Ömer Madra: Bugün büyüme rakamları açıklandı; %6.6 gibi, aslında beklenmeyen bir büyüme rakamı verilmişti, biraz onun üzerinde konuşalım. Bir de Stiglitz'in "IMF ile anlaşma yapmayın" diye yorumlanan bir sözüne ilişkin bir haber vardı, fırsat kalırsa biraz da ona değinebiliriz.
Hasan Ersel: Önce büyümeden başlayalım, büyüme ilk çeyrekte, yani Ocak-Mart döneminde %6.6 olarak açıklandı. Bu TÜİK'in büyüme tahmini, bu rakam ile daha önce bu konuda yürütülen tahminler arasında bir fark var; TÜİK'in tahmini daha yüksek çıktı. Herkes büyüme bekliyordu ilk dönemde. Rakama gelince bir anlamda o kadar kolay değil bunu söylemek, çünkü yeni usulle hesaplanan milli gelir serileri bu yıl başında ilk defa açıklandı, onların hareketini anlamak, oturtmak epey zaman alan bir süreç. Bazı göstergelere bakarak sonuca varılıyordu. O yüzden, "tahminler şaştı" demek bana pek doğru gelmiyor. Genel tahminler "ekonomi büyümedi" şeklinde olsaydı da büyüme böyle çıksaydı çok fark var derdim, ama zaten tahminler 5-5.5 civarındayken 6.6 çıkması bu kadar da değişikliğin olduğu bir ortamda çok yadırganacak bir durum değil bence. Fakat olumlu bir olay.
ÖM: İlk 6 aya bakarak yıllık büyüme tahmini değil mi bu?
HE: Bu ilk 3 ay ve bu 3 aydaki büyüme bir önceki yılın aynı dönemine oranla ne kadar büyüme olduğunu gösteriyor. Önce bir saptama yapalım: Bir önceki yıla, 2007'ye dönelim. 2007'nin aynı döneminde büyüme hızı %7.6 idi. Karşılaştırmayı o dönemle yapmak gerek, çünkü mevsimsel hareketler var. Yılın 1. çeyreğinde olanlarla, 2. çeyreğinde olanlar birbiriyle kolay karşılaştırılamaz, en basit örneğini söyleyeyim; hasat zamanı tarımın ağırlığı yüksektir, öyle olmayınca düşüktür. Mesela 2008'in ilk 3 ayında tarımın toplam GSYİH içindeki payı %3.9! Çok düşük bir rakam ama bu her zaman böyle değil, ürün çıktığı zamanlarda yüksek oluyor. Onun için ancak o dönemler birbiriyle karşılaştırılır. O karşılaştırmayı yaptığımızda 2007'de de ekonomi ilk 3 ayda hızlıymış. Tabii buradan şöyle bir sonuç da çıkmaz; "2007'nin ilk 3 ayında hızlıydı ama yavaşladı ekonomi, o halde bu sene de öyle olur." Bu başka faktörlere de bağlı. Ben daha evvel konuştuğumuz bir konuyu anımsatayım; yurtdışında olan mali çalkantıdan doğan etkilerin Türkiye'ye sınırlı bir şekilde geleceğini, ama mutlaka geleceğini söylemiştim. Bazı büyük dünya bankaları ciddi sıkıntılara uğradılar, onlar zararın büyüklüğünü saptayınca hareketlerini tekrardan şekillendirecekler. Ne kadar kredi açsınlar, o kredileri kimlere açsınlar vs. Bu kararları almalarının yılın 2. çeyreğini bulacağını söylemiştim. Bundan sonra kredilerini azaltırlarsa ve bundan Türkiye etkilenirse, bu ikinci çeyrekten itibaren görünür. Dolayısıyla birinci çeyrekte dünyadan gelen büyük bir olumsuz etki söz konusu değil. İkinci olarak içi siyasi gerginlik de bu dönemde görece azdı, gerçi o zaman da bize pek iyi gelmiyordu, ama sonra olanlara bakınca, tabii o zaman daha azdı, böyle bir gerginlik yoktu.
