Demokratik Toplum Kongresi Çalıştayı'na Dair

-
Aa
+
a
a
a

Genelkurmay'ın internet sitesinde yerel yönetimlerde 'iki dilin' kullanılması tartışmalarına ilişkin yayınlanan basın açıklaması ile ilgili olarak, “Biz de Genelkurmay'ı Uyarıyoruz”  başlıklı bir metin internette imzaya açıldı. Ahmet İnsel’le Açık Gazete'de önce bu konudan söz ettik, daha sonra bu haftasonu Diyarbakır’da yapılan Demokratik Toplum Kongresi Çalıştayı'nı değerlendirdik.

Dinlemek için:

İndirmek için: mp3, 25 Mb.

21 Aralık 2010 tarihinde Açık Radyo’da Açık Gazete programında yayınlanmıştır.

Açık Gazete’nin ve Açık Gazete içinde yayınlanan Ufuk Turu köşesinin podcast servisine abone olmak için tıklayın.

 

 

Ömer Madra: Genelkurmay’a suç duyurusunda bulunanlar arasında adın geçiyor, ama onun üzerinde durmayalım şimdi...

 

Ahmet İnsel: Evet, onunla ilgili siz zaten dün de haber yapmıştınız, bu sabah da biraz değindiniz. Sadece bu suç duyurusunu desteklemek isteyen kişilere, dinleyicilerimize internet sayfasında imza vererek bu girişimi desteklemek imkânı açık. Galiba 1000’e yakın imza toplanmış dün sabah açıldığından beri bu sayfada.

 

ÖM: Ben son baktığımda 700 civarındaydı.

 

Aİ: Bu sabah “1000’e yakın” dediler, tam sayıyı hatırlamıyorum.

 

Demokratik Toplum Kongresi (DTK) bir çalıştay topladı, DTK üyelerinden BDP’li bazı milletvekillerinden, tabii ki bu DTK eşbaşkanlarının da bulunduğu, BDP genel başkanının da bulunduğu, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı’nın da katıldığı, hemen hemen bütün iki gün boyunca katıldığı bir çalıştay. DTK dışından, gazeteci, üniversite öğretim üyesi, aktivist veya sadece bu konuları yakından izleyen kişilerin bulunduğu, sayısını hatırlamadığım kapalı bir toplantıydı bu çalıştay. Tabii basına kapalı olmasının getirdiği tartışma rahatlığı çok önemliydi. Bunun hakikaten çok yararlı olduğunu düşünüyorum. DTK’nın içinde bir komite oluşturulmuş ve o komitenin hazırladığı, dünden beri bazılarının öfkeyle tepki gösterdikleri taslak Cumartesi akşamı dağıtıldı. Hatta taslağı dağıtırken çekinceler vardı, ben buna şahit oldum. “Şimdi böyle bir taslak hazırladık ama bu taslak, dağıtırsak bize metin empoze ediyorsunuz diye herkes düşünecek, dağıtalım, dağıtmayalım...” falan. Fakat ben dahil oradaki bir çok kişi, “Böyle bir çalışmanız varsa ortaya koyun, tartışalım, çünkü öbür türlü biraz havanda su dövmek gibi oluyor, afaki laflar oluyor,” dedik. Böyle bir taslak dağıtıldı fakat gördüğüm kadarıyla o taslak sonradan basına da verildi, haklı nedenlerle de olabilir, ama ben biraz erken dağıtıldığı kanaatindeyim. Çünkü çok ham bir metin, belki 1 sene sonra o metin ilerletildiğinde hiç ona benzemeyen şeyler çıkacaktır aynı kişiler tarafından yazıldığında.

 

ÖM: Tam da tartışmanın özünün ifade ettiği şey bu değil mi zaten? Sürekli bir değişim yani.

 

Aİ: Evet, ama Kürt sorununa empatiyle yaklaşan, o sorunun önde gelen mücadelesini veren çevrelerin çok kapalı bir dili var, o çok kapalı dili çözmeye alışmış kişilere sunduğunuz zaman bu taslağı, zarfa değil mazrufa bakmayı daha iyi becerebilirler, ama buna alışkın olmayan çevrelerin eline geçtiğinde, oradaki 3 tane cümle, 2 kelime sizi başka hiçbir şeyi göremez hale getirir, zarf herşeyin üstüne geçer; nitekim öyle oldu.

 

Avi Haligua: Medyada böyle bir eğilim ağır bir şekilde başlamış durumda.

 

Aİ: Öyle tabii.

 

AH: 20 bölgeye mi ayrılacak...

