Eylemsizlikten nereye

-
Aa
+
a
a
a

2 Mart 2011Taraf Gazetesi

KCK, 13 Ağustos 2010’da başlayan eylemsizlik sürecini sona erdirdiğini açıkladı. Bu kararın, pratik ve politik açılardan önemli yansımaları olacağı kuşkusuzdur.

Akla gelen ilk pratik sonuç, şiddetin yeniden tırmanacak olması! “Eylemsizlik” bittiğine göre, mantıken “eylemlilik” başlayacak demektir. Ancak KCK’nın uzun bildirisinde, bu konuda net bir ifade yok; “eylemsizliğin sona ermesi”nden sonra ne tür bir “eylem tarzı” benimseneceği muğlâk bırakılmış. Bildirinin sonunda şöyle bir cümle yer alıyor: “Güçlerimiz, saldırılar karşısında kendisini daha etkili savunacak, fakat saldırmayan, operasyona çıkmayan ve halka yönelmeyen güçlere karşı askerî eylemde bulunmayacaktır.” Oysa KCK, son “eylemsizlik süreci”nin başladığını duyuran bildirisinde benzer şeyler söylemişti: “... güçlerimiz herhangi bir eylem yapmayacak, ancak kendisine, halka yönelecek saldırı ve operasyonlar karşısında savunma hakkını kullanacaktır.”

Salt bu iki bildirideki ifadelerden hareket edersek, dün bittiği belirtilen “eylemsizlik süreci” ile yeni başlayan süreç arasında “eylemlilik” bakımından pek bir fark olmayacağı sonucuna varabiliriz.

 Peki, “eylemsizlik sürecini bitirme kararı”nınanlamı ne? Bu sorunun cevabı, son bildirideki gerekçelerde saklı! Bildirinin tamamına damgasını vuran birbirine bağlı iki motif var. Birincisi, sert bir AKP eleştirisi; ikincisi de, “tasfiye” kaygısıdır.

AKP’ye yönelik eleştirilerin temelinde, “ateşkesin kalıcı hale gelmesi”ni sağlayacak adımları atmamış olması yatıyor. KCK, adım atılmasını beklediği konuları, eylemsizlik sürecini başlatan bildiride şöyle sıralamıştı: Operasyonların durması, KCK davalarında yargılananların serbest bırakılması, Öcalan’ın barış sürecine aktif katılma koşullarının yaratılması ve yüzde on barajının düşürülmesi.

Bunların makul talepler olduğunu, Kürt sorununda barışçıl çözüm isteyen ve demokratikleşmeden yana olan herkes kabul ediyor. Esasen referandum sonrasında, bu taleplerden iki tanesinin karşılanmasına yönelik olumlu gelişmeler de yaşandı; operasyonlar büyük ölçüde durduruldu, Öcalan’la görüşmeler yapıldığı resmen kabul edildi. Öcalan da, sürece dair iyimser açıklamalar yaptı.

Diğer iki talebe gelince: AKP’nin seçim barajını düşürmeme konusundaki inatçı tavrının demokratik kriterler açısından kabul edilemez olduğu konusunda da geniş bir mutabakat var.

AKP’nin barajı düşürmeye yanaşmaması, KCK/PKK cephesinde, kendilerini “siyaseten tasfiye etme hesabı”nın bir kanıtı olarak görülüyor. KCK operasyonlarının hedefinin de bu olduğundan, aynı cephede şüphe duyulmuyor.

KCK/PKK cephesine hâkim olan bu algı ve kaygı, temelsiz değil. AKP’nin seçim barajını düşürmeyi kabul etmemesinin bir nedeninin, MHP’yi Meclis dışında bırakmak olduğunu kabul etsek bile, bu tutumla asıl BDP’yi siyaseten zayıf konumda tutmayı hedeflediği inkâr edilemez. KCK operasyonlarının da aynı amaçla yapıldığı zaten ayyuka çıkmış durumda.

Bütün bunlar, bizi KCK/PKK’nın eylemsizlik/eylemlilik kararlarını belirleyen kilit meseleye, yani “tasfiye endişesi”ne götürüyor. Zaten KCK’nın son bildirisinde en çok kullanılan kelimelerden biri –saymadım ama belki de birincisi- “tasfiye”dir.

Bu çerçevede “eylemsizlik sürecini bitirme kararı”nın asıl amacının, AKP’yi cezalandırmak olduğu söylenebilir. KCK’nın bu kararı, çatışmasızlık ortamının önümüzdeki seçimlerde en fazla AKP’ye yarayacağı öngörüsü üzerine inşa edilmiş gibi. KCK bildirisinde dile getirilen, AKP’nin çözüm konusunda adım atmadığı şeklindeki eleştiri kısmen haklı; AKP’nin “tasfiye planında ısrarcı olduğu” yönündeki tesbit ise büyük ölçüde doğru. Ancak bunların hiçbiri, “eylemsizlik sürecini sona erdirme”nin gerekçesi olamaz; hele de eylemlere başlamayı kesinlikle meşrulaştıramaz.

Örgütün şiddeti veya şiddet tehdidini yeniden masaya sürmesi, varlığının asıl güvencesini sivil kitlesel siyasette değil, silahlı kuvvette gördüğü şüphesini fazlasıyla güçlendiriyor. Hele de sivil siyasetin en hareketli dönemi olan seçimler kapıdayken bunu yapmak, örgütün kendine siyaseten güvenmediği şeklindeki yorumlara açıkça destek sunmak anlamına gelir. Oysa tasfiye planlarını boşa çıkarmanın en etkili yolu, sivil alanda siyaset üretmek ve kitlesel başarı elde etmekten geçer. Bunlar, hedefinin “siyasallaşma” olduğunu defalarca açıklamış bir hareket açısından öncelikle ve özellikle geçerlidir.

AKP’ye gelince; her fırsatta tasfiye hesaplarına meyletmenin ve bu konuda fırsat kollayan bir tutum takınmanın kendisine de Türkiye’ye de bir faydası olmadığını artık anlamış olmalı. Tasfiye planlarının cazibesine kapılmanın bedellerini son ateşkesten önceki cehennemî dönemde yeterince tecrübe ettik. Seçim döneminde radikal adımlar atmak kolay değil; ama fırsatçılıktan kaçınmak ve geleceğe dönük yapıcı işaretler vermek de o kadar zor olmasa gerek!..