CHP AKP İşbirliği Üzerine

Ekonomi Notları
-
Aa
+
a
a
a

 

 

Ömer Madra: CHP’nin AKP ile işbirliği yapmaması üzerine matematiksel bir düşünce egzersizi gerçekleştiriyorsun, oyun teorisi çerçevesinde, biraz ondan bahsedelim mi?

 

Hasan Ersel: CHP, “AKP ile hiçbir şekilde işbirliği yapmam” diye bir açıklama yapmadı, böyle bir tavrı yok, ama işbirliği yapmamak yoluna gidebileceği yönünde bazı sinyaller de var. Örneğin cumhurbaşkanlığı olayında olduğu gibi. Bu somut olaydır diyebiliriz ama yine de dikkat çekiyor. Öte yandan bunu tersine tavır da söz konusu: Meclis başkanının seçilmesinde olduğu gibi.

 

Önümüzdeki dönemde anayasa değişikliği gündemde olacak. Bu anayasa değişikliğinin çok boyutları var, anayasanın kendinden kaynaklanan bir yığın sorunu var, ama onun ötesinde, bazı reformların yapılabilmesi için gerekli yasal çerçevenin oluşturulması için değişiklik gereği var. Ben anayasa değişikliğine, bu nedenle, reform programının bir parçası diye bakıyorum. İşte bu konudaki tavır çok önemli. CHP işbirliği yapmaz, bu bir tavırdır; işbirliği yapar; bazı önerilere evet der bazılarına hayır der, o başka bir tavırdır. Ben işbirliği yapmamaktan, yani bir nevi o olayın dışında kalmaktan söz ediyorum. Böyle bir strateji izlenirse ne olur? Her olayda olmasa bile bir kısım konularda olursa ne olur?

 

Mecliste bir sandalye dağılımı var; hangi partinin daha çok sandalyesi olduğunu gösteriyor. Siyaset bilimciler “bir partinin gücü nedir?” sorusunu soruyorlar. Biraz düşünülürse, bir partinin gücünün sandalye sayısına eşit olmadığı anlaşılır. Çünkü partinin gücü, gerekli sayıyı oluşturamadığı durumlarda koalisyon kurabilme kapasitesine de bağlı. Bir parti koalisyon kurabiliyorsa bu onun gücünü artırır. Mesela koalisyondan bir parti çekildiği zaman koalisyon yine gerekli oyu sağlayabiliyorsa, o parti o kadar önemli değildir. Örneğin üç partili bir koalisyondan bir parti çekildiğinde diğer iki partinin gerekli oyu sağlaması durumunda olduğu gibi. Bundan 53 yıl önce iki oyun kuramacısı bu kavramları ve özellikleri hesaba katarak bir endeks geliştirmiş.

 

Ben de bu endeksi uygulayayım dedim. Uygularken de Meclis’te nitelikli çoğunluk gerektiren olayları seçtim. Yoksa herhangi bir yasanın Meclis’ten geçmesi için AKP’nin bir başkasına ihtiyacı yok, çoğunluğu var. Orada bir sorun yok, yani kendi grubunu ikna edince olur. Bu 367’yi de kolaylık olsun diye aldım. Halk oylamasına gitmek gibi başka yollar da var ama ben 367’yi alayım dedim.

 

Meclis’in şu andaki durumuna bakarak, sadece bağımsızları bir araya topladım. Bu uygun bir davranış değil, bağımsızlar aynı görüşte olan insanlar değiller, farklı görüşleri var, ama o sırf tembellikten, matematik kolaylık olsun diye öyle yaptım. Mecliste üç partinin durumuna bakıyorum, AKP, CHP ve MHP. AKP’nin gücü tabiatıyla çok yüksek çıkıyor. Söz konusu endeksin alabileceği en fazla değer 1. Fakat AKP’nin gücü 1 değil, 0,6. Ama ilginç olan, ondan sonraki partilerin gücü nedir diye baktığımız zaman, bu endekse göre CHP ile MHP’nin gücü 0,1 çıkıyor. Burada iki ilginç nokta var. AKP’nin gücü belirgin, ama 1 değil. Bu çok önemli bir nokta, çünkü başkalarına ihtiyacı olduğu anlamına geliyor. Diyeceksin ki; “göz var izan var, zaten 367’yi bulması için ihtiyacı var”. Bu endeks de zaten sağduyuya hitap etmese işe yaramazdı. Tek söylediği, AKP’nin güçlü durumda iken desteğe ihtiyacı olduğu. İkinci ilginç nokta CHP ile MHP’nin gücü arasında fark olmaması. CHP’nin milletvekili sayısı daha fazla ama gücü fark etmiyor.

