın, ‘İyi ki partiye geldiniz, Kürt sorununun bu kapsamda olduğunu bilmiyorduk’ dediğini söylemiştir. Tarık Ziya Bey, 1965-69 arasında Diyarbakır milletvekili iken gerçekten çok önemli bir işlev gördü; TİP’in toplam 16 milletvekili/senatörü vardı, sanıyorum onlardan yaşayan bir kişi kaldı.

Hekim Tarık Ziya Ekinci ve kardeşi Avukat Tahsin Ziya Bey ile birlikte hem birinci TİP’te , hem de ikinci TİP’te ve hayatın her alanında Kürt sorununun dünyaya ve Türkiye’ye anlatılmasında çok emek verdiler.

Elbette böyle bir aile olduğunuzda her türlü baskıyla karşılaşıyorsunuz, hapislerle, açılan davalarla yaşıyorsunuz, Ekinci ailesi her türlü zulümle karşı karşıya kalan bir aile oldu. Küçük kardeşleri Avukat Yusuf Ekinci, kardeşler arasında siyasetle ilişkisi olmayan bir kişi olmasına rağmen 1994’te daha sonra Susurluk Çetesi olarak bilinen, derin devlet çetesi olarak anılan bir çete tarafından Ankara yakınlarında katledildi.

Ö.M.: Evet.

A.B.: Aile bu katliamı da yaşadı, ailenin fertleri Kürt olmaktan, Kürt mücadelesini, Kürt sorununu anlatmaktan dolayı her türlü badireyi yaşamak durumunda kaldılar, tüm mücadeleleri yasal siyasal alanda devam etmesine karşın aile Kürt sorunu ile ilgilenmenin bedelini çok acı şekilde ödemek durumunda kaldı.

Bugün de, içinde bulunduğumuz otokratik rejim hiç farklı değil; rejim, demokrasiyi, hukuku, insan haklarını, kuvvetler ayrılığını ve Kürt sorununu da hiçe saymaya devam ediyor. Düşünün, Kürt düğünlerinde halay yasaklanıyor, düğünler izne bağlanmış Van’da. Tarih boyunca görmezden gelinen Kürt sorunu, bir kez daha görmezden geliniyor.

Tarık Bey’in vefatı, hakları gasp edilen milletvekili sevgili Can Atalay için Meclis’te olağanüstü toplantının olduğu günlere denk geldi. Aslında Can Atalay için toplanan Meclis’te yaşanan görüntüleri Tarık Ziya Bey, daha önce bizzat yaşamıştı, 1965-69 arasında bu muameleye iki kez tanık oldu ve kendisi de kanı Meclis’te dökülenlerdendir. 1969’da Çetin Altan’a Hamit Fendoğlu saldırmıştı, bugün ise AKP ‘li Alpay Özalan.

Ö.M.: Hamido diye bilinen Hamit Fendoğlu...

A.B.: Fendoğlu, dağda eşkıyalık yapan birisiydi.

Ö.M.: Eşkıya idi, evet.

A.B.: Eşkıyayı milletvekili yapmışlardı, sonra da belediye başkanı yaptılar. Fendoğlu da daha sonra 1978’de bombalı paket ile öldürüldü, faili meçhul cinayete kurban gitti, neden ve kimlerin öldürdüğü hala bilinmez, aydınlatılmamıştır. Bilinen şu ki, sağcı bir belediye başkanının öldürülmesi, akabinde Malatya’da ve daha sonra Maraş’ta yaşanan alevi katliamının öncüsü, habercisi olmuştur. Malatya ve Kahramanmaraş katliamlarının provokasyon aşamasıydı.

55-56 yıl önce Tarık Ziya Bey, Çetin Altan ve diğer TİP milletvekilleri de Ahmet Şık’ın ve diğer vekillerin maruz kaldığı saldırıya uğramışlardır. Kanları dökülmüştür. TİP milletvekili Yunus Koçak ağır yaralanmış ve hastaneye kaldırılmıştır. Tutanaklara baktığınızda kanları dökülen beş, altı TİP milletvekili olduğu anlaşılıyor.

Ö.Ö.: Yani yumruk darbesiyle kaşı açılanı kastediyorsunuz?

