(28 Mayıs 2010 tarihinde Açık Radyo'da Açık Gazete programında yayınlanmıştır.)
4. Bölüm
Adnan Menderes:
Pek muhterem başkan ve yüce divan, muhterem yüksek iddia makamı, sözlerime başlamadan önce not ettiğim müdafaamda tekrarlar, hatalar ve dil sürçmeleri olursa mazur görmenizi son derece istirham ederim. Muhterem reis beyefendi, anayasayı ihlal adıyla anılan bu davanın aslı ve esas mahiyeti yüksek malumları üzere siyasidir. Bu dava ile birletirilen diğer davalar da hemen hemen aynı mahiyeti taşımakta ve birçok bakımlardan eşine rastlanması pek nadir siyasi davalar oldukları da aşikar bulunmaktadır. Bu ciheti kayıt ve tespit etmekten maksadım son derece özel mahiyetleri itibariyle bunların çok değişik ve nisbi telakkilere maruz ve zaman içinde süratle değişen ve mekâena göre de yine çok değişik görüş ve neticelere bağlı bulunan meselelerin veya siyaset hadiselerinin ortaya çıkardığı bu davalarda zamanın siyaset cereyanlarının ve içinde yaşanılan heyecanların tesirinden uzak kalabilmenin müşkillerine işaret etmekten ibarettir.
Ömer Madra: Açık Radyo’da Açık Gazete’de, Ali Bilge ile hazırladığımız 27 Mayıs Darbesi 50. Yılı Özel Programı’nın 4. bölümündeyiz bugün. Tevfik Fikret’in dediği gibi “Hukuk, hukuk diye diye hukukun tepelendiği”ni hatırlatacak bir şekilde, hukuka oldukça aykırı şeyler yapıldığı bir olay da yaşanıyor.
Ali Bilge: Evet, sonradan çok değerli hocalarımızın da, kişilerin de tanıklık ettiğine göre, hem anayasayı hazırlıyorsunuz, hem de olağanüstü mahkemede mahkum olmaları için gerekçeli tanıklık yapıyorsunuz. Korkunç bir şey.
Ö.M: Hakikaten. O dönemde, sirk gösterileri gibi Yassıada Mahkemeleri’ne vapur kaldırılıyordu. Mesela hatırlıyorum, annem de maliye bakanı Fuat Ağralı’nın kızı diye ona davetiye geliyor; “Gelin seyredin, bakın işte neler oluyor” diye. Hâlâ kulaklarımda her gün radyoda “Yassıada Saati” var.
Değerli dinleyiciler Yassıada Saati’ni açıyoruz.-
Ö.M: Televizyon yok, ama insanları vapurla götürüp seyrettiriyorlar şovu, o kızılcık sopasıyla dolaşan Tarık Güryay’ı vs. hepsini seyrediyorlar ve bunun adına da hukuk, özgürlük ve anayasa bayramı deniyor yani.
A.B: Sinemalar için bir çekim yapılıyor: Düşükler Yassıada’da.
Düşükler Yassıada’da filminden ses kaydı:
Vatan cephesi baş kumandanı Kemal Aygün. Barların haraçcıbaşısı Faruk Oktay ve üniversite gençliğinin amansız celladı Bumin Yamanoğlu. İşte İstanbul’un kumar, eroin ve cinayet kolektif şirketi...
Poz vermeden edemez, sofrasında kilosu 1000 Lira’ya satılan siyah havyar bulunmamakla beraber Bayar iştahından bir şey kaybetmiş görünmemektedir.
A.B: Yassıada’ya getirilirken yeterli film çekilmediği için bütün bu insanları tekrar oynatıyorlar.
Ö.M: Yani sanıkları?
A.B: Sanıkları. Vapurdan motordan çıkıp gelmeleri vs. Bunun üzerine Bayar buna dayanamıyor “Ben oyuncu değilim” deyip intihar etmeye kalkıyor. Bu o dönemde sinemalarda gösteriliyor. Sanıkların adaya getirilişlerinin fotoğrafları –o dönemde inanılmaz bir skandala sebebiyet vermiştir- 100 bin TL’ye Hürriyet gazetesine satılıyor. Ve Milli Birlik Komitesi içerisindeki bir çatışmadır bu.
Ö.M: Sizin annenizin babanızın alyansları da bunları finanse ediyor.