 

Bu sonuca ulaşılmasını sağlayan diğer her parti ile anlaşma yapabilmesi. Yani hiç kimse bir başka parti ile ‘ben onunla anlaşmıyorum’ diye bir sınırlama koymuyor. Böyle bir sınırlama olmuş mu diye soracaksınız! Bizim daha önce yaptığımız bir çalışma var. Prof. Dr. Fuat Aleskerov (Moskova Yüksek İktisat Okulu ve Rus Bilimler Akademisi Kontrol Bilimleri Enstitüsü) ve rahmetli Prof. Dr. Yavuz Sabuncu ile beraber. O çalışmada, 1990’larda Türkiye’de parlamentonun istikrarı problemine baktık. O dönemde koalisyon oluşmasını engelleyen en önemli nokta DYP ile ANAP’ın bir türlü bir araya gelmeyi kabul ermemeleriydi. Dolayısıyla olabiliyor. Bunu ille de ilan etmek gerekmiyor. Üstelik bu tür olaylar sadece Türkiye’de de olmuyor, başka ülkelerde de oluyor.

 

 

Şimdi bu yönde bir değişiklik yapalım. Diyelim ki CHP bir dizi konuda AKP ile işbirliği yapmayacağını açıkladı. İşbirliğini yapmayınca tabii ki olayı etkileme gücünü sıfıra indirgemiş oluyor; kendisi olayı etkileyemez hale geliyor. Kendi gücünü sıfırlıyor. Peki, başka ne etki yaratıyor? AKP’nin gücünü bu defa hesapladığımız zaman epeyce düştüğünü görüyoruz. AKP’nin gücü 0,6’dan 0,2’ye düşüyor. Çünkü koalisyon yapma olanakları sınırlanıyor; en basitinden CHP artık seçeneği yok.

 

ÖM: 1/3 oranında düşüyor yani?

 

HE: Evet. Buna mukabil MHP’nin gücü değişmiyor, 0,1 olarak kalıyor. Ama göreceli olarak yükselmiş oluyor çünkü eskiden en güçlü partinin güç değeri 0,6 idi, şimdi 0,2’ye indi.

 

ÖM: 0,2 ile 0,1 arasındaki fark, yani çok büyük bir fark oluyor tabii.

 

HE: Tabii. İşte, “MHP fiilen ana muhalefet partisi konumuna nasıl gelir?” sorusunun cevabı buradan çıkar. Eğer CHP, böyle bir dizi konuda ‘ben işbirliği yapmayacağım’ biçiminde bir tutum izlerse bu sonuç çıkar. İşbirliği yapıp bazen “hayır” demek işbirliği yapmamak demek değildir. Bir yasanın beğenmediğiniz tarafı vardır “hayır” dersiniz, onu kastetmiyorum. Bu pazarlık sürecinin bir parçasıdır. Bunun reformları içeren konularda olması bence reform sürecini epeyce zorlaştıracak ve MHP’nin etkinliğini de çok arttıracaktır.

 

Böyle olunca, bir parti böyle bir şeyi niye yapar diye düşünmek gerekir. Mantıken, şöyle olabilir:  Bu süreçteki reformların toplumsal maliyeti çok fazla. Düşünüyorsunuz ki bu sürecin içerisinde yer almak toplumun fatura yazacaklarından biri olmak demektir. Çünkü teknik anlamda bir koalisyonda yer alıyorsunuz aslında. Bir araya geliyorsunuz bir kanun geçiriyorsunuz. Bu toplumu kızdıran bir kanun oluyor, onun içerisinde yer almış olan herkese de toplum kızıyor. Yani 2002 seçimlerindeki durum. 2002’deki iktidara çok kızılmıştı ve o iktidara hiç kimse oy vermedi. Böyle bir olay yine tekrarlanabilir diye bir kaygı varsa, bu reform sürecinin dışında kalmanın bir avantajı olabilir gibi gözüküyor.

 

ÖM: Oldukça önemli.

 

HE: Fakat ona da bir cevap var. Olay buraya giderse diğer partiler de reform sürecini durdururlar, onlar da yapmaz.

 

ÖM: Bu da toplam olarak herkes için reformun durması ve bütün toplumun kaybetmesi demek.

 

HE: “Böyle bir olay yok” diyeceksin. Doğru, şu anda Türkiye’de bu ortam yok ama olabilir. Olayın da kritik noktası AB müzakere sürecinin Avrupa’dan gelen sinyallerle, ya da başka nedenle iyice toplum gözünde iyice antipatik hale gelmesi ve toplum boşu boşuna fatura ödüyor biçiminde algılanması durumudur. O zaman da dediğim nokta çok önemli, yine bu strateji fazla işe yaramaz. Çünkü o takdirde AKP hükümeti bu reformları yapmaktan vazgeçer ve süreç sonuçta Türkiye reformları yapmamış olur.

 

Ben bu konuyla eskiden beri ilgileniyordum. Ama benzer bir görüşü Soli Özel de yazdı “CHP’nin bu tavrı MHP’yi fiilen ana muhalefet partisi durumuna getirir” diye. Tabii onun kendisine özgü güzel, derli toplu bir düşüncesi var. Ama beni de özendirdi bu konuyu bu şekilde düşünmeye.

