6 Eylül 2005Muhsin Kızılkaya
Durup dururken, bayram değil seyran değil Türk medyası bir anda "Kürt kökenli" romancı (bu arada Kürtçe 7 roman yazmış yazara hâlâ "Kürt kökenli" diyorlar, kökü buysa, dalları nasıldır varın siz hesaplayın) Mehmed Uzun'un derdine düştü. Mehmed Uzun hayati tehlike atlatmış, hepimizin gözü önünde neredeyse PKK tarafından öldürülüyormuş, Allah'tan bir gece yarısı uçağı bulabilmiş de kapağı İsveç'e atmış. Şimdi orada huzur içinde romanını yazıyormuş. Tanrı bize bağışlamış, Allah'tan başına bir şey gelmemiş de "Kürt kökenli edebiyat" kurtulmuş; Allah korusun kılına bir zarar gelseydi, "Kürt kökenli edebiyat" öksüz kalır, biz de bu durumu insanlık alemine anlatmakta bir hayli güçlük çekerdik; sonra bize, "bir yazarı bile koruyamadınız, yuh size" derlerdi. Haberin gelişimini biliyorsunuz, özetlemeyeceğim. Bir hayli bayat olan bu haber neden şimdi ısıtılıp önümüze sürüldü bilmem, derin işlere kafam basmaz benim, psikolojik savaşın taktiklerinden de bihaberim. Ama haberdar olduğum bir şey var, Türk medyası Mehmed Uzun'u çok sevdiğinden, ya da yazarlığını önemsediğinden bir anda "Mehmed Uzun hayranı" kesilmiş değil. Bunu nereden mi biliyorum, anlatayım efendim. Bilir misiniz bilmem, bundan birkaç yıl önce Diyarbakır polisinin talebi üzerine İstanbul DGM, Mehmed Uzun'un, aralarında benim Kürtçe'den Türkçe'ye çevirdiğim üç romanı olmak üzere, toplam 7 kitabı hakkında dava açtı ve "Aşk Gibi Aydınlık, Ölüm Gibi Karanlık" romanı ile "Nar Çiçekleri" adlı deneme kitabını da toplattı. Açılan soruşturma kapsamında gelip ifade vermediği için, (çünkü o sırada yurt dışındaydı ve kitaplarının toplatılması kararından bihaberdi) hakkında gıyabi tutuklama kararı bile verildi. Haber Türk basınına doğru dürüst yansımadı.
Tanzanya mı? Tabii ki dünya ne kördü, ne de sağır. Mehmed Uzun sıradan bir Kürt yazarı değildi, aynı zamanda İsveç vatandaşıydı ve belli başlı dünya dillerine kitapları çevrilmiş tanınan bir yazardı. Yazar örgütleri harekete geçti, "Mehmed Uzun'la dayanışma komiteleri" kuruldu, imza kampanyaları başlatıldı, dünyanın önemli düşünürleri, yazarları durumu protesto eden mektuplar yazdı Türk devlet yetkililerine, dava büyüdü, İstanbul'da görülen mahkemeye dünyanın çok önemli yazarları, hukukçuları, gazetecileri, diplomatları, insan hakları savunucuları geldi, gelen heyetin içinde Nobel Edebiyat Komitesi'nin Genel Sekreteri bile vardı. Beşiktaş'taki DGM binasında görülen davaya Yaşar Kemal, Orhan Pamuk, Yılmaz Erdoğan gibi isimler katıldı. Dünya medyası günlerce bu haberle oturup kalktı, gelin görün ki, Türkiye'de, İstanbul'da, Beşiktaş'ta görülen bu davadan Türk basınının neredeyse haberi yoktu. Sanki olay Tanzanya'da geçiyordu. Memleketimizde her gün gördüğümüz, kanıksadığımız sıradan bir "bölücü" yargılanıyordu belki de o kadar, hadiseyi büyütmenin anlamı yoktu. Hem Mehmed Uzun da kimdi? Kürtçe diye bir dil mi vardı, haddini bilmeden bir de o ilkel "yerel şiveyle" roman mı yazmaya kalkışmıştı? Burun kıvırdılar, yüz çevirdiler, önemsemediler. Şimdi, kimin tarafından uydurulduğu belli olan bir asparagas haber üzerine Mehmed Uzun bir anda önemli bir adam, önemli bir yazar haline geldi. Gazetelerin manşetlerine tırmandı, televizyonlarda neredeyse birinci haber olmaya başladı. Yazar örgütleri, yaşama hakkını savunan demeçler vermeye başladı, yazarlar "Mehmed Uzun'lara ihtiyacımız var, aman onu PKK'lilere katlettirmeyelim" yollu yazılar döşenmeye başladı. Acaba yazarları çok sevdiklerinden mi Mehmed Uzun'un "yaşama hakkı" şimdi Türk medyasını bu kadar ilgilendiriyor, açıkçası ben kuşkuluyum. Örnek mi istersiniz, Orhan Pamuk hadisesinin külleri henüz soğumadı, ona bakın isterseniz.