A.B: Tabii. Dolayısıyla bu kötü muamele başlı başına incelenmesi gereken bir olay. Sonuçta cezalandırabilirsiniz, Demokrat Parti’nin suçlu pek çok hususu var, yanlış yaptığı, halkı hiçe saydığı.
Ö.M: Otoriter rejim, sansür uygulamaları.
A.B: Bir kere seçimle gelen seçimle gider olayı bozuluyor; 15 yıllık demokrasi tarihinin -o zaman 15 yıllık demokrasi var- başlangıcını teşkil ediyor...
Ö.M: Ondan sonra da sonu gelmiyor.
A.B: Sonu gelmiyor. Mesela yine necip sol ve aydın kamuoyunun 61 anayasasında görmediği hususlardan biridir: ‘Tabii senatörlük’ konusu.
Ö.M: Bu da çok ilginç, bunu gayet iyi hatırlıyorum, ama genç arkadaşlarımızın hayatında ilk defa duyduklarına eminim.
A.B: Bu tasfiyeden sonra kalan 23 kişilik Milli Birlik Komitesi ömrü boyunca mecliste tabii senatör oluyor, daha sonra demokrasiye geçişte, yani 61 seçimleri sonrasında, yeniden bir meclis oluşturuluyor, ama cuntaların hakim olduğu bir meclis. Yani korunuyor, darbeyi yapanlar, 12 Eylül’de olduğu gibi... Şu anda 12 Eylül’ün o koruma maddesi referanduma getirilecek.
Ö.M: Evet yaptıklarından hiç sorumlu değil, yani dokunulamazlık statüsü kazanıyorlar. Tabii senatör demek ömür boyu senatör demek değil mi?
A.B: Ömür boyu senatör.
Ö.M: Senatonun ayrılmaz parçası oluyorlar.
A.B: Bir de cumhurbaşkanlığı yapmış olanlar tabii senatör oluyorlardı o dönemde.
Ö.M: Yani önce seçiliyorlar, ondan sonra da ebedi senatör.
A.B: Bildiğim kadarıyla, İsmet Paşa tabii senatör oluyor, Celal Bayar bu olayı kabul etmiyor. 61 anayasasına ilerici karakter verilmesinin nedeni herhalde şu; -tabii ilerici olmayan yönleri yok değil- örneğin üniversiteler özerkliği, örneğin radyonun özerkliği, bu iki özerkliği de ben sonradan şöyle anlıyorum; Demokrat Parti bu konuda çok tahakkümcü olunca, burada özgürlük alanı açılmış ve bu iki özerklik de çok kısa bir süre sonra da elden alınmış zaten 12 Mart’ta. Siz özerk üniversiteye girmiştiniz, radyo o zaman özerkti, ama bunlar 12 Mart’la birlikte geri alındı. Hatırlarsınız Memduh Tağmaç’ın, 12 Mart’ın darbe liderinin bir lafı vardı; “Bu anayasanın kimi yerleri bol, bu elbiseyi daraltacağız.” İşte bunlarla daraltmış ama bu 61 anayasasının antidemokratik ve gerici yanlarını görmezlikten gelmemize neden olmamalı.
Ö.M: Adeta diktatoryal, militer... Zaten Milli Güvenlik Kurulu başlı başına yeterli buna herhangi bir şekilde özgürlükçü bir metin denememesi için, tabii senatörlüğü filan hiç saymıyorum bile.
A.B: Bir kısım Milli Birlikçiler ‘sola kaymışlardır’ zaman içeriside, Demokrat Partililerin antikomünist olmaları, bazı kişilerin darbeye getirdikleri tahlillerde bir komünist parmağı aranmasına neden oluyor, ki Celal Bayar ölene kadar her kış bir ‘komünizm gelecek’ şeyi geçirdi.
Sosyal bilimciler açısından incelenmeye değer bir şey doğrusu, neden ilerici bir karakterle sunuldu, takdim edildi? Tabii bir de yargı bağımsızlığı denilen ve kuvvetli bir yargı gücü geliyor. Anayasa Mahkemesi devreye giriyor, Yasama Anayasa Mahkemesi’yle, yürütme de Danıştay’la kontrol altına alınmış oluyor. Aslında bunlar önemli, pozitif şeyler, ama burada da kantarın topuzu öbür tarafa doğru kaçıyor ve yürütmenin icraat kabiliyetinde sorunlar yaşanıyor. Bunlar 12 Eylül’de de pekişiyor. Askeri yargıtay giriyor mesela.