A.B.: Evet, tekme ve yumrukla ama Çetin Altan durumunu şöyle tarif ediyor, ‘Beyaz etim kalmamıştı, her yerim simsiyah ve mordu’. Böyle bir linçti. Yunus Koçak ağır olarak hastaneye kaldırıldı, o da Çetin Altan’ın üstüne yatmış korumak için - bunlar tutanaklarda var, dönemin gazete haberlerinde, anılarda var. Nihat Sargın, anılarında ertesi gün kan izlerinin silinmesi için çok sayıda görevlinin seferber edildiğini yazıyor. Bildiğim kadarıyla 1968 ve 1969’da iki kez linç olayına rastlanıldı ve bu saldırılar iktidardaki Adalet Partisi milletvekilleri tarafından yapıldı.

Önceki gün TBMM’de yaşanan vandallık; Kürt sorununu yüzyılı aşkın bir süredir çözemeyen ve hep başa dönen bir ülkenin içinde bulunduğu durumu ve geleceği nasıl tasavvur edebileceğimizin göstergesi oldu.

Tarık Ziya Bey’i ilk dinlediğimden itibaren Kürt sorununu öğrenmeye, anlamaya ve takip etmeye çalışmışımdır. Hayatımızın akışına gazetecilik de girdikten sonra Kürt siyasetini takip etmeye çalıştık.

Bir husussa da dikkat çekmek istiyorum; 40 yıl önce, 1984’ün 15 Ağustos’unda Türkiye, PKK’nın silahlı ilk eylemi olan Şemdinli Eruh baskınını yaşamıştı, PKK savaş ilan etmişti. Tarık Ziya Bey’in vefatı böyle bir yıl dönümüne de rastladı. PKK, yıl dönümünü geçen yıllarda çok önemserdi, içeride ve dışarıda güçlü gösteriler ve eylemler yapardı. 40. yıl olmasına karşın böyle bir durum yok, sanki geçiştirilmeye çalışılmış gibi bir görüntü var, içerideki gücün ve kopuşun bir yansıması mı bilmiyorum ama bir iki haber dışında bir şeye rastlanmıyor.

Tarık Ziya, ‘PKK miyadını doldurmuştu’ diyordu. PKK’nın silahları bırakması gerektiğini hep söylüyordu, zaten hiçbir zaman silahlı mücadele taraftarı olmadı. Kürtlerin uluslaşma sürecinin tamamlayamadığını söylerdi, Kürdistan’ın özerklik noktasına gelmediğini ifade ederdi. 10 yıl önce ilan edilen demokratik özerkliği de eleştiriyordu, gereksiz ve zamansız buluyordu, silahlı mücadele döneminin kapatılması gerektiğini ifade ediyordu - Türkiyeleşme sürecini de ciddi destekledi.

Tarık Ziya Bey, 1989 yılında Paris’ten döndü. 12 Eylül’de bir süre hapis yattıktan sonra yurt dışına çıkmıştı. Döndükten sonra Kürt sorununu da kapsayan bir Türkiye partisi kurma projelerinin içinde yer aldı, Aziz Nesin’lerin de içinde bulunduğu bir grup vardı, Aydın Güven Gürkan da bu işin içinde olacaktı.

Kürt siyasetinin partileşme sürecini hep destekledi. ‘Doğu sorunundan Kürt realitesini tanıyoruz’a uzanan, oradan Kürt sorunu çözüm sürecine gelip, Kürt sorununda tekrar başa döndüğümüz bir dönemde, Kürt düğünlerinde halayların yasaklandığı, düğünlerin izne bağlandığı günlerde, TBMM’de Can Atalay görüşmelerinde vandallık yaşanırken Tarık Ziya Bey’i kaybettik.

Can Atalay’ın özgülüğüne kavuşması için Anayasa Mahkemesi kararının uygulanmasının görüşüldüğü olağanüstü meclis toplantısı da saldırılara sahne oldu ve sonuçlanamadı.

