(26 Mayıs 2010 tarihinde Açık Radyo'da Açık Gazete programında yayınlanmıştır.)
Ömer Madra: Açık Radyo’da, Açık Gazete’de 27 Mayıs Darbesi Özel Programı’nın ikinci bölümündeyiz Ali Bilge ile birlikte. Didem Gençtürk sesleri hazırlayıp yerleştirdi, Ömer Şahin de bize yardımcı oluyor. Dünden kalan bir konuyu size tekrar sormak istiyorum; Annenizle babanızın da alyanslarını, yani, altın evlilik yüzüklerini yüzüklerini bağışladıklarını, sonra da bundan pişman olduklarını çünkü bunun başka amaçlarla kullanıldığını askerler için üst düzey bürokrasiye lojman yapıldığını, bir Alyans Mahallesi kurulduğunu söylemiştiniz. Hangi gerekçeyle veriliyordu evlilik yüzükleri o zaman?
Ali Bilge: Ekonomik durum pek parlak değildir hatırlarsanız, 58 devalüasyonu ve sonrasında, Demokrat Parti’nin son döneminde kaynak sıkıntısı, döviz açığı vardır, iktisadi durum kötüye gitmektedir ve bunu kapatmak üzere hazineye, o zamanki yönetime destek amaçlı olarak insanlar altınlarını, alyanslarını bağışlarlar katkı olsun diye.
Ö.M: Yani darbecileri desteklemek üzere?
A.B: Evet darbecileri ekonomik olarak desteklemek üzere yapılan bir şeydir. Çok bilinmeyen şeylerden biri de, darbe sonrasında ordu içerisinde büyük bir tenkisat, yani emekliye sevk edilme vardır..
Ö.M: Pek çok insan.
A.B: Evet, 200 küsur general ve 5 bin subay. Cumhuriyet tarihinin ordudaki ilk böyle büyük değişikliğidir. bunun sonucunda bu insanları emekli ederken bir kaynağa da ihtiyaç var. Bu restorasyon isteği aslında birleşik devletler tarafından geliyor. Ordunun yapısına iki şey çok net giriyor, birincisi pek çok kişinin emekliye sevk edilmesi ve daha kompakt bir ordu kurulması, ordunun daha az kurmayla ve daha az subayla yönetilmesi ve modernizasyonu tavsiye ediliyor. Şimdi belki kamuoyunun çok az bildiği şeylerden biridir bu, emekliye sevk edilen subayların emekli ikramiyeleri Birleşik Devletler’in gönderdiği bir kaynaktan ödeniyor.
Ö.M: Allah allah! Alyanslarla ödenmiyor yani?
A.B: O alyanslar ayrı. Burada, huzursuzluk olacak diye subayların seslerini çıkarmaları iki şeyle önleniyor; birincisi ikramiyeleri ödeniyor, çünkü burada genci var, emekliliği hak etmişi var, etmemişi var. Bu da o dönem bizzat Birleşik Devletler’den gelen kaynakla ödeniyor.
Ö.M: Amerikan yardımı yani?
A.B: Evet. İkincisi de, Ordu Yardımlaşma Kurumu’nun kurulması. Bu ikisi de tam 60 ihtilali sonrasına rastlayan dönemde, ABD’nin ve NATO’nun katkılarıdır. Başka katkıları da var, bence mutlaka değinilmesi gereken hususlardan biri.
Ö.M: Evet, burada ABD’nin uluslararası konjonktürdeki rolü ve bu darbede rol alıp almadığı meselesi, üzerinde hemen hemen hiç durulmayan hususlardan biridir. Belki ona da fırsat buluruz, ama şimdi isterseniz bu diktatörlüğe giden, “devrilen diktatörlüğe” giden yolu birazcık katedelim.
A.B: 1945 savaşın bitişi, 46 çok partili denilen rejime geçiş ve 46 seçimlerinde CHP’nin açık oy gizli tasnif yöntemiyle tekrar iktidarı ile geçirmesi var, şaibeli seçim malum.
Ö.M: Hileli.
A.B: Hileli seçim ve bunun üzerine o zamanki TSK üzerinde büyük bir hoşnutsuzluk vardır. Bu tarafı da çok fazla irdelenmiyor; 46-50 arasında TSK’nin içerisinde o zaman albay ve general rütbesinde pek çok isim, İsmet Paşa ve Fevzi Çakmak -düşünün 20 küsur sene genelkurmay başkanlığı yapmış, ordu hiyerarşisindeki durum da bozulmuş o nedenle- Çakmak 44’te emekliye sevk edilir.