Ö.M: İki başlı yargının başlangıcı da yinde 60 anayasası ki bu da başlıbaşına son derece önemli. Dünyada demokratik ülkelerin mevzuatında hiç görülmeyen bu iki başlı yargı hâlâ büyük bir şikayet konusu ve üzerinden 50 yıl geçtikten sonra kurtulmakta güçlük çektiğimiz bir durum, daha henüz bitmedi.
A.B: 12 Eylül’de bu iş daha da pekişti. Milli güvenlik devleti ve askerin vesayeti tam tekmil oturdu, 60’ta yarımdı.
Ö.M: Bir de bana önemli görünen küçük bir ayrıntı var, ama çok dramatik tabii. Hukuk, özgürlük vs. işte ilerici anayasa getiriliyor, kanunlar getiriliyor ve özgürlük bayramı kutlanıyor, anayasa hukuku geliştiriliyor ve Yargıtay, hukukçular ön plana getiriliyor. Tam bunlar olurken hukukun paramparça edildiği Yassıada Mahkemeleri faciasına her gün tanıklık ediliyor. O bilinen, ama tekrar hatırlanması gereken köpek ve bebek davaları mesela.
Yassıada savcı yardımcısı:
Halbuki cumhuriyet kurulalı beri ilk Müslüman başvekil olduğu ağızlarda sakız ve radyolarda türkü haline gelmişti. Buna inananlar da vardı, onun halis Müslüman olduğunu söyleyenler vardı. Bizzat kendisi bu inanışı ayakta tutmak gayretiyle mevlitler okutuyor ve sık sık ziyaret yerlerinde görünüyordu. Şimdi adını halis Müslümana çıkaran bu başvekilin evli iken ve yetişkin çocukları varken, sanatkâr diye koruması ve hatta saygı duyması gereken bir evli kadınla yıllar yılı zina etmesi ve bu yetmiyormuş gibi başka evli kadınları, hem de devletin mühim mevkilerinde vazifeli şahısların karılarını metres tutması yakışır mı?
Ö.M: Aklın alacağı şey değil, bütün bu ordinaryüs profesörler, anayasa hukukçuları, kelli felli ve özgürlükler metnini getiren insanların hiçbir itirazı yok bunlara. Yani kasasından çıkarttıkları bir donu..
A.B: Düzmece şey.
Ö.M: “Alın, bu iktidarın karakterini, ahlak karakterini gösteren örnektir” diye bir kadın donunu teşhir ediyor mesela savcılardan biri.
Yassıada savcı yardımcısı:
Bu kasaların üzerinde tarihi vesikaları muhtevidir yaftası yapışmış bulunduğu için. Nihayet yapılan muhabereler sonunda bu kasanın açılması vazifesi de bu heyete tevdi edildi ve kasa açıldı. Hakikaten heyetin bu tereddütü içindeki mahrem evrakın mahiyetinden ve kendilerine nice devlet sırlarının tevdi edilip edilmeyeceğindeydi. Kim bilir bu kasanın içinden ne mühim devlet sırları çıkacaktı. Kasa açıldı ve nihayet içinden bir zarf çıktı ve zarfın üzerinde Adnan Menderes’in imzasıyla tamamen kapatılmış ve kapanan yerlerine bu imzalar atılmıştı. Yine tereddüt etti heyet, acaba içinde ne vardı? Yumuşacık bir zarf bu, ne olabilirdi? Belki Atatürk’e ait bir hatıra mıydı? Bu kadar tevahuşla ve heyecanla zarfı elden ele dolaştırdılar ve nihayet heyete açılması hususunda yeniden bir selahiyet verildi. Zarf açıldı ve içinden çıkanlar maalesef bütün heyet azalarının tüylerini diken diken etti. Şimdi size bu zarfın içinden çıkanları göstereceğim.