 

Aİ: O 20 bölge falan yok zaten o metinde, ona geleceğim.

 

AH: Biliyorum.

 

Aİ: O ayrı bir proje. Burada 2 proje var aslında. Maalesef Demirtaş’ın çalıştayın kapanış konuşmasını aydınlatmaya şiddetle ihtiyaç var. Aslında 2 proje var, biri DTK’nın projesi, çalıştay olarak çıkarttıkları taslak. Bu sadece Kürdistan olarak sınırlarını bilmediğimiz, Kürtlerin yoğun yaşadığı bölgeler diyebileceğimiz bir bölgedeki yönetim, özyönetim anlayışını ifade ediyor. Bunun ne ifade ettiğine sonra geleceğim, ama bu Kürt siyasal hareketinin ‘ben bu toplumu böyle yönetmek istiyorum’ demesi, ondan da hiç kuşku yok. Örgüt diyor ki “Ben iktidarda olduğumda böyle yöneteceğim bu toplumu.” Başka da birşey değil bu dediği, açıkça konuşmak lazım. Bir de DTP’nin, yani kapatılan partinin ve arkasından BDP’nin 2-3 metinde geliştirdiği bir “Demokratik Özerklik” projesi var. Bu proje ise bütün Türkiye’ye şamil, işte o projede Türkiye’de 26 bölge oluşturulması, bu 26 bölgenin kendi yönetim ilkeleri çerçevesinde kendini yönetmesi, merkezi yönetimin üstlendiği hizmetlerin mümkün olduğu kadar bu bölgelere devredilmesi, bölge yönetimlerinin, yani bölge meclislerinin olması gibi... Avrupa’da, 2008’de Avrupa Konseyi içinde yerel ve bölgesel yönetimler kongresinin  oyladığı, kabul ettiği bir taslak var: Avrupa Bölgesel Demokrasi Şartı. Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’ndan farklı, bölgeyi hedefleyen bir şart onaylandı 2008’de, imzaya açıldı, çok ilerlediğini zannetmiyorum daha. Türkiye de nitekim kalkınma ajansları aracılığıyla 3 seviyede bölge oluşturuldu. Her ilin bir bölge olduğu bir alt seviye var; 81 bölge, her il 1 bölge. Asıl operasyonel olan, bu komşu illerin birleştirilmesinden oluşan 26 bölge var şu anda, bunların şu andaki yegâne hukuki kurumsal varlığını ifade eden şey her bölgenin kalkınma ajansı var biliyorsunuz. BDP’nin ve DTP’nin daha önce dedikleri de bundan farklı değildi hukuki yapı olarak, idari yapı olarak, 26 bölge oluşturulması, 20 ile 26 bölge diyorlardı, hatta hatırladığım kadarıyla şu anda tutuklu olan, o zamanki DTK başkanı Hatip Dicleli, bunun 26 bölgeli Türkiye’deki projeye oturduğunu birkaç defa beyan da etmişti. BDP’liler diyorlar ki “Biz bir Türkiye projesi öneriyoruz, Türkiye’nin yerinden yönetim, özyönetim, demokratik katılımın arttığı bir demokratik Türkiye projesi öneriyoruz.”

 

DTK’nin içindeki, DTK’ya hakim olan kesim, -çoğunluğu teşkil eden grup diyelim, Kürt siyasal hareketi olarak genellikle kod adlı kullanılıyor- diyor ki, “ben Kürdistan’ı bu şekilde yönetmek istiyorum.” Demokratik Özerklik Taslağı olarak çalıştayda sunulan, sonra basında tartışılan tam da bu. Bu Türkiye projesi değil, bu bir “Ben böyle yönetmek istiyorum” projesi. Baktığınız zaman, köy komün meclislerinden, halka halka yükselen,  temsili demokrasiyi reddeden, doğrudan demokrasiyi mutlaklaştıran bir sistem. Doğrudan demokrasiyi mutlaklaştırdığınız zaman da çok büyük sorunlar vardır; kim o demokrasinin katılımcısıdır, isteyen mi katılır yoksa sadece oraya katılanlar mı katılır gibi sorunları doğrudan demokrasiyi mutlaklaştırdığınız zaman başka türlü görürsünüz, temsili demokrasinin sorunlarından bambaşka hem avantajlarını, yararlarını görürsünüz hem başka sorunlarını görürsünüz. Küçücük bir grup bütün toplum adına karar vermeye başlar kendinden menkul bir meşruiyetle.

