6 Nisan 2006Turgut Tarhanlı
Türkiye, bir gün mutabık kaldığımız bir konuda, ertesi gün farklı bir tutumun ortaya çıktığını görebildiğimiz, hiç de sıkıcı olmayan bir ülke. Ama bu durum, bir demokrasi için yeterince can sıkıcı değil mi? Hafta başında, fuhuş yaptıkları gerekçesiyle bir grup kadının Emniyet tarafından soruşturulmak üzere bir operasyon çerçevesinde gözlem altına alındıkları haberi basında yer aldı. Televizyon kanallarının haber programlarında, bu kadınların açık saçık görüntüleri de yayımlandı. Bundan anlaşılıyor ki, medyanın görüntü almasına Emniyet tarafından engel olunmamıştı. Hukuk düzeni ve onun kuralları üzerinde mutabık kalmak, sadece bir yasa yapma mekanizmasından mı ibarettir? Elbette Meclis'te, bir kanun tasarısının kabulü ya da reddi konusunda, milletvekillerinin parmak kaldırıp, parmak bastığı bir işlem, bir hukuk düzeni üzerinde mutabık kalmanın yegâne aracı olarak görülemez. Hem toplumda hem devletin farklı aygıtlarının işleyişinde böyle bir mutabakatın varlığını aramak gerekir. Yukarıda andığım fuhuş operasyonuna da bu açıdan bakılabilir. Artık hukukçu olmayanların bile farkında olduğu bir kural var: Bir kişinin, mahkeme kararıyla hukuken kesinleşmiş bir biçimde suçluluğu saptanmadığı sürece, onun masum olduğu kabul edilir. Hukukta, buna 'masumiyet karinesi' denir. Bu yüzdendir ki, yine bazı haber filmlerinde gördüğümüz gibi, böyle şüpheli kabul edilen kişiler, kazaklarını, paltolarını başlarına geçirip ya da Emniyet görevlilerince başları yerlere kadar eğilip yüzleri gizlenerek götürülür, getirilir. O halde bu son olayda ne fark var diye sorulabilir? İstanbul Emniyet Müdürü dün yaptığı basın toplantısında, o kadınların teşhir edilmesine yönelik eleştiriler karşısında, Emniyet'in bu uygulamasının nedenini açıkladı ve mealen şunları söyledi: Halkımız, bu soruşturmanın sonucunu takip ettiğinde kimin haklı kimin haksız olduğunu görecektir. Emniyet, hiçbir zaman, namuslu insanları teşhir etmez. Şimdi, bu sözlerden ne anlamalıyız? Doğrusu seçenekler muhtelif: 1) Öncelikle şüphelilerin namuslu olup olmadığı idare tarafından saptanmalı ve ceza muhakemesi mevzuatı buna göre uygulanmalıdır. 2) Ceza muhakemesi hukuku sadece namuslu şüphelilerin kimliğinin gizlenmesini gerektirir. 3) Namuslu olmayan şüphelilerin kimliği, ceza muhakemesi hukukunca korunmaya layık değildir. Bir an için durup düşünmekte yarar var: İdare bu vakada, acaba 'namus' saptaması yapmak için mi böyle bir operasyona girişti, yoksa 'suç' oluşturan bir eylemin var olup olmadığını soruşturmak için mi? Şayet, modern bir hukuk düzeni içinde yaşadığımız konusunda, toplumca ve idare bakımından, mutabık olduğumuzu düşünmemiz gerekiyorsa, sonuncu seçenek, yani bir suçun takibi amacı bu sorunun doğru cevabını oluşturacaktır. O halde, henüz 'suçlu' olup olmadığı bir mahkeme kararıyla saptanmamış bu kişilerin, idarenin takdiriyle, herkes için uyulması zorunlu olan 'masumiyet karinesi'nin koruyuculuğunun dışında bir muameleye tâbi tutulmasını nasıl açıklamak gerekir? Yine muhtelif seçenekler bulmak mümkün görünüyor: 1) Bu vakanın, siyasi bir ağırlığı olmayan, dolayısıyla 'yabancı müdahalesi' olamayacak, biz bize halletmemiz gereken bir vaka olması. 2) Şüphelilerin kadınlar olarak sunulması. 3) Bu kadın-ların, moda, müzik, vb. sektörlerde çalıştıklarının söylenmesi. Kısaca, hukuken uyulması gerekli kuralları bir tarafa bırakmayı mazur gösterebilecek nitelikte, sadece kadınlarla ilgili tarafı vurgulanan, bundan ötürü erkeklerin ilgisini çeken ve bu nedenle basit, hafif (belki de, 'light' demek lazım), şenlikli, eğlenceli, bir vaka karşısında bulunduğumuzu mu düşünmeliyiz? Bu operasyona 'Barbie' adı verilmiş olması da, aslında böyle bir algılama ve bilinçaltını sergilemiyor mu? CNN Türk, dünkü öğle haberlerinde, halkın katılımına açık yayıncılık politikasıyla izleyicilerinin bu haber konusunda da daha derin araştırma yapılmasını isteyebileceğini bildiriyordu ve soruyordu: Şüpheliler teşhir edilmeli mi? Bunun sonucunda 'Evet' görüşü baskın çıksa, demokrasi adına havalara mı uçmalıyız?