TRT Yaasıada Saati programından ses kaydı (TRT arşivi):
Başsavcı bir kaç yerinde düşük Menderes’in imzası bulunan tombulca bir zarfı kenarlarından yırtarak açtı. Başta gazeteciler olmak üzere salonu dolduran dinleyiciler ayağa kalktılar, ‘aaa’ sesleri yükseldi. Hayret ve dehşet içinde kalmışlardı. Zarftan çıkanların bir listesini vermeye hicabımız ve sizin nezahatiniz manidir aziz dinleyiciler. Menderes’in avukatı savcıya cevap verdi, çattı, zarftan çıkanlara dair sanığa sual sorulmamasını rica etti. Beyanını şöyle bildirdi:
'Müvekkilim 10 sene bu memlekette başvekillik etmiştir. İyi kötü her ne ise bir vazife ifa etmeye çalışmıştır.'
Yassıada Mahkemeleri Yüce Adalet Divanı Başkanı Salim Başol: “Gereği görüşüldü. Şimdi iddia makamı tarafından başbakanlıktaki resmi kasadan çıktığı iddia edilen zarf üzerinde Adnan Menderes imzası bulunduğu beyan edilen zarfla içerisinden çıkan eşyanın sanık Adnan Menderes’e gösterilip sorulmasının dava mevzu ile alakası bulunmadığından gösterilmesi ve sorulması hakkındaki isteğin reddine ekseriyetle karar verdi.
Ö.M: Ama bütün bunlardan hiç bahsedilmiyor. Hiçbir savunma hakkı tanınmamış. Ayhan Aydan çok onurlu, haysiyetli bir tavır koyarak bu oyunu bozuyor. Bir tek bebek davasından bir şey yapılamıyor.
TRT, Yassıada Saati programından ses kaydı (TRT arşivinden):
Şahit olarak gayrimeşru münasebetten meydana gelen bebeğin annesi opera artisti Ayhan Aydan salona alındı.
Opera Sanatçısı Ayhan Aydan, (Yassıada Mahkemeleri ses kaydı):
Adnan Menderes’i 51 senesinde tanıdım ve kendisini çok sevdim. Çocuğu da çok seviyordum. Bütün emelim ondan bir çocuk yapmaktı ve maalesef bunda muvaffak olamadım, bütün tedavilerime, kendime iyi bakmama rağmen.
Ö.M: Ya da Celal Bayar’ın yolsuzluk hanesine yazdırdıkları, bir Afgan tazısı hediyesini kendine mal ettiği şeklinde. O da nasıl sonuçlandı bilmiyorum, beraat edildi galiba.
Celal Bayar (Yassıada Mahkemeleri ses kaydı):
Bu kadar küçük bir meseleden dolayı, böyle yüksek mahkemenin huzuruna çıktığım için en büyük cezayı çekmiş bulunuyorum.
A.B: O kadar çok şey var ki, mesela Samet Ağaoğlu’nun Marmara’da Bir Ada isimli kitabı avukatların ve sanıkların savunmalarını anlatır. Ablası Süreyya Ağaoğlu da onun avukatıdır. Bütün aile “Samet’in 100 milyon’unu çıkarın” diye sorgulamalardan geçer, ezalar, cefalar. Bu arada şunu da belirtelim, bu sanıkların bütün mal varlıklarına, nakit ve nakit olmayan mal varlıklarına el konulur. Gayrimenkulleri üzerine tasarruf yapamazlar, bildiğim kadarıyla Menderes ailesi kiraya çıkar, ciddi zorluklar yaşarlar.
Ö.M: Halbuki Söke’nin tanınmış, toprak ağası olan,
A.B: Varlıklı bir aile. Yani Yassıada mahkemeleri bir hukuk faciasıdır.
Yassıada Mahkemeleri Yüce Adalet Divanı Başkanı Salim Başol ile Adnan Menderes arasında geçen bir diyalog (Yassıada Mahkemeleri ses kayıtlarından):
- Belki ben iyi hatırlamıyorum, belki kendisi iyi hatırlamıyor, evvel dahiliye vekili aradı konuştu zannederim, ondan sonra benimle konuştu.
- Kim olursa efendim, onun bir ehemmiyeti yok. Şimdi asıl şöyle muayyen noktalar tespit edelim.
- Evet beyefendi.
- Partinin Kayseri’deki kongrenin durdurulması ve yapılmaması sizin emrinize müstenittir diyor.
- Beyefendi, şimdi benim emrim...
- Kayseri’ye sokulmaması, Himmet Dede’de trenin durdurulması sizin emrinize müstenittir diyor.
- Arz edeceğim beyefendi.