Beklentiler, ordunun modernizasyonu hiç gerçekleşmemiş, Birinci Dünya Savaşı, Balkan Savaşı teknolojisinde bir ordu var ve bir modernizasyon talebi var, o da Batı dünyasıyla bütünleşirsek olur. CHP buna yanaşmaz, yanaşmayacak bir partidir. Yeni parti, demokratlar, ordunun modernizasyonunu ve Batı dünyasıyla kenetlenmeyi hedeflemiştir, dolayısıyla CHP’ye karşı bir cunta oluşur 46-50 arasında. Hatta 50’de tamamen tersi bir durum vardır, hep derler ki “Paşa, istersen bırakmazsın, biz senin arkandayız”. Tam tersi, eğer CHP 50’de iktidarı bırakmasa, ordu destekli Demokrat parti yandaşı bir darbe de planlanmaktadır. O darbeyi 46-50 arasında planlayanlar daha sonraki darbelerdeki aktör unsurlar, Cevdet Sunay, Cemal Tural, Cemal Gürsel, Fahri Belen, Seyfi Kurtbek gibi, o zamanki kurmay albay ve general rütbesindeki mensuplardır. Bunlar modernizasyon talep etmektedirler. Bu modernizasyonun da Demokrat Parti’yle olacağını düşünürler ve Demokrat Parti o dönemde desteklenir ciddi olarak ordunun içerisindeki güçler tarafından, ama 54’ten sonra, ordu ile Demokrat Parti’nin ittifakı bozulmaya başlar. Nedeni bu modernizasyon ve askerin durumunun iyileştirilmesinin istenildiği gibi gerçekleşmemesidir. Amerikan yardımları başlamıştır, bu anlamda gelişmeler vardır, ama 24 anayasası yürütmeye büyük bir güç verir, 24 anayasasında güçler dengesi yürütme esaslıdır, 24 anayasası ona göre dizayn edilmiştir, anayasa mahkemesi yoktur, yargıda kuvvetli bir doku oluşturulmamıştır, yürütme ve yasamanın gücü yüksektir. Bu 10 yıl içerisinde –diktatörlüğe geleceğim- anayasanın yürütmeye ve yasamaya, özellikle yürütmeye verdiği yetkiler nedeniyle diktatörlük kurulduğu savıyla, 146/1’e kadar uzanan o Yassıada Mahkemeleri teşekkül etmiştir.
46-54 arasındaki süreçte ordudan Seyfi Kurt Bey Demokrat Parti’den milletvekili olur ve ilk savunma bakanıdır, Fahri Belen de bayındırlık bakanı olur, başka paşalar da Demokrat Parti içerisinde yer almıştır, ama aradıklarını bulamazlar, 54’ten sonra kopuşlar başlar. Ama bugünkü gibi bir durum yok; genelkurmay başkanı milli savunmanın altında, kuvvet komutanları ve komutanlar bürokratik hiyerarşide neredeyse oradalar, dolayısıyla yürütmenin ve siyasetin önde olduğu bir dönemdir 50-60 arası. Zaten buna duyulan müthiş bir tepki vardır, kendileri sürekli başat olan silah kuvvetler, -1908’e kadar götürebiliriz- bu dengenin, bu modelin değişmesini talep ederler. 60 ihtilalı aslında bu anlamda bir arayışın da ürünüdür. “Ben yedeklerle de idare ederim,” demiştir Menderes, ona büyük bir tepki vardır ve 54’ten itibaren irili ufaklı, en az 15 tane falan “vatanı kurtaracak” halaskârlar oluşmaya başlar. Bunların içerisinde önemli gruplardan bir tanesi Sadi Koçaş grubudur, Türkeş, Talat Aydemir, Kabib Ayber kanlı ekipleri vardır ve bunların en üst rütbesi yarbay seviyesindedir o dönemler başlangıcında. Model İttihat Terakki modelidir, yemine silah üzerine girilir ve çok komik yapılanmalar da vardır ve daha sonra bunlar birleşirler. Bu yapılanmalar önce 57 seçimleri öncesinde yapmak isterler bu işi, yine bir 9 subay olayı vardır, aralarından biri ihbar eder, ama bunlar affedilir, Cemal Tural Paşa mahkeme başkanıdır.
Bu süre içerisinde Demokrat Parti de gücünü yitirmeye başlar, özellikle iktisadi alanda... Döviz sıkıntılarıyla karşılaşır, borçları ödeyememe mevzularıyla karşı karşıya kalmıştır. Bu da Demokrat Parti’nin güvenlik bürokrasisiyle arasını açmaya başlar. özellikle Silahlı Kuvvetler ve o zamanki adıyla MAH (Milli Amele Hizmet Teşkilatı) Başbakanlığa bağlı, Başbakanlık müsteşarlığı var bir daire başkanlığıdır. Daha sonra 1965’te müsteşarlık haline gelir, MİT olur.