Milletvekilliği gasp edilen Can Atalay için bir gayri yasal durum devam ediyor. Anayasa Mahkemesi’nin kararı kaçıncı kez uygulanmıyor, yasalar ve AYM çiğneniyor. İktidar ve parlamento, Anayasa Mahkemesi’ni uluslararası yerel hukukundan tamamen gözden çıkarmış durumda - üstüne üstlük yapılan vandallık, iktidar partisi ve ortağı MHP lideri tarafından ödüllendiriliyor. Bahçeli, ‘Ahmet Şık’a yapılan ve DEM milletvekili Gülüstan Kiliç Koçyi̇ği̇t’e yapılan saldırı için, ‘Bu sefer AKP’liler bize ihtiyaç duymadılar’ diyor. İşte böyle bir ortamdayız.

Çetin Altan, vefatından önce bir anlamda ‘gözüm arkada kaldı’ demek olan, ‘hayal ettiğim Türkiye bu değildi’ demişti. Tarık Ziya Ekinci’nin Can Atalay’ın haklarının sorgulayan , hukukun kat edildiğini ortaya koyan yazıları var ve meseleyi de sürekli gündemde tuttu. Son günlerine kadar Türkiye sorunlarına, Kürt sorununa ilişkin yazılarını görüşlerini hiçbir zaman esirgemedi, her zaman diriydi. Bir asırlık hayatını mücadeleyle çok verimli geçiren bir kişi oldu ancak Türkiye’nin içinde bulunduğu duruma bakarak , Ekinci’nin de ‘gözü arkada kaldı’ demek doğru oluyor. Türkiye gerçekten önemli bir aydınını, Kürt aydınını kaybetti. Ekinci ailesine başsağlığı diliyoruz.

Ö.M.: Ona geçmeden önce bir saniyenizi rica edeyim ve ben de şunu ekleyeyim. Güzel bazı önemli yazılar çıktı çeşitli yayınlarda, en ilginç olanlardan bir tanesi de Tarık Ziya Ekinci’nin ardından Kemal Taylan Abatan’ın Artı Gerçek’te çıkan, Murathan Mungan, Cuma Çiçek, Hakkı Özdal, Mesut Yeğen ve Recep Maraşlı ile yaptığı değerlendirmeler vardı. Onlardan bir tanesini söylemek istiyorum. Yakın dönende Tarık Ziya Ekinci ile iki kez röportaj gerçekleştiren gazeteci Hakkı Özdal, 15 Temmuz’un ve 2018’deki seçimlerin ardından yaptığı röportajlardan yola çıkarak hem siyasi duruşunu, hem de kişiliğini değerlendiriyor, ‘Tarık Ziya Ekinci ile Türkiye’nin son dönemi için belirleyici ölçekte gelişmelerin eşlik ettiği iki ayrı tarihte iki kez buluşma ve her ikisi de yayınlanmış iki röportaj yapmanın yanı sıra kayıt dışı uzun sohbetler etme fırsatı bulmuştum’. “Her iki görüşmede 90 yaşını aşmış bunun doğal fiziksel zorluklarını yaşayan ama diğer yandan son derece güçlü bir hafızaya ve berrak bir muhakeme gücüne sahip bir aydınla bir Kürt sosyalisti ile konuşmanın özel deneyimini yaşadığımı söylemeliyim’ diyor. 2016’da Anayasa referandumu öncesi dile getirdiği ve önlenmesi için ülkenin tüm demokratik güçlerini neredeyse acil koduyla çağrılar yaptığı politik dönüşüm vardı. ‘Neredeyse harfiyen gerçekleşti’ diyor bu Meclis’teki durumlar. Öngörülerinin gerçekleşmesi en çok kendisini endişelendiriyordu belki de ama karamsarlığından değilse de gerçekçiliğinden kaynaklı olarak bunların olacağını da söylüyordu. İkincisi de, artık daha ilerlemiş yaşına ve iki yıl önce öngördüğü dönüşümlerin üstüne yenilerini katman katman bilmekte iken yaptığımız görüşmedeki umutlu yanıydı. Bu umut gerçeğin karanlık bilgisine rağmen onu değiştirme gücü ve iradesini koruyan bir sosyalistin toplumlara dar güncel kesitlerden değil, tarihsel çerçevelerden bakan bir mücadeleci aydının perspektifiydi. Onun huzur içinde uyuyacağı bir Türkiye için mücadeleye devam' diye bitirmiş yazısını Kemal Tahir Abatan’ın derlemesinden okudum.