- Buraları açacağız yoksa dahiliye vekilinin sözü, gece vakti şöyle filan onlar karışık. Nirengi noktalarını bulacağız seçeceğiz değil mi.
- Beyefendi arz ediyorum. Evvela bendeniz tamamiyle normal telakki ettim.
- Mesela sizin de izahlarınız birbirini tutmuyor. Geçen gün yüksek soruşturmadaki ifadenizi okuyoruz, başka çıkıyor. Her anlatışta biraz daha başka oluyor.
- Beyfendi her anlatış...
- Mesele nedir? Mesele partinin parti kongresinin kimin tarafından durdurulduğu. Kayseri’ye kimin, İnönü’nün sokulmaması emrini kimin verdiği? Himmet Dede’de trenin kimin emriyle durdurulduğu? Yeşilhisar’a girmesin diye kimin, girmesin ve dönsün diye kimin emir verdiği? Bu, buralar.
- Beyefendi, bir taraftan dahiliye vekili görüşüyor, bir taraftan ben görüşüyorum, bir taraftan hükümet kararıdır diye vali naklediyor. Bir hükümet toplantısı ve de hükümet kararı bahis mevzu değil. Mesul vekil olan dahiliye vekilidir.”
- Evvela sizinle konuştum diyor, evvela sizinle konuştuğunu söylüyor. Zaten dahiliye vekili de müntehir Namık Gedik de, Medeni Berk de sizin adınıza, sizin namınıza hareket ediyor, kendi kendine değil ya!”
- Beyefendi bu böyle...
- Anlatın, buralara cevap verin.
- Beyefendi, bu böyle telakki edilemez. Bir defa şu noktadan arz etmek isterim, şu noktayla izah etmek isterim ki Ankara’ya gelinceye kadar, daha evvelden, çok evvelden haberdar olduğum halde tamamiyle tabii telakki ettim ve katiyen şey yapmadım.”
- Peki Ankara’da başlasın. Emirler onun emriyle olmuştur diyor.
- Beyefendi, şimdi Himmet Dede’nin, arz ettiğim gibi Himmet Dede’nin istasyon olduğunu ve orada telkifi lazım geldiğini katiyen...
- Biraz müsaade buyrun. Diyorsunuz ki Himmet Dede’nin istasyon olduğunu dahi bilmiyorum diye defaatle söylediniz.
- Evet.
- Bunu şuna getirmek istiyorsunuz, ‘ben o kadar bu meseleyi bilmiyorum ki benim bu mesele hakkında hukukum o kadar yok ki, hatta Himmet Dede’nin bir istasyon olduğunu dahi bilmiyorum’ demesine getiriyorsunuz. Himmet Dede’nin istasyon olduğunu bilseniz ne çıkar bilmeseniz ne çıkar?
Ö.M: “Kısa kes” lafından başka hiçbir şey duyulmuyor Salim Başol’un.
A.B: Kesinlikle.
Ö.M: Son savunması artık, yani idama mahkum olmuş “Son diyeceğin var mı?” diyorlar “Arz edeyim” diyor Menderes yanılmıyorsam, “Kısa kes!” diyor. Yani o noktada bir hukuk faciasından bahsediyoruz. Yani hakikaten akıl durdurucu ve vicdanı çok yaralayıcı noktalar bunlar yani.
A.B: Bir de psikolojik işkence var, sürekli odalarında genç teğmenler bulunuyor. Yani düşünebiliyor musunuz? Hücrelerinde, odalarında, idama giderken.. Hasta bir insanın idam edilmesi.
Ö.M: Evet, hasta, intihara teşebbüs girişmiş, zor bela önlemişler ve ondan sonra da apar topar Hipokrat yemini etmiş o doktorlar -hepsini lanetle anmak gerekiyor gerçekten- yani diriltip asarak öldürmeyi tercih ediyorlar. Bunlar doktor nezaretinde yapılmış şeyler ve “Menderes İmralı’ya getirildiğinde yürüyecek halde değildi” deniyor. Bunu da Celal Bayar’ın torunu Emine Gürsoy Naskali anlatıyor. Şöyle anlatmış meseleyi; “Kararlar tebliğ edilir edilmez idama mahkum edilen sanıklardan 14’ü mahkeme salonundan doğruca İmralı’ya sevk ediliyor, İmralı’da elleri arkalarından bağlı olarak büyük babam –yani Celal Bayar ve diğerleri hücrelere alınıyorlar ve beklemeye başlıyorlar.” O zamanki deyimle sakıttı, yani düşük.