ÖM: Evet çok daha hafif kaldı o dönem.
HE: Deyim yerindeyse, daha normal bir dönemdi. Ondan sonra biraz daha olumsuz şartlar ortaya çıktı ama onu göreceğiz, çünkü herşey de olumsuz değil, bazı faaliyetler de devam ediyor.
Şimdi açıklamanın içeriğine bakalım. Bazı sektörlere bakmakla yetineceğim. İmalat sanayimiz %7 büyümüş bu ilk çeyrekte. Bu imalat sanayi için hızlı bir büyüme değil, ama iyi bir büyüme. İmalat sanayimizin daha hızlı büyüdüğü dönemler var. Mesela bir sene önce 2007'nin ilk çeyreğinde imalat sanayinin büyüme hızı %10.2. İmalat sanayi önemli, çünkü GSYİH içerisinde %25'in üstünde, 26'ya yakın bir payı var. Ayrıca da diğer faaliyetleri de etkiliyor. Bir mal ürettiğinizde satarsınız, aracılar vardır, ticaret geliri vardır, ulaştırma geliri vardır, vs. diğerleri üzerinde de etki yaratır. Burada tatmin edici bir büyüme var, çok değil ama var. Bunun da etkisiyle -sadece bundan değil-, ulaştırmada %7.7'lik bir büyüme var ki ulaştırmanın GSYH içindeki payı %15. Ticaret de hızlı büyümüş, %9.9, bu da payı % 14.8 olan bir sektör. Burada ilginç olan, ulaştırmanın büyüme hızının geçen senenin biraz altında olması; geçen sene %8.4'müş, bu sene % 7.7. Buna mukabil ticarette ciddi canlanma görülüyor ilk çeyrekte, 6.3'ten 9.9'a. O dönemde de "ticaret durgun" filan diye laflar duyuyorduk, ama tabii biz İstanbul'da belli yerlerde duyuyoruz. Onun için genelleme yapmak doğru değil . Nitekim öyle değilmiş anlaşılan. Kabaca durum bu.
Tarımda bir değişikliği söyleyeyim; geçen senenin ilk çeyreğinde tarım %6.9 daralmış, bu sene ise %5.6 büyümüş. Yalnız bunun toplam üzerindeki etkisi çok sınırlı, çünkü tarımın payı %3.9'dan ibaret bu çeyrek için. Önümüzdeki çeyreklerde değişecek ve yükselecek. Dedim ya, hasat mevsimi vs. Fakat bu şu açıdan önemli, geçen sene tarım üretiminde bir anormallik olduğu sinyalleri birinci çeyrekten itibaren gelmeye başlamıştı, bu sene tersine sinyal geliyor ve tarımla ilgili, benim dinleyebildiğim, okuyabildiğim kaynaklara göre "bu sene ürün iyi" deniyor, özellikle Orta ve Güney Anadolu'da. Yani geçen seneye oranla iyi. Bu sene tarımdan bir pozitif katkı gelmesi olasılığı daha yüksek.
Bir de biz bu geliri nasıl kullandık meselesi var. Sektörler çalışıyor bir şeyler yaratıyor, biz bunu tüketiyoruz, yatırıyoruz ya da ihraç ediyoruz. Bu da GSYİH'nın harcamalar yönünden analizi.
Burada ilginç bazı gelişmeler var, mesela "hane halkı tüketimi"; yani siz, ben, bizler günlük tüketimimiz geçen sene bu dönemde %5.5 artmış şimdi %7.3 artmış. Yani tüketimimizi arttırıyoruz. Ama sadece bu dönem için konuşuyoruz,, yıl boyu değil. "Önemli mi?" diyeceksin, önemli, çünkü GSYİH'nin zaten %74'ü özel tüketim bu çeyrekte. Bu yılın ortalamasının üstünde.
ÖM: GSYİH'nin ¾'ünü oluşturuyor?