 

Tabii çok büyük, koyu bir jargon var bu metinde, birkaç kişi ifade etti çalıştayda, ben de ifade ettim, Abdullah Öcalan’ın İmrali görüşmelerinin tutanaklarından büyük ölçüde esinlenmiş, hatta ben daha da fazlasını söylemekten imtina etmiyorum, hemen hemen o tutanaktan kes-yapıştır yöntemiyle yapılmış bir metin. ??

 

ÖM: Evet onun projesi yani?

 

Aİ: Onun projesi mi bilmiyorum, ama oradan esinlenmiş. Onun projesi olduğunu zannetmiyorum, ama oradan bütünüyle esinlenmiş, oradaki görüşlerin bir kâğıda geçirilmiş, toplanmış hali. Bilmiyorum metni okumaya fırsatınız oldu mu? İçinde çok sorunlu şeyler var, “Kürt halkının dünya uygarlığının, insanlığın kök hücresi olduğunu” falan söyleyen falan laflar var bu metinde. “Kök hücresi olarak tanımlanabilecek Kürtler” gibi, “uygarlığın beşiğinde yaşayan” falan gibi

 

ÖM: Güneş dil teorisi gibi bir de karşı tarafını mı oluşturuyor aynı zamanda?

 

Aİ: Tabii simetri var arada. İnsanlar ortasında büyüdükleri ortamın kültürünü taşırlar, dolayısıyla çok da eleştirmek doğru değil belki. Bu toprakların ortasında siyasallaşmış Kürtlerin büyüdükleri temel referans aldıkları şeyler de esas olarak bunlar. Ben şunu söylemek istiyorum; bu metinle diğerinin, yani BDP’nin projesinin, -Selahattin Demirtaş sunuş toplantısında bunu açıkça söyledi, söyledi ama maalesef sonra basında yer aldı mı bilmiyorum, basında yer almadığını görüyorum- bu iki projenin birbirine eklemlenmesi mümkün mü? Yani bölgeleşmiş bir demokratik Türkiye’de DTK’nin içindeki bir grubun –bunu da böyle belirtelim lütfen- önerdiği, çoğunluğu oluşturan bir grubun önerdiği Kürdistan yönetim projesi Türkiye’ye eklemlenir mi? Geri kalanına eklemlenir mi? Bu çok ciddi bir sorun başlı başına. Bu gerçekleşebilir bir proje mi? Bana pek gerçekleşebilir gibi gelmiyor. Toplantı sırasında konuştuğum, bölgede yaşayan Kürtler “Bu projenin ilk adımı gerçekleşse ilk biz terk ederiz bölgeyi” dediler. Sosyalist, komünist bir proje olduğunu söyleyenler falan da oldu, ben o kanıda da değilim. Aslında inanılmaz aşırı bir kavram fetişizmiyle yazılmış, çok ciddi bir gençlik hevesi kokusu taşıyan bir proje bu, ama iş orada bir dar tartışmada kalsa, “tartışırız, bu proje ilerler” falan denebilir. Bizim gibi Kürtlerin sorunlarını yakından takip etmeye çalışan, o dilin anahtarlarını çözen, o zarfı bırakıp mazrufa bakma alışkanlığını edinmiş olan kesimlerin dışındakilere, MHP’lilere, AKP’lilere, CHP’lilere, İzmir’deki Türklere, Edirne’deki Türklere, Çerkezlere, ne bileyim başka Türkiye toplumunun Kürtlerden farklı unsurlarınıa bunu götürdüğünüz zaman onlar buna bir gençlik projesi, gençlik hevesi projesi, kavram fetişizminin fazla olduğu birşey gibi bakarlar. Ama bütün bunları ayıklayalım da gerisine bakalım, sonuçta ne diyorlar? “Biz ayrı devlet kurmak istemiyoruz” diyorlar, “biz ayrılmak istemiyoruz,” diyorlar, “beraberlik iradesi içinde bu tartışmayı sürdürmek istiyoruz” diyorlar, “bunun esas, önemli mesajı budur” diyerek bakmalarının mümkün olmadığı bir proje. Bunun tartışmaya açılmasına elbette karşı değilim, tartışa tartışa taraflar olgunlaşırlar, ham fikirler yerlerine oturur, ama bu haliyle Türkiye toplumuyla bunu tartışmak çok zor. İşte görüyoruz karşısında çıkan tepkileri. Orada bir çok kişi ve Kürt sorununda yetkili olan kişiler, seçilmiş kişiler de bunu  ifade etti. Yani “Buradaki, çalıştaydaki kompozisyonla geri kalanını karıştırmayın, siz hep kendinizi dinlemeye alışmış bir kitleye konuşuyorsunuz” dediler.

 

ÖM: Bu önemli bir tespit tabii.