 

Aslında bunun AKP ya da CHP ile veya hiç bir partinin özel konumu ile ilgisi yok. Önümüzde zor bir reform süreci var. Bu zor süreç ancak belli şekilde işbirliği ile aşılabilir. Yalnız bu işbirliği lafını da fazla abartmamak lazım, herkes her konuda herkese evet demez. Ondan söz etmiyorum, ama bazı anlayış birliği kurulacak noktalar olması lazım. Buna çalışılmadığı takdirde, (çünkü kendiliğinden olmaz; tarafların nerede gerileyeceklerini, nerede ileri adım atacaklarını, nerede beraber olacaklarını, vs. düşünmeleri lazım) bu sürecin yürümesi ya olanaksızdır ya da çok zor olur. Bunu yaşayan ilk ülke de biz değiliz, daha evvel İspanya’da da diğer bazı ülkelerde de bu yaşandı.

 

ÖM: Şu anda durum böyle görünmüyor olabilir, ama çeşitli gazetelerin ya da televizyonların haber bültenlerinin haber başlıklarına bakarsak, böyle bir şeyin de her an ortaya çıkması ihtimali olduğunu da görebiliriz. Mesela CHP “beğenmeyen gitsin!” tavrına tepki gösteriyor ve “Erdoğan’ınki bir şımarma hali” diyor ve yalnız CHP’ye değil, çeşitli sivil örgüt ve yurttaşların da başbakanın bu sözlerine tepki gösteriyorlar, İstanbul Barosu da, vs. de. Bu önemli bir kopuş noktasını da meydana getirebilir tabii.

 

HE: Benim bu örnekte olayı anlatabilmek için CHP’yi seçmiş olmam bir kabahatli aramak anlamına gelmiyor. O başka bir şey. Çünkü haklı da olabilir tepkisinde, konu o değil, konu böyle bir davranışa girerse ne olur, sorusunun yanıtını bulmak.

 

ÖM: Ben de aynı şeyi belirtmek için söyledim, yani CHP’yi burada mikrofonlardan çeşitli biçimlerde eleştiriyor olabiliriz ama bu başka bir konu. Yani burada genel olarak ülkenin gidişatını etkilemek üzere varolması gereken mutabakatın ortadan kalkabilmesi ihtimalinde neler olabileceğini konuşuyoruz.

 

HE: Zaten bu yazıda iki ikaz noktası olduğunu düşünüyorum. Bir tanesi de AKP’ye. Eğer CHP’yi bir şekilde küstürürse o zaman kendi gücünü büyük ölçüde tırpanlamış oluyor. Bir kritik kanunu geçirebilmek için buna gerek var. Burada anayasa değişikliği ya da toplumda büyük destek görse iyi olur denen kanunları kastediyorum. Örneğin bir vergi reformu bir oy farkla geçiyorsa toplumda çabuk direnme noktaları oluşturabilir ama ezici çoğunlukla geçerse olmayabilir. Tamamen sosyolojik bir açıklama bu yoksa böyle bir yasal zorunluluk yok. AKP bunları yaparken CHP’yi küstürürse, muhalefet de efektif olarak MHP’ye geçer. AKP’nin MHP ile baş başa kalması, MHP’nin niteliğinden bağımsız olarak, elini bir yerde bağlaması demek. Tersi de olabilirdi, yani MHP’yi küstürürse CHP’ye bağlı kalırdı.

 

Bu durumda da AKP esnekliğini kaybediyor. Esnekliği kaybedince tabii pazarlık gücü düşüyor. Dediğim gibi. Burada parti isimleri önemli değil. Nitekim aynı alıştırmayı ters taraftan yaparsak benzer bir sonucu CHP için buluruz. Yani MHP küsüp ayrılıyorum derse, CHP’nin gücü artmış, AKP’nin gücü düşmüş olacaktı. O yüzden AKP’nin aldığı oya bakarak çok rahatlamamsı, reform sürecinin gerektirdiği ince dengeleri hesaba katması gerekiyor. AKP’nin uzlaşma noktaları aramaya (bulmaya demiyorum, bulunamayabilir, o ayrı bir sorun) çok dikkat etmesi gerekiyor. Ben bu noktada  senin söylediklerine katılıyorum; çok arıyorlar gibi de gelmedi bana. Başbakan’ın konuşmaları bu havadaki bir görüşü yansıtmıyor.

 

İkinci ikaz noktası daha önce söylediğim gibi “işbirliğini red edenin” gücünün sıfıra düşüyor olması. Söylendiği kadar uygulanması kolay bir strateji değil.

 

ÖM: Seçimin hemen arkasındaki saatlerde hatta ve günlerde görülen, daha dengeli, itidalli halden biraz kazanılan azami çoğunluğu biraz hazmetmeme hali gibi de bir durum ortaya çıkmış olabilir.

 

HE: Önümüzdeki dönemde reform gibi kritik noktalarda AKP hükümetini istediğini yapmak konusunda çok sıkışabilir.

 

Son bir nokta daha: Ben bu tekniği en basit şekliyle uyguladım. Oysa çeşitli konularda çeşitli partilerin birbirine yakınlık dereceleri arasında farklar vardır. Bazı konular çok kritik konulardır. Bunların hesaba katılmasını olanaklı kılan yeni yaklaşımlar da var. Onlar da yapılabilir tabii.

(23 Ağustos 2007 tarihinde Açık Radyo’da yayınlanmıştır.)