HE: Tabii. Ama zaten %65 filan oluşturuyordu, bu çeyrekte daha da yüksek, ama geçen sene de yüksekmiş. Yani tüketmediğinizi tasarruf edersiniz, ben onun için söylüyorum. Demek ki bu yüksek ve özel tüketim ciddi bir şekilde de artmış bu dönemde. Devletin tüketimi geçen sene ile aynı hızda, yaklaşık aynı hızda artmış, 4.7 artmış geçen sene, bu sene 4.2 artmış.
İyi bir şey de var; yatırımlar da artmış, yani yatırımların büyüme hızı geçen ilk 3 ayda %2'de kalmış, tabii bu rahatsız edici bir rakam. Halbuki bu sene 9.5'ta, bunu özel ve kamu diye bölersek kamu daralmış, özelde ise %11.3 gibi bir artış var. Yani yatırımın canlı olduğu bir 3 ay geçirmişiz. Bunun belirtileri vardı, çünkü ithalât çok canlıydı. İthalat içerisinde, ara malı ithalatının yanısıra yatırım malı ithalatı da vardı. Hatta o zaman şöyle bir konuşma yaptık; "madem ekonomide durgunluktan söz edenler vardı, öyleyse bu malları niye ithal ediyor özel sektör?" Depoda dursun diye ithal etmez herhalde. Demek ki bir canlılık varmış. Tabii şunu söylemek lazım % 11.3'ü yorumlarken; bir sene önce çok yavaşmış özel sektörün yatırım artışı. Bu sene geçen senenin zayıf performansının üzerine bir yatırım artışı var. Fakat her halükârda yatırım da canlıymış; bu değişmiyor. İhracatımızın artış hızı geçen sene de, bu sene de %12,5'muş, bu sene % 12.2'ye düşmüş, önemli değil. Reel olarak YTL cinsinden yaptığımız ihracatı ölçüp yerine koyduğumuz zaman bu rakam çıkıyor. GSYİH içinde ihracatımızın payı %25. İthalatın GSYİH üzerindeki etkisine gelince: İthalatımızın GSYİH içindeki payı geçen sene de bu sene de %30 civarında. İthalat geçen sene %8.8 artarken bu sene %11.9 artmış. Burada bir nokta önemlidir; biliyorsunuz önemli bir kalem petrol, doğalgaz. Benim hatırladığım kadarıyla, 2007 ortalaması olarak varilini 68 dolara ithal ettiğimiz petrol, 2008'in Ocak ayında -eldeki son veri bu- 81 dolara çıkmıştı. Dolayısıyla ithalatın hızındaki artışın bir kısmı bundan kaynaklanıyor olabilir.
ÖM: O zaman bunun daha da devam edeceği, daha da yukarı çekileceğini düşünmek çok makul olur, 81 dolar ilk 3 ay için mi?
HE: Evet.
ÖM: Tabii şu anda, mesela bu sabahki rakam şu: varili 145 dolar ham petrolün.
HE: Ama şunu düşünelim, 145 dolara çıkması demek, -bilmiyorum ama atacağım-, Türkiye'nin 2. çeyrekte alacağı petrolün fiyatını 90-95 dolara çıkarır. Biz spot piyasada son anda gemi çevirip almıyoruz, o 1970'lerde başımıza gelen olaydı. Şu anda yapılan öngörüler, işler karışmazsa, ki bununla İran gerginliği kastediliyor, sanıyorum, Nijerya'yı hiç kimse kastetmiyor çünkü hep karışıyor orada işler, petrol fiyatlarındaki tırmanmanın yavaşlayacağı yönünde. Ama aşağı ineceği değil, yanlış anlaşılmasın, "çıktığı yerde kalır, o civarda salınır" diye bir şey var önümüzdeki döneme bakıldığında.