 

AH: Bütün bunların yanında sonuç olarak bu açıklandı ve artık ortada ve üstüne üstlük de iyi ya da kötü tartışılıyor, çünkü bunu artık geri almaları ya da “biz bunu daha olgunlaştıracağız, şimdilik bunu kale almayın” deme ihtimalleri çok düşük. Bunu tartışıyor olacağımıza göre, bunu nasıl daha sağlıklı bir ortama doğru, ya da yola doğru ittirmek mümkün olabilir, onu hakikaten işin içinden çıkartamadım.

 

Aİ: Benim kanaatim, bunu değil BDP’nin ve DTP’nin geliştirdiği Türkiye projesini tartışalım baştan. Kürtler kendi aralarında tartışsınlar “Kürdistan’ı nasıl yönetmek istiyoruz?” diye, ama Türkiye projesini, varsa ki var, bunu Türkiyelilerle tartışmak gerekir baştan.

 

ÖM: Zaten başka türlüsü de pek düşünülemez.

 

Aİ: Evet, ama şu anda o kalktı, o gölge de kaldı, onun hiçbir hükmü yok, seçimlerde bu tartışılacak.

 

ÖM: Yani Türkiye için genel bir yönetme projesini, projeksiyonunu, Türkiyelilerle tartışmadan ortaya koymak da çok manalı olmaz.

 

Aİ: Manalı olmadığı gibi, bütün Türkiyelileri kapsayan bir Türkiye projesini öne çıkartan BDP’nin projesi artık gölgede kaldı, o tartışılmayacak unutulacak, bu kaldı ortada ve herkes bunu konuşacak. Herkes bunu konuşacak, seçimlere bu şekilde girilecek. Bu tabii ki bazı kişilerin açığa çıkmış siyasal güç olarak tanımladıkları, diğerlerinin Kürt siyasal hareketi olarak tanımladıkları çevrenin, seçimler öncesindeki bir hakimiyet projesi aynı zamanda. Bugün Kurtuluş Tayyiz’in Taraf’taki yazısında bence çok doğru tespitler var bu yönde. Yani “Özerklik federasyona ve ayrı devlete kadar uzanabilecek esneklikte tarif edilmiştir,” falan diyor. Tabii bunların hepsi tarif ve tartışılabilir ve niye olmasın? Ayrımcılığa kadar bütün konular serbestçe tartışılmalı, bunun tabusu olmamalı, tabusu olduğu zaman insanlar hep karnından konuşurlar. Bunun ben bir eleştiri olarak dile getirilmesine taraftar değilim, ama Kurutuluş Tayyiz yazısında “PKK’nın bölge üzerinde kurmak istediği egemenliğin siyasi formülüdür” demiş. Buna katılıyorum.

 

ÖM: Peki buradan nereye doğru bir gidiş olabilir sence?

 

Aİ: Buradan bu hem AKP’nin hem CHP’nin, -tabii ki MHP’den hiç bahsetmiyorum- tıpta Türkçe’sini bilmediğim, Latince’den gelen ‘tetanize olmak’ diye bir hal vardır, diliniz, dişiniz kilitlenir, bütün kaslarınız kilitlenir, bazen dişçilerde diş tedavisi sırasında bir sinire dokununca olurmuş bu böyle, bazı insanlarda kalsiyum eksikliğinden falan olurmuş, bütün herşeyiniz kilitlenir ve ağzınızı falan açamazlar, bir müddet sonra size işte bir kalsiyum iğnesi falan yapıp açılıyorlar. Bu metni önüne alan AKP, CHP, -MHP’den hiç bahsetmiyorum- Türkiye toplumunun batısında yer alanların çoğunluğu bu hale gelecektir. Bilmiyorum o durumda nasıl tartışılır?

?ÖM: Evet, tartışma ortamından tartışmasızlık ortamına doğru.

 

Aİ: “Ben bunu istiyorum”, yani kapalı toplantılarda falan olur, ama bunu ortaya proje olarak koyup, “Türkiye tartışsın” derseniz, “bunu tartışsın” derseniz olacağını biliyorsunuz, tartışma falan olmaz burada. Diyeceksiniz ki, biz artık alıştık ilk baştan böyle kaskatı kesiliyorlar, ondan sonra zamanla yaşamın gereği o kaslar çözülüyor ve “alıştıra alıştıra biz hepsini yedireceğiz bu topluma,” diye düşünülüyorsa, bu bir yöntem tabii ama bilmiyorum. Bu demokratik bir tepkinin, olgunluğun oluşmasını sağlayacak bir yöntem mi onu bilmiyorum.