A.B.: Ekinci’nin yazdığı 12 kitap var, güçlü bir hafızaya sahipti, aynı zamanda sosyal medyayı da kullanıyordu, oradan da haberleşiyor ve görüşlerini takip ediyorduk. Açık Radyo’da ve diğer mecralarda dile getirdiğim demokrasi cephesi gibi konularda iletişimimiz oluyordu.

Tarık Ziya Bey, benim siyasi düşünce hayatımda Kürt sorununu ilk öğrendiğim kişidir - tabii Mete Tuncay Hocayı da anmak lazım; Tek Parti Yönetiminin Kurulması başlıklı kitabında yer alan bilgiler gözümüzü, önümüzü açmıştı. Tarık Ziya Bey, sosyalist bir Kürt aydını ve mücadele insanı; hem parlamento içini, hem de parlamento dışını çok iyi değerlendiren ve aynı zamanda akil bir isimdi. Türkiye’yi önümüzdeki dönemde çetin bir demokrasi mücadelesi beklemektedir. Demokrasi güçleri açısından kaybı ciddi bir boşluk yaratacaktır. Büyük bir hürriyetsizlik içindeyken bir moral değerdi.

Ö.M.: Aynen öyle. Demirtaş ve Mızraklı da aynen öyle söylediler. Cuma günü onu Günün Sözü de yapmıştık. Tarık Ziya Ekinci konusundaki mesajında, ‘Son yüz yılın canlı tanığı ve hafızasıydı, onun hayallerini gerçekleştirmek için her daim kararlılıkla mücadelemizi sürdüreceğimizi belirtiyoruz’ demiş Demirtaş ve Mızlaklı.

A.B.:Ülkede bir siyasal mütareke olmuyor çünkü iktidar ortakları istemiyorlar, hukukun varlığına tahammül edemiyorlar, hukukun varlığı ortaklıkların işine gelmiyor. Fiziki olarak nasıl İsrail Gazze’yi ve Lübnan’ı bombalıyor, füzeliyor ise iktidar da bizim özgürlüklerimizi bombalıyor, füzeliyor, engelliyor, baskı rejiminin alanını genişletiyor. Her şeyimizi, duygu, düşünce ve eylem sahamızı bombalıyorlar.

Gazze’nin savunma kalkanı olmadığı gibi, Türkiye’nin muhaliflerinin, aydınlarının, demokratlarının, sosyalistlerinin, Kürtlerinin de savunma kalkanı yok, yoksunuz. Yok çünkü bir ülkenin savunma kalkanı hukuktur, yargı kurumlarıdır. Eğer bir ülkede hukuk hiçe sayılıyor, yargı kararları dinlemiyor ve ortadan kaldırılıyorsa, o ülkenin savunma kalkanı yok demektir. Türkiye vatandaşları, muhalefeti, demokrasi güçleri, demokrasiden yana olan insanlar, bugün koruma kalkanlarını kaybetmiş durumdadırlar.

Ö.M.: Yani Vecdi Erbay da aynı şeyi söylemiş, bir kez daha sözünüzü kesme pahasına söyleyeceğim - Artı Gerçek’te vardı, ‘Bir anı boşa geçmemiş 99 yılından sonra Tarık Ziya Ekinci’ye veda’ diyor ve Diyarbakır’daki cenaze töreninin kalabalık olduğunu anlatıyor, ‘Önce İstanbul, sonra Diyarbakır uğurladı Ekinci’yi ve 99 yıllık ömrüne sığdırdığı her şey için minnetle, saygıyla’ diye bitirmiş Vecdi Erbay da.

A.B.: Bir arkadaşım bana mesaj yazmış, 'Hannah Arendt'in kötülüğün sıradanlığı kavramından, felaketlerin sıradanlığına doğru geldik’ diyor. Sürekli programlarda, yaşadığımız felaketleri anlatıyoruz. Orman yangınlarından savaşlara , iklim felaketlerine, kadın cinayetlerine, göçmen ve sığınmacılara kadar bin türlü felaketi konuşuyoruz - felaketler de sıradanlaşıyor.