Orhan Pamuk farklı 250 kişilik değil, tek kişilik bir ölüm listenin ilk sırasında yer alan Orhan Pamuk için, ölümlerden ölüm beğendirelim yarışmaları yapılırken, bildiğiniz gibi Pamuk ver elini ABD demişti. Bir gece yarısı mı kaçmıştı ülkeden bilmiyorum, muhtemelen tarifeli bir uçakla Orhan Pamuk Amerika'ya hicret ederken, burada tamtam zillerinin sesleri ayyuka çıkmıştı. O sırada hiçbir büyük gazetemiz, "Orhan Pamuk, Türk faşistlerinden korktuğu için Amerika'ya kaçtı" diyen bir manşet atmadı. Veya ortalıkta terör estiren birtakım faşist gazeteler, "bu kendini yazar sanan kişi için hangi öldürülme şekli daha acı vericiyse onu seçelim" gibi yayınlar yaparken, hiçbir büyük gazetemiz, "Aman kardeşler ne yapıyorsunuz, adam bir konuda fikrini açıklamış, bu fikri beğenmesek bile, şimdi savunmamız gereken bir yaşama hakkı var, önce yaşama hakkını garantiye alalım, sonra bunları konuşuruz, hele iki dakika delikanlı olun" demedi. Tam tersine, o gazetelerde yazan birtakım köşe yazarları, Orhan Pamuk'u cezalandırma konusunda faşistlere rehberlik yaptı. Şimdi düşünüyorum da Mehmed Uzun'la Orhan Pamuk hadiseleri arasında ne kadar çok benzerlik var; şaşırmamak elden değil. Güya PKK, Mehmed Uzun'u öldürmek istemiş, o da canını kurtarmak için İsveç'e kaçmış. Şimdi onu yaşatmak, bütün insanların ortak hedefi olmalı Türk medyasına göre. Oysa Orhan Pamuk hadisesi de öyle değil miydi? O da bir uçakla yurt dışına kaçmamış mıydı? Üstelik PKK medyası, Mehmed Uzun'u öldürmek gibi ne bir planları, ne de bir niyetleri olmadığını bas bas bağırırken, Türk medyasının bir kısmı Orhan Pamuk'u açıkça birilerine hedef göstermişti. Yani Mehmed Uzun'un hayatı tehlikede değilken, hayatı tehlikedeymiş gibi gösterilirken, Orhan Pamuk'un hayatı tehlikedeyken hayatı tehlikede değilmiş gibi gösteriliyordu. Üstelik Mehmed Uzun "Kürt kökenli", Orhan Pamuk "Türk kökenli" bile değil, kafadan Türk'tü. O halde Türk medyası "Kürt kökenli" yazarları, halis muhlis Türk yazarlardan daha mı çok seviyordu? Hiç sanmıyorum. Mehmed Uzun'la ilgili tartışmalar gündeme gelmeden önce, Türk basınının önemli köşelerini tutmuş onlarca yazarın içinde bir ikisi hariç, hiç birinin Uzun'un tek bir romanını bile okuduklarını sanmıyorum. Uzun'u tanımıyorlar, romanlarını okumamışlar, denemelerine göz atmamışlar, (bunu Hakkı Devrim kendi köşesinde itiraf etti) şimdi hep birlikte Mehmed Uzun hayranı olarak çıkıyorlar karşımıza. Bu işte bir bit yeniği var ya, bakalım altından nasıl bir çapanoğlu çıkacak? Benim kıt aklım ermiyor bu tür derin mevzulara, sadece biri Kürt, biri Türk iki yazara Türk medyasının yaptığı "muamele"nin benzerliklerine ve benzemezliklerine işaret etmekti muradım. Muradımın altında başka bir şey aramayın sakın. Ha yarın Uzun'un bir "falsosu"nu görmeye görsün Türk medyası, vallahi Orhan Pamuk'tan beter eder; aha bunu da buraya açık seçik yazıyorum.