A.B: Düşükler.
Ö.M: Düşükler terimi var ve bekleme başlıyor. “Kararlar tebliğ edilir edilmez idama mahkum edilen sanıklardan 14’ü mahkeme salonundan doğruca İmralı’ya sevk ediliyor. İmralı’da elleri arkalarından bağlı olarak büyükbabam ve diğerleri hücrelere alınıyorlar ve bekleme başlıyor. İdam kararının müebbete çevrildiği tebliğ edildiğinde, liste okunuyor, işte o zaman büyükbabamın gözlerinden yaşlar süzülmeye ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlıyor. Çünkü o listede üç arkadaşının isminin olmadığını anlıyor. ‘Menderes İmralı’ya getirildiğinde yürüyecek halde değildi. İki kolunda iki askerle yürüyebilmiştir. İmralı’ya inişini ve darağacına yürüyüşünü görüntüleyen film ve fotoğraflar göstermelik ve bir iki saniyenin görüntüleridir. Yoksa iki kolunda askerle yürütülmüştür. Menderes’in boynuna geçirilen ip uygun şekilde yerleştirilmediği için Menderes çok can çekişerek hayatını teslim etmiştir. Vücudunun titremesinden ayakkabıları ayağından fırlamıştır. Menderes asıldıktan sonra -oradaki subaylar sırf onu darağacında sallanır vaziyette görmek istedikleri için- cansız bedenini yeniden ipe çekmişlerdir. İnsan ‘böyle bir kin nereden beslenir’ diyor.” Vatan gazetesinin 23 Mayıs 2010 tarihli ekinden...
A.B: Yassıada’daki genç subaylar daha sonra başka zamanların aktörleri oluyorlar.
Ö.M: Çok büyük bir zulüm, hukuk dışılık, işkence, kötü muamele de 27 Mayıs repertuvarının ayrılmaz ve en önemli parçalarından biri. Halbuki hiçbir şekilde böyle değerlendirilmiyor ne sosyal demokrat çevrelerde ne CHP’de ne de AKP’de... Böyle bir bakış yok hiçbir yerde.
27 Mayıs’ta, medyanın oynadığı rol de -bir medya mensubuysak biz de- utanarak söyleyebileceğimiz bir şey. Gene Emine Gürsoy anlatıyor; “Darbeden sonra İnönü’nün damadı Metin Toker’in çıkardığı Akis dergisinin kapağında, darağacından sallanan bir idam ipi ve önünde de büyükbabamın –yani Celal Bayar’ın- bir fotoğrafı var. Altında da gayet edebi bir şekilde Dostoyevski’den alıntı yapıyor: ‘Cürüm ve Ceza.” Yani medya asılmasının teşvikini yapıyor. Medya mesela içişleri bakanı Namık Gedik intihar ettiğini söylüyor. Hiç emin değilim. Çünkü emniyetin gözaltına alındığı..
A.B: Harp okulundayken hatırladığım kadarıyla, “gözaltında intihar etti, kendini attı” deniyor.
Ö.M: Medyada öyle çıktı tabii; “Kanlı katil intihar etti sonunda” dendi, ama emin değilim.
A.B: Namık Gedik’in oğlu da Arda Gedik daha sonra Hürriyet gazetesinin genel yayın yönetmenidir ve Hürriyet gazetesinin darbe ile olan ilişkisi, darbeye verdiği destek de ayrıca bir program konusu bence, Daha sonra darbecilerden bir tanesi, galiba Orhan Erkanlı olabilir, Hürriyet gazetesinin yönetiminde bulunmuştur. Ana akım medyanın darbelerle olan ilişkileri için o dönemde ibretlik bir durum söz konusudur Simavilerin elindeyken Hürriyet gazetesi... 27 Mayıs ilişkisi ayrıca bir program konusudur.
Ö.M: Hürriyet gazetesine hiç yakışıyor mu bu? Daha sonra da hiç desteklemiş midir darbe!?