Ö.M: Milli İstihbarat Teşkilatı’na dönüşecek değil mi MAH iken?
A.B: Evet. Bu 50-60 döneminde TSK’nın modernizasyonu nedeniyle, ordunun bütün subayları neredeyse, çok önemli bir bölümü, Birleşik Devletler ve NATO kolejlerinde eğitim görürler. B eğitimlerle birlikte, 1952 yılında Türkiye’de gladyonun başlangıcı olan Seferberlik Tetkik Dairesi (STD)’nin kuruluşuna tanık oluruz. STD, NATO subaylığı ve NATO Daire Başkanlığı... Milli Birlik Komitesi’ni oluşturan unsurların, kişilerin büyük bir bölümünün buralardan geçen subaylar olması dikkat çekicidir. genelkurmayda bu başta Türkeş olmak üzere pek çok kişi bu
27 Mayıs’ta güvenlik bürokrasisi içerisinde, NATO ve ABD kodlarına göre eğitim görmüş, subaylar vardır. 1957 yılında, Başbakan Adnan Menderes, müsteşarı Ahmet Salih Korur’u çağırır, der ki; “Şu MAH’tan pis kokular alıyorum, şurayla bir ilgilenir misin?” Kaynağımız Cüneyt Arcayürek’in Darbeler ve Gizli Servisler kitabı. Söylediklerimizin tamamını kaynaklarda bulmak mümkündür, ama bir belgeselin arkasına kaynakça vermek biraz uzun olabilir.* Ahmet Salih Korur gerçekten bir araştırma yapar ve sonunda raporunu Başvekil Adnan Bey’e takdim ettiğinde durum vahimdir. Der ki “Küçükesat’taki –Ankara’da Küçükesat diye bir semtte MAH binası vardır- binanın kirasını CIA ödemektedir efendim” der, “Nasıl olur?” der, “Efendim ondan daha da vahimi var, teşkilatın neredeyse tamamını, diğer ülke istihbarat örgütleri ikinci maaşa bağlamıştır.”
Ö.M: Çift maaş alıyorlar.
A.B: “Çift maaş alıyorlar ve bu durum arkadaşların ağırına gidiyor,” der. “Aman Ahmet, Amerikalıları küstürmeden bunu bir şekilde halledin” der. Şimdi o dönemki istihbarat örgütümüzün içi bu şekilde, yani “ulusal istihbarat teşkilatı”mızın.
Ö.M: Tabii ilginç bir nokta var; bu 27 Mayıs darbesiyle ilgili bütün tartışmalarda yazılanlarda, çizilenlerde, konuşulanlarda, Amerika’nın rolü konusu hemen hemen pek az üstünde durularak geçiştirilmekte. Oysa daha sonraki olabilecek şeylerin hepsinde Amerika ile bağlantı ve CIA parmağı arandı, hâlâ daha pek çok şeyde öyle, şimdi bir de bunlara ilaveten AB de zaman zaman giriyor işin içine, ama esas olarak CIA parmağı aranıyor. Fakat 27 Mayıs’ta bu söyledikleriniz, kan dondurucu, dehşet verici şeyler olmasına rağmen, hiç bu konudan bahsedilmiyor ve özgürlük ve anayasadan söz ediliyor. O açıdan çok önemli.
A.B: Bu 38 kişinin, aktörlerin hepsi dış görev yapmış, büyük bir çoğunluğu NATO askeri ateşe militerlikte bulunmuş, Washington’da çalışmış subaylardır.
Ö.M: Ve Alparslan Türkeş de radyodan yaptığı duyuruda “NATO’ya ve CENTO’ya bağlıyız” diyor. Central Organisation’ın kısaltılmışı CENTO, yani Türkiye, Pakistan ve ABD arasında, bölgesel, muhtemelen enerji hatlarını da tutmaya yönelik bir uluslararası örgüt olan CENTO’ya da bağlılık ifade ediliyor hemen. İlk cümlede böyle bir darbe olduğunu söylüyor ama ilk şey “NATO’ya ve CENTO’ya bağlıyız” diyor.