Koruma kalkanı olmayan ülkenin muhalefeti de bir koruma kalkanı geliştiremiyor. Bugünlere nereden ve nasıl geldik? Ana muhalefet yumuşama istiyordu değil mi? CHP’nin yumuşama siyasetinin anlamına, zamanlamasına, tehlikelerine dikkat çekmiştik. Yerel seçimleri büyük bir başarı ile tamamlayan CHP, başarılı süreci bugün ne ölçüde sürdürüyor? Muhalefet ülkenin ezilen vatandaşlarına bir koruma kalkanı geliştirebiliyor mu?

AKP’nin kuruluş yıl dönümüne bakar mısınız? İYİ Parti’den ayrılan iki milletvekili ve 13 belde belediye başkanı partiye katılıyor, Erdoğan onlara rozet takıyor. 22 yıldır iktidarda olan otokratik yönetimin başı ne diyor? ‘Değişim yapacağız, yorulanlar varsa kenara çekilsin, rehavete kapılmasın, yeni bir rota çizeceğiz’. Sürekli tekrar edilen sözler sarf ediliyor, sonra da dağılıyorlar.

AKP’nin 23. kuruluş yıl dönümüne baktığınızda, partinin ne kadar bitik olduğu görülüyor. Parti parti olmaktan çıkmış vaziyette, parti yöneticilerini sayın deseniz Ömer Çelik’in isminden başka sayamazsınız. Saray, devlet ve parti içi içe, parti erimiş saray devletinin içinde, saray-devleti var ortada.

Erdoğan AKP’si, 1940’lı yıllar CHP’sine benziyor ancak onlardan bile geriler. O yılların CHP’sinde yönetimi eleştirme ekipleri kuruluyordu, bunun için ‘müstakil grup’ adı altında bir yapılanma gerçekleşmişti. ‘Çok fosil bir parti olduk, müstakil grup kuralım da onlar muhalif konumuna geçsin, onlar bizi eleştirsinler’ diyorlar. AKP’de bu dahi yok…

Kimse ses çıkaramıyor, korkuyor, açıktan konuşamıyor. Meclis Başkanı Can Atalay’a haklarının verilmesi doğrultusunda olduğu izlenimi vermesine karşın, saraydan gelen emirle Meclis oturumunu yönetmeyi Bekir Bozdağ’a veriyor. Tüm bunların sonucunda vandallığı ve sertleşmeyi yaşıyoruz.

AKP’nin parti reflekslerini kaybetmiş olduğu, erime sürecinde olduğu görülüyor. Normal şartlarda yoğun bakımda olması gereken parti, devlet imkanlarıyla bütünleşerek ayakta kalıyor. Bir gazeteci olarak, birinci, ikinci ve kuruluş kongresini izlemiştim - o partinin esamisi yok. AKP’yi birlikte kurdukları, ilk ortak Gülen hareketi hapishanelerde, kuruculardan herhalde bir iki kişi kalmıştır. AKP iktidardan düştüğü gün bitecek partilerden ki siyasi hayatımızda daha önce örneklerini epeyce görmüştük. İktidardan düştüğün gün bitersin. Bırakın büyük kongresini, Mart’tan bu yana seçim yenilgisi değerlendirmesini bile yapamayan bir parti.

Ö.M.: Şu da çok ilginç; AKP’nin İnsan Hakları Başkan Yardımcısı ve Merkez Karar ve Yönetim Kurulu üyesi Ceren Tuncer, Can Atalay oturumunda TİP milletvekili Ahmet Şık’a saldıran AKP’li Alpay Özalan’a sahip çıkarak ‘gereğini yaptık kral’ diyor. Bunu söyleyen bir kadın ve insan haklarından sorumlu başkan yardımcısı! Yani durumu bundan daha iyi özetleyecek az şey bulunur herhalde?

A.B.: Bir de Bahçeli’nin demeci var, ‘Bu sefer bize ihtiyaç duymadılar, kendileri yaptılar’ diyor, ödüllendiriyor vandallığı. İçinde bulunduğumuz durum bu şekilde.

Ö.M.: Daha iyi özetlenemezdi, evet. Peki, bence burada bitirelim, çok teşekkür ederiz.

A.B.: Görüşmek üzere, size iyi yayınlar.

Ö.Ö.: Görüşmek üzere.