A.B: 27 Mayıs’taki dramatik olaylardan aklıma gelen bir başkası mesela, Konya valisi Cemil Keleşoğlu diye bir bürokrat var, o da bir olaydan dolayı içeride, valiler de içeride tabii... Bu 588 kişi içinde. Bizi buradan çıkartmayacaklar ve hepimizi asacaklar endişesi taşıyor. Tabii koşulların getirdiği depresyon da var. “Eğer şu an ölürsem karıma ve çocuklarıma maaş bağlanır ama mahkum edilirsem tüm özlük haklarım gideceği için maaş bağlanmaz, onlar aç kalır” diye intihar ediyor.
Ö.M: Evet, bu tarafları da hiç bilinmiyor.
A.B: Ayrıca 15 kişi asılacak diye kurulan darağacı masrafları ailelerinden alınıyor. Feci şeyler bunlar. 15 kişiyi idama mahkum ediyor, 3’ü asılıyor, diğerleri son dakikada gelen bir afla müebbete dönüştürülüyor ya. Feci şeyler, bunun gibi yüzlerce olay var ve bunlar gözümüzün önüne hiçbir zaman doğru dürüst getirilmiyor, hem hukuk tarafıyla, hem anayasasıyla, hem de o dönemin yaşananları açısından.
Ö.M: Geçmişten tarihten bilgilenmek ondan sonra da oradan aldığımız bilgileri günümüzü aydınlatmak ve önümüzü aydınlatmak için kullanmaktan bahsederken doğrusu bütün kavramları yeniden gözden geçirmekte çok büyük yarar var. Kimin lafıydı hatırlamıyorum ama, sarımsakla sol.
A.B: Darbe enstitüleri kurulması
Ö.M: Evet. Yani sağımıza sarımsak, solumuza da soğan asmak zorundayız herhalde şaşırmamak için.
A.B: Böyle bir aydın portresi bu ülkede yetişiyor, yani “darbenin iyi olanını ben seçerim, bu taraf kötüdür” falan. Bunun kendini demokrasi aşığı gibi belleten insanlardan gelmesi ayrıca acı, ama tabii günümüzde artık 50 yıl sonra bir turnusol kâğıdı oldu, yani demokratlar, sol bugün için kristalleşmiş durumda, öyle görüyoruz. O yüzden yalan tarihle sırtını yalan tarihe yaslaya yaslaya bu kadar devam edebildi. Bugün Dersim isyanından darbelere, azınlıkların geçirdikleri süreçlerden Kürt isyanlarına kadar ve Ermeni meselesine kadar pek çok şey ortaya dökülüyor. 27 Mayıs da onun gibi olaylardan bir tanesi.
Ö.M: O zaman günümüze bağlamanın da zamanı geldi. 27 Mayıs hikâyesi bütün ilüzyon ve yanılsamalarla günümüze kadar pek çok şeyi aktarıyor, ama bu hikâyeyi bugüne getiren en önemli köprülerden birini de gene Emine Gürsoy’un, 23 Mayıs tarihli Vatan gazetesindeki mülakatında görüyoruz: Şöyle bir şey söylüyor: “O dönemin genç subayları, seçilmiş genç subayları Yassıada’da görev yaptılar” diyor. Yassıada’nın aslında bir model olduğunu da düşünmekte yarar var. “Silahlı olarak mahkeme salonunda nöbet tuttular, yaklaşık 3 bin ordu personeline bu görevleri dolayısıyla Milli Birlik Kurulu ek maaş bağladı.” İşte alyanslar!
A.B: Alyanslar oraya gitmiş!