“Burası Türkiye Radyo Yayın Postaları, Türk Silahlı Kuvvetleri Türk vatandaşlarını radyolarının başına davet eder."Alparslan Türkeş 27 Mayıs sabahı radyodan sesleniyor:
Sevgili vatandaşlar, dün gece yarısından itibaren bütün Türkiye’de deniz, hava, kara Türk Silahlı Kuvvetleri elele vererek memleketin idarisini ele almıştır. Bu hareket silahlı kuvvetlerimizin müşterek işbirliği sayesinde kansız başarılmıştır. Sevgili vatandaşlarımızın sükûn içinde bulunmalarını ve resmi sıfatı ne olursa olsun hiç kimsenin sokağa çıkmamalarını rica ederiz.
Alparslan Türkeş (TRT - Milliyet ortak yapımı olan Demirkırat Belgeseli'nden ses kaydı):
Radyodan anons yapmak lazım, ‘bir şey hazırlamadık’ dedi. Dedim ki ‘ben onu hazırlarım siz onun için endişe etmeyin. Kalktım, oradan eğitim ve harekat subayının odası var yan tarafta, oraya geçtim, orada oturdum. İlk yayımlanan bir numaralı bildiriyi orada kaleme aldım.
Cemal Madanoğlu (TRT - Milliyet ortak yapımı olan Demirkırat Belgeseli'nden ses kaydı):
Bu arada yazanlar da yazdıklarını arada bir yazdıklarını bana okuyorlar, mesela benim aklımda kalan 3 defaydı, ama 2’si aklımda, birinde dediler ki ‘Türk ordusu iktidarı ele almıştır’. ‘İdareyi ele almıştır’ deyin ‘ha tamam’ dediler düzelttiler.
19 Haziran 1960, Mithatpaşa Stadyumu, Beşiktaş-Karagümrük maçı öncesinde Beşiktaşlı futbolcular seyircileri selamlarken.
A.B: Ordu hiyerarşinin dışında cereyan eden bu harekette ABD, NATO ve CIA’nın bilgisinin olmaması mümkün değil, zaten sonradan yazılanlar bunları doğrular niteliktedir. Selim Sarper’i çağırtırlar darbenin olduğu gün, Cemal Madanoğlu darbenin önemli aktörlerinden biridir, Cemal’lerinden bir tanesidir. Selim Sarper de korkar ‘ben de mi içeri alınıyorum’ diye, o sırada dışişleri bakanlığı genel sekreteridir, şimdiki müsteşarlığa eşdeğer pozisyondur. Madanoğlu der ki Sarper’e “bak biz içeriyi hallederiz de dışarı ne olacak?” “Mükemmel, kimin aklına geldi bu CENTO’ya ve NATO’ya bağlı olmak. Olayı çözdünüz” der Sarper ve dışişleri bakanı olur.
Ö.M: Dışişleri bakanı da bu şekilde oluyor.
A.B: O dönemde, 1959 yılının 1 Mart’ında ABD ile Türkiye arasında yapılan bir anlaşma var, tecavüz karşılığında Birleşik Devletler’in her türlü iç ve dış müdahalesini öngörüyor.
Ö.M: Saldırı yani?
A.B: Evet. 27 Mayıs’tan 18 gün önce Pentagon’la benzer bir anlaşma daha imzalanmıştır. 27 Mayıs’tan dönemin Ankara’daki istasyon şefleri, elçilik, tümüyle haberdardır ve albay Türkeş onların en gözettiği vekil kişidir.
Ö.M: Zaten o da Amerika’da meşhur School of America gibi bir yerde eğitim görüyor.
A.B: Menderes ve hükümeti bilumum olaylara rağmen o sırada Birleşik Devletler’den gelecek bilgiyi önemsemiştir. Halbuki Birleşik Devletler istihbaratı ile Türk istihbaratı bu kadar içiçedir.
Ö.M: İç konjonktür de var tabii, Demokrat Parti’nin otoriter tavrı, vatan cepheleri, tahkikat komisyonları, gazetecilerin ciddi olarak baskı altına alındığı dönem, ağır sansürün kol gezdiği bir dönem.
.: Evet. 24 anayasası, çok partili rejime geçince 10 yıl boyunca müthiş bir yürütme gücü getirmiştir, dengeleyici bir gücün olmaması, o kötü yönetim, dejenere edilebilir durumlar yaratmıştır, nitekim o tür örnekleri de var.
Ö.M: Evet “odunu aday göstersem seçilir” dediği de vâki galiba Adnan Menderes’in, yani “kimi istesem seçtiririm.”
A.B: Bütün bunlar bu Yassıada’daki muameleyi ve sonucu, bir darbeyi asla mazur göstermez; zaten darbeden kısa bir süre önce artık iktidarın bırakılmasına dair ciddi eğilimler var.