Tahmin yapmak çok güç, "bir kere işler karışmazsa" demek daha çok dua etmek gibi bir şey oluyor, çünkü işler hep karışıyor. Gıdada da benzer bir şey bekleniyor, geçen sene olan sıçrama bu sene de olmayacak ve bundan sonra biraz daha rahatlayacak gibi. Bunun nedenini bilmiyorum, öngörüler o yönde. Bazı açıklamalar da yapılıyor, ama teknik olarak neden gıda fiyatları önümüzdeki dönemde o kadar artmayacak onu bilmiyorum, araştırmak gerekiyor. Dolayısıyla 2008'e büyüme açısından iyi başladık, bu da fena bir şey değil.
Şimdi biraz olumsuz şoklar yemekte olduğumuzu düşünüyorum. Ben kendi eğilimimi söyleyeyim; biz içerideki, özellikle siyasal ortamı biraz sakinleştirebilirsek dışarıdaki şokların da maliyetini düşürebiliriz, tabii sıfırlamak mümkün değil, bizim kontrolümüzde olan şeyler değil, ama içeride biraz hareket esnekliğine ihtiyaç var, yani iktisat politikalarının uyumuna, daha aktif olmasına. Çünkü alınacak bazı kararlar ne de olsa birilerine bir yük getirecektir, bu siyasi gerginliğin üzerine bir de o şekilde yükselen sesleri düşünün, bu tür kararların alınmasını engeller. Onun için biraz içerisi sakinleşirse iyi olur diye düşünüyorum.
ÖM: En azından bir aşamanın geçilmiş olması, Ergenekon diye adlandırılan operasyonda ana iddianamenin tamamlanmış olması belki bir anlamda bir şey getirebilir.
HE: Umarım. O olayın bu anlamda, -hukuk olayı olarak değil ama siyasetin orta ve uzun vadeli karar alma sürecini bozucu bir olay olarak- ortadan kaldırılması lazım. Tabii ki hukuki olay olarak vardır, tartışılacaktır, gayet doğaldır.
ÖM: Bir de Joesph Stiglitz'in Türkiye ve IMF ile ilgili yorumları var, gazetelerden okuduğumuz kadarıyla, bu konuda bir iki şey söyleyebilir miyiz?
HE: Gazetelerde öyle çıktı, ama bana sorarsanız Joseph Stiglitz Türkiye ile ilgili bir şey söylemiş değil.
ÖM: Öyle mi?
HE: Evet, çünkü Türkiye'nin derdi, IMF ile bir anlaşma yapıp onun tavsiyelerine uygun olarak bir program yapmak değil. Böyle olsaydı, o zaman "nasıl bir alternatif program olmalı?" diye dinlerdik. Türkiye'nin aradığı şey şu; "IMF ile bir program yaptık, bitti, teşekkür ederiz. Şimdi biz bir program yapacağız fakat bu programın sağlıklı yönde gitmekte olduğunu, yani ters bir şeyler yapmadığımızı bir başkası da onaylarsa iyi olur. Gerçi şart değil ama bize yardımı olur. Bizim bir şey istediğimiz yok bunun dışında." IMF ile böyle bir şey yapmak mümkün mü? IMF böyle bir onay verirse, özellikle finans çevrelerinde çok ciddiye alınıyor. Dolayısıyla işimize yarar. Bunu Türkiye başka türlü de yapabilir. Şu ana kadar IMF Türkiye ile uğraştığı, mevcut programın bir nevi gözcülüğünü yaptığı, hatta bunun karşısında para verdiği için, AB bir özel komisyon kurup Türkiye'yi detaylı bir şekilde incelemiyordu, IMF'nin incelemesiyle yetiniyordu. Bir müddet sonra zaten AB gelecektir, "ne yapıyorsunuz, ne ediyorsunuz, bize yakınlaşma diye bir şey söylediniz, bir reform programı söylediniz, bunun koşullarından bir tanesi de ekonomiyi çığırından çıkarmamak, onu yapıyor musunuz?" diyecektir. "Yapıyorlar, maşallah" filan diye bir şey yazarlarsa aynı hesaba gelir. Dolayısıyla Stiglitz'e sorulan soru nasıl soruldu bilmiyorum, ama verdiği cevapta, "IMF ile program yapmayın" dediği zaman kastettiği bu değil herhalde. Birisinin "iyi, doğru yoldalar" demesi başka bir şey, oturup ekonomiyi yeniden yapılandırmak için ortak bir program yapmak başka bir şey.