Ö.M: Evet. “Bu insanlar o yıllarda tabii genç insanlar,” diyor Gürsoy “tutuklamaları yapan, Yassıada’da da nöbet tutan, darbe muhafızlığını gören o subaylar, ileriki yıllarda hep terfi ettiler ve hep karşımıza çıktılar. Şener Eruygur, Hurşit Tolon, Çetin Doğan, Çevik Bir, Tuncer Kılınç, Altay Tokat, Kemal Yılmaz, Edip Başer, Tamer Akbaş, Yaşar Büyükanıt, Feyzi Türkeri, Akay Şakman, Teoman Koman, İlhami Erdil, Namık Kemal Ersun, Necip Torumtay, İsmail Hakkı Karadayı, Kemal Yamak, İlhan Oral, İrfan Tınaz, Doğu Aktulga. Hiçbiri Yassıada’yı ağızlarına almadı, hiçbiri 27 Mayıs darbesinden ve yapılanlardan dolayı pişmanlık duyduklarını söylemedi. Harbiye’de ve Yassıada’da ne yaptıklarını anlatmadılar, ama 1960 darbesinde bu isimler iyi eğitim aldı,” diyor. Bu çok önemli bir nokta, daha önceki konuşmalarımızla ABD’nin olası rolü üzerinde düşündüğümüzde Yassıada’nın çok önemli bir fidelik olduğunu ve daha sonraki darbelerin ve darbe girişimlerinin çok önemli seçkin isimlerini burada, 27 Mayıs’ta Yassıada mahkemelerinde görev yaparken görmek mümkün. Buranın bir ekol, bir okul olduğunu, ABD’de de darbeciler yetiştiren okullar gibi, Yassıada’nın da kullanılmış olduğunu en azından Celal Bayar’ın torunu Emine Gürsoy’un sözlerinden öğrenmek mümkün olabiliyor değil mi?
A.B: 50 yıldır darbe lafı etmeden Türkiye konuşulmuyor. Umarım bundan sonra bunları daha derin aydınlatma imkânları söz konusu olabilir, ama sosyal ve siyasi bilimciler açısından çok araştırılacak, açığa çıkarılacak alan var.
Ö.M: Bir de İsmet İnönü’nün oynadığı rol konusunda da epey kafa karışıklığı var. Yani o istemedi, idamları önlemeye çalıştı vs deniyor ama, -belki de son anda idamları önlemek için uğraştığı doğru- epey önceden haberdar olduğu da aşikâr değil mi?
A.B: Darbeci bir grup İsmet Paşa’ya mesaj ulaştırır, 57’de filandır galiba. İsmet Paşa’nın avukatı aracılığıyla giderler. Bundan haberdardır, mümkün değil haberdar olmaması, ama darbe sonrasında samimi olarak engellemeye çalışmış idamları gerçekten. Onu Aydın Menderes’in de anlatımından biliyoruz. Hatta şöyle bir cümlesi var: “Bunlar çıldırmış vaziyetteler, dinlemiyorlar beni” diyor. Tabii darbeye giden yolu ve darbecileri engelleyebilirdi, ama o dönemin CHP içerisindeki unsurlarını unutmayalım, Fevzioğulları var, Aydın Yalçınlar var.
Ö.M: Nihat Erim.
A.B: Nihat Erimler var, Metin Tokerler var, Bülent Ecevitler var. O dönemde Çetin Altan da darbeyi destekleyen yazılar yazmıştır. Şimdi Çetin bey öyle bir pozisyonda değil, ama ülkenin halet-i ruhiyesi içinde bu grup da böyle bir tavır vardır. Darbeyi engelleyebilme imkânları var mıydı? Bana kalırsa vardı. Bir bildiri yayınlasaydı İsmet Paşa...
Ö.M: Evet, haberi olup olmaması, engelleme imkânı meselesi değil, yani imkanı olmasaydı da etik ve siyasi, insani duruş olarak kesinlikle karşı çıkması gerekiyordu. Yani İsmet Paşa bu ülkenin iki numarası Atatürk’ten sonra.
A.B: Ciddi bir darbeci gelenekten de gelen, Meşrutiyetin subaylarından.
Ö.M: “Sizi ben bile kurtaramam” diyor mesela, yani “Ordu geliyor, ona göre de ayağınızı denk alın,” diye de bir konuşması var mecliste. Bunlar da tabii tekrar tekrar üzerinde durulması gereken noktalar. Ali Bilge ile birlikte hazırladığımız 50. Yılında 27 Mayıs Darbesi Özel Programı’mızı burada kapatıyoruz. Çok teşekkürler Ali bey.
A.B: Ben teşekkür ederim, umarım yararlı olur.
Ö.M: 50 yılın çok küçük bir muhasebesini, karşılıklı sohbet şeklinde yapmaya çalıştık; 27 Mayıs darbesinin, -inkılap, ihtilal- artık hangisini tercih ederseniz edin, 50 yıllık serüveninden küçük bir kesiti sizinle paylaştık. Didem Gençtürk arkadaşımız sesleri seçti, Ömer Şahin de teknik masasını yönetti. Onlara da teşekkür ederek huzurlardan ayrılıyoruz.
A.B: Ben de teşekkür ederim.