Ö.M: CHP’nin seçimleri kazanacağına dair de yapılmış ilginç araştırmalar var. Yani bu antidemokratik uygulamalarla kaybediyorlar, ekonomik durum da kötüye gitmiş. Yani Halk Partisi muhalefetten tekrar iktidara gelmek üzere. Hatta şimdi kaynağını tam gösteremeyeceğim, ama olaylarla Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde, Ankara’da çıkarılan bir kitaptan hatırlıyorum, o zaman bugünkü kadar yaygın değildi şüphesiz kamuoyu araştırmaları filan, ama yapılacak seçimde bütün baskılara rağmen Halk Partisi’nin kazanacağına dair sonuçlar çıkıyor.
Arada da tabii çok önemli bir başka dış etken daha var, onu da muhakkak söylemek lazım, ‘Soğuk Savaş’ denilen dünyanın tamamen komünist ve karşıtı, Sovyetler Birliği’yle ABD ve dostları arasında tamamen ikiye bölünmüş olduğu, çok sert, korkunç bir bölünme var; adı soğuk, ama silahlı değilse de olabilecek bir bölünme. ABD’nin kuş uçurtmadığı bir durum, tabii Sovyetler de kendi uyduları için aynı şey, yapıyor. Ekonomik sıkıntılar arş-ı âlâya varınca Menderes kredi bulmak üzere Moskova’ya gidiyor, gitme planı yapıyor. Pek çok müsteşarın, bakanın yanısıra işadamlarından da geniş bir heyetle beraber hesaplanmış. İşte ABD’nin o şartlar altında, soğuk savaş şartlarında pek tolore edebileceğini düşünmüyor insan bir analiz yaparak. Yani bu konuda bir bilgim yok, ama ABD bildiğimiz kadarıyla hiçbir zaman bu gibi şeyleri hoş görmemiştir, hele kamptan ayrılma anlamına gelebilecek bir şeyi düşünemez.
National Security Archive diye bir sivil toplum kuruluşu var, Ulusal Güvenlik Arşivleri adını taşıyor, ama tamamen sivil bir kuruluş ve Amerika’da bütün gizli kapaklı yapılan işleri, bütün bilgileri, bilgi edinme kanunuyla bastırıp alıyor. Yani hükümet karşıtı muhalif bir kuruluş bu, onun başkanı Thomas Blanton’la uzun ve hoş bir sohbet yapmıştık. Sonra koridorda dedim ki, “Benim aklımı kurcalayan şeylerden bir tanesi de, ABD’nin 27 Mayıs darbesindeki rolü, bu konuda bir şey biliyor musunuz?” Tam da o sıralarda Steven Kinzer’ın Bütün Dünyadaki Darbeler kitabı daha çıkmamıştı, Amerika’nın dünyada doğrudan uyguladığı ve desteklediği darbeler hakkındaki kitabı; “bizim adımıza bir başvur, bakalım ne çıkacak?” dedim. Yani 27 Mayıs, Amerika’daki gizli servislerde filan nasıl yapıldı? Bir sonuç alamadık, ama bugünlerde bunun belgeleri ortaya çıkacaktır eminim.
A.B: Bir 50 yıl süresi var bildiğim kadarıyla ABD’nin.
Ö.M: Önümüzdeki 1-2 içinde 27 Mayıs darbesinde Amerika’nın rolü konusundaki belgelerin zaten otomatik olarak yayınlamaları imkanı var.
A.B: Son bir şey söyleyeyim mi? Sevgili rahmetli Örsan Öymen’in Bir İhtilal Daha Var diye bir kitabı var, müthiş bir kitaptır, bulunması şu anda zor, ama orada bir diyalog vardı; ordunun önemli darbecilerinden Dündar Seyhan’la Yarbay Güventürk arasında geçiyor. Dündar Seyhan Washington’da o sırada, diyor ki “Sen orada kal, Washington’da görevlisin, Amerika’nın rızası olmadan ihtilal yapılamaz. Sen orada kalıp bunu bize sağlayabilirsin. Üstelik İngilizcen de var.”
Ö.M: Bu noktada keselim, ama benim kendi payıma en çok düşündüğüm ve cevaplandırmakta güçlük çektiğim sorulardan biri şu: 27 Mayıs darbesinde ABD’nin rolü iç ve dış konjonktür açısından nasıldı? Bu sorgulanmıyor, ama mutlaka sorgulanması gerek, çünkü Amerika’nın bildiğimiz kadarıyla çok temiz bir sicili yok bu darbeler konusunda, en iyi niyetle bile alacak olursak, ama buna herhalde yarın devam ederiz.