25 Nisan 2010Radikal İki
Bu çocuk bayramına da Siirt’ten gelen haberlerle girdik. Çocukları, kendi bayramlarında büyük taklidi yapmaya zorlayan bir millet olarak hepimize kutlu olsun.
400 çocuğun taş atmak ve benzeri suçlardan hapiste yattığı memleketimiz, devletimiz ve onun yüce katlarının çok çocuk seven, yakaladığı çocuğu kameralara tutan temsilcileri ve hepimiz bu son patlayan irinle sıvanıp çıkmalıyız sokaklara. Çocuk bayramını kutlayan ve tüm dünyada kutlanmasına önayak olma çabasındaki ülkemize de böylesi yakışırdı doğrusu.
Siirt’te olup bitenler karşısında kimse şaşkınlık numarasına yatmasın. Memleketin her köşesinde benzer olaylar hemen her yıl patlak vermekte. Çocuk tacizi konusunda listeleri zorlayan, önde gelen bir milletiz.
Siirt’te yedi ilköğretim okulu öğrencisine 100 kişi, iki yıl boyunca tecavüz etmiş. Düzenli olarak.
Siirt gibi küçük bir şehirde iki yıl boyunca kimsenin bu konuda hiçbir şey duymamış olduğuna inanmak mümkün değil. Nitekim Cinsel Şiddete Karşı Kadın Platformu’ndan avukat Yasemin Öz ve KAMER’den Naime Kardaş, bu suskunluğu “erkek dayanışması” ve “toplumun namus algısı”yla ilişkilendiriyor. Erkek dayanışması dendiğinde bunun ne kadar geniş bir alanı kapsayabileceğini biliyoruz, değil mi? Bu 100 çocuk tecavüzcüsü vatandaş arasında kentin ileri gelenleri de varmış. Hepsi evli barklı, mükemmel ev babalarıymış.
Kardaş, failler arasında asker, polis ve devlet erkanından kişilerin bulunduğu iddiasını hatırlatıyor ve delillerin karartılması tehlikesine dikkat çekiyor. Yoksa aklınıza gelmemiş miydi? Kardaş anlatıyor. Mağdurlar çok küçük, failler de kodamanlardan olduğu için toplumun öfkesi çocukların ailelerine yönelmiş.
Bu canım taşranın çocuk tecavüzcülerini çok tanıdık. Muhafazakâr aile babaları olup bulundukları kentin ileri gelenleri sıfatıyla kendilerinde her türlü hakkı vehmederler. Her şeyin ötesinde bulundukları çöplüğün namus bekçileri olarak bilinirler. Taşlanacak kim varsa ilk taşı kapan da onlardır.
Şimdi Siirt’te kim bilir ne dolaplar dönüyordur. Kimler aklanmak için, dokunulmamak için ne taklalar atıyordur. Göz yumanlar, ses çıkarmayanlar, üç maymunlar bu bilgiyle iki yıl birlikte yaşamış olmanın ağırlığını nasıl taşıyorlar acaba? Ya da ölçeği daha genişletirsek, biz, hepimiz, bunca çocuğun tecavüze uğradığı, bunca çocuğun işkenceden geçirildiği bu topraklarda, nasıl yaşamayı sürdürebiliyoruz? Çocuklarımızı koruyamamanın ağırlığıyla nasıl başa çıkıyoruz? Anayasayı, bedelli askerliği ve daha onca önemli konuyu tartışırken nasıl oluyor da biraz ötemizde süregelen çocuk katliamının utancı yansımıyor sesimize?
Daha birkaç yıl önce çıkan bir döküme bakalım mı?
Türkiye, çocuk işçi çalıştırmak konusunda Kenya, Bangladeş ve Haiti’den sonra dördüncü sırada yer alıyor. Yüz binlerce çocuğun çalıştığı işyerlerinin hiçbir kaydı yok. Türkiye’de çocukların beşte birinden fazlası, 12 yaşın altında çalışmaya başlıyor. Üstelik yüzde 60’ı günde 11-12 saat çalışıyor. Türkiye, UNICEF tarafından kız çocuklarının okula gönderilme oranının en düşük olduğu 25 ülke arasında belirlenmiş. Sanık sandalyesine çıkan çocuk sayısında hızla artış var. Çocukların yüzde 72’si anababa, yüzde 22’si öğretmen dayağı yiyor. Her üç çocuktan biri istismara uğruyor. Türkiye’nin Çocuk Hakları Sözleşmesi’ni onaylamasının üzerinden 15 yıl geçmiş olmasına rağmen bir yol kat edilebilmiş değil. Sözleşmedeki ana maddelerden biri olan, güç koşullar altındaki çocuklar başlığı altında anılan, suça itilen, madde bağımlısı, ailesinden uzaktaki çocuklara ilişkin alınan önlemler nedir? Ailede, sokakta, okulda cinsel istismar mağduru, ucuz emek olarak sömürülen çocukların sayısında azalma yok. Çocuk mahkemeleri sorunu çözülebilmiş değil.
Kısacası milyonlarca çocuğu “eti senin, kemiği benim” diye sokaklara, atölyelere satan, kendisi de çocukken satılmış insanların oluşturduğu bir toplum gerçeği karşısında yeterince incinmeden çocuk pornosu sitelerinin en hızlı takipçilerinin Türkiye’den çıkıyor olmasına dizlerini dövenlere kulak asmayalım.
Bu toplum, çocuk sevmiyor. Çünkü çocuk sevmeyi bilmiyor. Düzenli olarak çocuklara tecavüz eden güçlü adamların karşısında suspus olabiliyor. Görmezden gelebiliyor. Askerin yanlışlıkla havaya uçurduğu, vurduğu, polislerin yerlerde sürüdükleri, paramparça ettikleri çocukların ardından kıyamet kopmuyor bir türlü.
Çocuklarımızı açlıktan, şefkatsizlikten, soğuktan, tecavüzden koruyamıyoruz. Hayatımızı, geleceğimizi akıllı uslu insanlar gibi kravat ve tayyörlerimize bürünüp tartışırken her şeyin çocuklardan başlaması gerektiğini, çocuklarını gözden çıkaranın gelecekten geçtim şimdiye tutunabilmesinin imkansız olduğunu hiç aklımıza getirmeden.
Tekrarlayalım: Nicedir kendi çocuklarını yemekte olan bu aymazlığa en hafif tabiriyle intihar denir. Çünkü bir toplumun intiharı, çocukların katliyle başlar.