23 Eylül 2005Erdal Güven
Siyasi irade erteletti, yargı durdurdu... 'Ermeni konferansı' yine, evet yine yapılamıyor. Ne demişti Meclis kürsüsünden Adalet Bakanı Cemil Çiçek, konferansı erteleten konuşmasında: "Türkiye'de milleti arkadan hançerleme, iftira etme özgürlüğü var. Keşke Adalet Bakanı olarak dava açma yetkimi devretmeseydim." Dünkü mahkeme kararı gösteriyor ki mesaj alınmış... İşlem tamam. Amacı neydi konferansın? Düzenleyicilerin ifadesiyle şuydu: Türkiye'nin kendi bilim ve düşünce insanlarının, resmi tezlerden farklı seslerini topluca yükseltmeleri, katkılarını ortaya koymaları (...) Türkiye toplumunun, asla küçümsenmeyecek nicelik ve nitelikteki özgür ve eleştirel düşünce birikiminin duyurulması, özgür ve özerk bir düşünce kuşağı olarak rüştünü ispatlaması (...) vicdani bir sorumluluğun idraki, farklı, eleştirel ve alternatif seslerin yükselmesi, Türkiye toplumunun aslında ne kadar zengin bir düşünce çoğulluğuna sahip olduğunun gösterilmesi... Peki düzenleyicileri kimdi konferansın? Çoğu akademisyen, bilim adamları. Katılımcılar da öyle. Ayrıca araştırmacılar, gazeteciler, yazarlar da vardı katılımcılar arasında...Üstelik, pek önemi yok ama, bilenler, katılımcıların tamamının 'soykırımcı' olmadığını da bilir. Bu insanların çoğunun derdi, 1915 olaylarını adlandırmak değil, bu olaylar öncesinde, sırasında ve sonrasında ne olup bittiğini anlamak. Katılımcıların kimliği, niteliği ve konferansın amacı başından beri ortada. Söz konusu olan bir lise münazarası değil, bir akademik düşünce paylaşımı, görüş alışverişi. Gerçeği tekele almak gibi bir niyet, 'doğruluk' dayatması gibi bir amaç söz konusu değil. Hal böyleyken, konferansın önce siyasi baskı sonucunda, sonra da yargı kararıyla yapılamaması, her şeyden önce, çoğulculuğa, farklılığa, zıt fikirlere, kısacası demokrasiye karşı tahammülsüzlüğün göstergesi. Konferansta tabii ki aykırı, şoke edici, hatta 'tehlikeli' görüşler ifade edilebilirdi, muhtemelen edilecekti de. Zaten demokrasinin özünü oluşturan ifade özgürlüğü tam da bu tür görüşler için değil midir? Erteleme kararıyla, akademik özgürlüğe, üniversite özerkliğine darbe indirilmiş; eleştirel, sorgulayıcı, kuşkucu yaklaşım tam can evinden, kampüsten, üstelik de özgürlüğün her türünü el üstünde tutan kampüslerin başlıcasından vurulmuştu. Dünkü durdurma kararıyla bir darbe de yargı vurdu bunlara. Ve nihayet, Türkiye üzerinde, bu ülkede yaşayan insanlar üzerinde çok boyutlu etkiler barındıran, dolayısıyla her yönüyle, her tarafıyla bilinmesinde yarar bulunan bir konuda kamuoyunun bilgi edinmesi, fikir geliştirmesi için bir fırsat elinden alınmıştı erteleme kararıyla. Dün bir kez de yargı önledi bu fırsatı. Erdoğan, Pamuk vakasıyla ilgili bir soruya şu yanıtı vermişti: "Biz AB süreci içinde düşünce ve fikir özgürlüğüne yönelik görülmemiş adımlar attık. Bir savcının farklı görüşü olabilir." Erdoğan'ın sözleri, Dışişleri diplomatının saptamasını doğrular nitelikte olduğu kadar aynı zamanda bir çaresizlik ifadesiydi. Ne de olsa çare üretmek siyasal iktidarın işi değil mi? Pamuk'a açılan dava da, konferansı durduran karar da bu ülkenin yasalarına dayandırılıyor. Demek ki yasaları düzeltmek gerek, bu da siyasal iktidarın görevi. Erdoğan'ın dünkü karara ilişkin sözleri, çok daha sertti. Ne de olsa yargı, bir bakıma siyasi iktidara da meydan okumuş oldu; ertelemenin ardından, başta Erdoğan ve Gül, konferansın yapılmasında bir sakınca bulunmadığı yolunda demeçler vermişti. Hatat Gül'ün bizzat konferansa katılımı bile gündeme gelmişti. Geçen pazar günkü yazımda, Orhan Pamuk'a, "Türkiye'de 1 milyon Ermeni, 30 bin Kürt öldürüldü" yolundaki sözlerinden ötürü dava açılmasını eleştirirken, adı bende saklı bir Dışişleri diplomatının şu sözlerine dikkat çekmiştim: " ...demokratikleşmenin, insan haklarının önündeki engel ise bürokrasidir, her şeyden önce de yargıdır." Gelin de hak vermeyin. Onca reform, onca yasal değişiklik... Boşuna mı? Elbette değil, ama 'yol kazaları' nasıl önlenecek? Yolu tamamen düzelterek elbette...