Ben Stiglitz'in IMF ile ilgili olarak cevap verdiğini düşünüyorum, Stiglitz'in derdi IMF ile. Esprili yollu şunu söylüyor, "siz onunla program yapıyorsunuz, ücret ödüyorsunuz, o yüzden ayakta duruyor, halbuki bu kuruluşa ihtiyaç yok, vermeyin ücretini o da parasız kalsın, doğru yola gelsin" diyor, ama IMF'yi tasfiye edelim demiyor, "değişen dünya koşullarında IMF'ye verilen görevler pek anlam ifade etmiyor" diyor, "başka işler yapan bir uluslararası kuruluş, adı IMF mi olur artık neyse, ama orada epeyce yetişmiş bir kadro var, yani tasfiye edilmesine bir sebep yok, bunu ona dönüştürelim. O dönüşüm nasıl olmalıdır, ne olmalıdır, bunu tartışmak gerekir" diyor.
Bir örnek vereyim; demin değindin petrol fiyatları tırmanıyor, Türkiye petrol ithal etmekten kaçınamıyor, sabahtan akşama bu teknoloji değişmiyor, bundan dolayı Türkiye üzerinde enflasyon nedeniyle bir baskı oluşuyor. Maliyetler yükseliyor, yapacak bir şey yok. Bu durumda Merkez Bankası'nın faizleri arttırmak yoluyla diğer sektörleri cezalandırmasının anlamı ne? Onların bir günahı yok, "niye petrol kullanıyorsunuz?" diyor, onlar da "başka bir makine yoktu ki o makineyi kullanıyorum" diyorlar. Bu durumda dünyada bu şekilde büyük şoklar oluyor, bu şokları yumuşatacak, yok etmek değil de yumuşatacak bir mekanizmaya ihtiyaç var. Amerika'da finans çevrelerinde, açık söyleyelim, yolsuzluk olmuş, bunun sonucunda bir kriz ortaya çıkıyor. Geliyor bu Norveç'i de etkiliyor, bizi de etkiliyor, bunun etkisini hafifletmek, tek başına ne Norveçlilerin ne de bizim becerebileceğimiz bir iş. Ama herkesin biraraya geldiği bir mekanizma bunun böyle yayılmasını, haksız zararlar doğurmasını engelleyebilir mi? Tabii bu çok daha güç, daha zor bir görev. Böyle bir görevi yapmak üzere, uluslararası işbirliğini yansıtan bir kurum iyi olur. Bu kurulabilir mi? Olur mu? Onları hep tartışıyorlar zaten, özellikle benim bildiğim kadarıyla Stiglitz bu konuyu ele alan öncülerden. Onun için Stiglitz'in derdi IMF'nin görev tanımını bu yeni koşullara göre değiştirmek ve daha farklı bir dünya düzenine geçmeyi sağlamak. Onun için Stiglitz ve çevresinde, onunla beraber, olan grubun küreselleşme açısından tavrı biraz farklıdır. Küreselleşme karşıtları var, yandaşları var, Stiglitz ve çevresi "küreselleşme iyi bir şeydir, ama böyle olmaz" diyor. Şöyle olsa iyi olur diyor, benim haberlerden çıkarabildiğim bu. Yoksa Türkiye'nin özel koşullarını onun bilmesi de beklenmez. Zaten verdiği cevap da o yönde değil.
ÖM: Türkiye hakkında böyle iddiali konuşmasını da beklemek zor.
HE: Stiglitz çok bilgili bir insan. Neyi bilip neyi bilmediğini bilen insan en iyi bilen insandır.
(3 Temmuz 2008 tarihinde Açık Radyo'da yayınlanmıştır.)