 

BDP, DTP projelerinde yerinden yönetimci bir çok bölgenin olduğu, Türk ve Kürt bölgesiyle iki bölge değil, bir çok bölgenin olduğu bir projeyi dile getirmeğe, bunların metinlerini oluşturmaya başlamışlardı. Adem-i merkeziyetçi, yerinden yönetimci yönetimin özelliklerinden bir tanesi yurttaşların kendileriyle ilgili işlerde siyasi karar alma mekanizmalarına daha fazla katılma imkânının sağlamasıdır aynı zamanda, bu siyasi katılımın arttığı bir modeldi, bir projeydi. Bu hakikaten Türkiye toplumunun bütünü için tartışılacak ve bence de önemli bir katkı sunacak bir projeydi. Şimdi o proje gölgede kaldı. Yanılmayı çok isterim hakikaten,  belki de bu ilk adımdan sonra öbürkünü ön plana çıkartıp, ondan sonra onu tartışabiliriz ama şu aşamada bu bir katı siyasal irade beyanı.

 

ÖM: Şimdi gördüm senin uyarın üzerine, Kurtuluş Tayyiz de şunu yazmış “Adına demokratik demekle bir yapı ne demokratik olur ne de özgürlüğü simgeler” demiş.

 

Aİ: Hatta ben tersini düşünüyorum, bir kelimeyi ne kadar fazla kullanırsanız o kelimeyle sorunlu olduğunuz ortaya çıkyor. Metinde “demokratik özerklik” lafının yanında ‘demokratik’ sözcüğünün bir cümlede 3 defa geçtiğini görüyoruz. Bu bence bir sorun olduğunu gösteriyor. Tabii bir de bu bir jargon, Abdullah Öcalan’dan türeyen bir kapalı cemaat jargonu; o jargonu çözmek çok zor. O metni okuduğunuz zaman göreceksiniz; cümleleriyle, kelimeleriyle, kavramlarıyla çok içine kapalı bir metin. Öyle içine kapalı bir metni -Türkiye de okuduğunu anlama kapasitesinin düşük olduğu bir toplum biliyoruz aynı zamanda değil mi?- getirdiğiniz zaman oradaki sadece dil, bayrak gibi lafların dışında hiçbir şeyi anlayamaz, zaten öyle kapalı bir dil ki sıradan bir gazeteci bile anlayamaz orada yazılanları.

 

Bir de ‘oxymoron’ dediğimiz şeyin aşırı kullanıldığı bir durum da vardı; o kapalı jargonlarda kullanılır, çalıştay sırasında bir konuşmacı “ekolojik toplum” “komünal ekolojik toplum” gibi şeylerden sözetti. Böyle önerileri falan var köy merkezli. “Demokratik ekolojik gerilla”dan bahsetti.

 

ÖM: Ben çözmeye çalışıyorum şimdi!...

 

Aİ: Bir şey diyemiyorum.

?ÖM: Demesi zor yani!

 

AH: Askerlerin yeşillendirdiği bir ülkede olduğumuz için çok da garip değil!

 

Aİ: Bu metinde öyle şeyler yok tabii “demokratik, ekolojik” falan gibi, ama orada birisinin bahsettiği bir şey, onun için söylüyorum. Bunu çok rahatlıkla ifade ediyor, dünyanın en doğal kelimesi gibi bunu kullanabiliyor, çünkü o kendi kapalı dünyası içinde, o jargon içinde, onun ne dediğini anlıyorlar, anlaşılıyor, ben de anlıyorum ne demek istediğini, ama bunu dışarıya açtığınız zaman, Türkiye toplumunun konuştuğu dile çevirdiğiniz zaman, “Bu ne diyor?” dışında bir şey çıkmaz.  Hatta bunu başka dillere çevirdiğiniz zaman da, “herhalde çeviri hatası filan oldu,” diye düşünürler. O çok kapalılığın getirdiği, dile yansıyan zihniyet dünyasını yansıtan bir durum. Bir kapanma var, beni en çok o üzdü, ama herhalde bu kapanmanın kırılması açısından, bunların ortaya dökülmesinin, samimiyetle eleştirmenin gerektiği kanaatindeyim. Yani taktik olarak yıpratmak için altta bırakmak için değil, samimiyetle anlamaya çalışarak eleştirmek, içindeki o mazruftaki olabilecek gelişmeye açık olumlu yönleri öne çıkartmak konusunda çaba göstermeliyiz diye düşünüyorum.

 

ÖM: Evet esası bu olmalı herhalde yoksa zorlanacağız anlaşılan.