9 Mart 2011
Geçen hafta Buğday Derneği’nin kurucusu ve Yönetim Kurulu Başkanı Victor Ananias’ı kaybettiğimiz haberiyle sarsıldık. Gözlerinin içi parlayan adam, aramızdan ayrılmıştı.
Yaşamı boyunca ondan hepimiz sayısız erdem öğrendik. Yaşamından ve söylediklerinden çok ders çıkardık.
Victor’un öğretisi deyince benim aklıma gelen ilk şey ‘bedel’ sözcüğüdür. Bedel ödemenin anlamını bana öğreten insan Victor’dur.
Yaşadığımız çağda, herkes kısa yoldan bir yerlere varmanın peşinde koşarken, o bize hep tam tersini öğütlemiştir: Bedel ödeyin. Bedelini tam olarak ödemediğiniz hiçbir şeyi sahiplenmeyin.
* * *
Victor’un dünya görüşüne göre bedel ödemenin endazesi para değil, alınteriydi. Bir şeyi var etmek istiyorsanız, bunu yeterince istemeniz ve karşılığında alınteri dökerek bedel ödemeniz yeterliydi. Victor buna inanırdı. Benim gibi pek çoklarını da buna inandırdı...
Aslında onun sırf bu düşüncesi bile tüm dünyayı değiştirmeye yeter. Zaten yeryüzündeki tüm sorunların odağında, hak ettiğimizden fazlasını elde etme arzumuz yatmıyor mu? Bedel ödemeden sahip olmak için, doğaya ve diğer insanlara yapılan haksızlıklara her an, her saniye göz yummuyor muyuz? Üstelik bunu çoğu zaman hiç farkında olmadan yapıyoruz.
Victor’un yaşamı baştan sona bedel ödemekle geçti. İşte bu nedenle, onun için yaşadığı her saniye değerliydi. Yaşadığı her saniyeyeye değer verdiği için, kendisi de değerli bir insandı. Onun değeri, doğanın eşsiz düzenine atfettiği değerden geliyordu.
Victor’a günler kısa gelirdi. Çalışmanın bereketine inanırdı. Az uyurdu. Hepimizden daha çok çalışmasına rağmen, bedel ödemenin telaşını o hepimizden daha fazla yaşardı. Bu nedenle Victor bir ömre birden çok hayat sığdırdı.
* * *
Bir yazısında bakın ne diyor: “Bir dönüp bakın yaşamınıza, neler için neler yapıyoruz! Sonuçta yapılan her iş aynı varlık şekli için hizmet olarak yapılırsa hangi sorun kalır ki bunun karşısında? Küresel ısınma mı, açlık mı, doğal kaynakların sömürülmesi mi? Sanki neye teslim olacağımızı bir anlasak bütünde, detaylar hep kendiliğinden çözülecek gibi...”
Victor, hizmet adamıydı. Yaşamın bütününe teslim olmuştu. Bu bütüne ait olmanın bedelini her an ödemek isterdi. Victor olmanın bedeli, bir tohum gibi dağılmaktan ve vermekten geçiyordu.
Onun bir eve ihtiyacı yoktu. Her dağ, her dere onun eviydi. Onun bir dile ihtiyacım yoktu. Bütün diller, kuş sesleri, kavalın fısıltısı onun diliydi.
Aslında onun kendine de ihtiyacı yoktu. Dünyanın her şekli onun suretiydi. Bu nedenle onun için ölmek de kalmak da birdi.
Victor bir tohum gibi yeryüzüne düştü. Kurda, kuşa, aşa karıştı. Baharla beraber, binlercesi yeşerecek.