Neden ve hangi hakikat

-
Aa
+
a
a
a

2 Şubat 2011Taraf Gazetesi

Hakikat komisyonu fikrinin yaygın bir tartışmaya konu olması iyi bir şey şüphesiz. Lakin tartışmalar, epeyce önyargı ve fazlaca el yordamıyla yürüyor. Bu da, yol almayı zorlaştırıyor. Aslında hemen her meseleyi böyle tartışıyoruz. Böyle yapmamızın temelinde ise, galiba “hakikat” kavramıyla kurduğumuz sorunlu ilişki yatıyor. Mutlak hakikati temsil etme iddiası, tartışmaları köreltiyor. Buna bir de, haklı çıkma hırsından kaynaklanan habaseti ekleyince, artık ortada tartışma falan kalmıyor; onun yerini, kelimeler üzerinden yürütülen bir savaş alıyor.

Böyle bir giriş yapmamın nedeni, kendi başına hakikat mevzuunda ahkâm kesmek değil. Sadece hakikat komisyonu ile hakikat arasındaki ilişkiye dair birkaç kelam etmektir niyetim. Oradan da, şu tartışma kültürümüze de biraz ilişmeyi denerim.

En bilinen ve en çok konuşulan model olduğu için, Güney Afrika deneyiminden örnek vermekte bir sakınca yok. Komisyonun fikir ve kurucu babalarından Alex Boraine, komisyonun ismi belirlenirken “hakikat” kelimesinden dolayı tereddüt yaşandığını belirtiyor. Sebep de, bu “sözcüğün insanları savunma konumuna iten uğursuz ve Orwelci yankıları olması”ymış.

Haksız da değil hani! Zira “hakikat kavramı gözümüzü öyle bir boyar ki, sanki karşımızda nihaî ve eksiksiz evrensel bir arzu nesnesinin olduğuna ve onun meşruluğunun kuşku götürmezliğine inanırız”.

Güney Afrika Komisyonu da, kurulup çalışmalara başlayınca, bu zorlukları ve tuzakları fark etmiş, önce hakikat meselesiyle uğraşmış. Komisyon, çalışmalarının sonunda 3.500 sayfa tutan beş ciltlik bir rapor hazırladı. Raporun birinci cildinin beşinci bölümünün uzunca bir kısmı “hakikat” başlığını taşıyor. “Hakikat nedir” ve “kimin hakikati” sorularıyla başlayan bu kısımda, bu soruların Komisyon’un çalışmaları boyunca hep tartışıldığı vurgulandıktan sonra, dört hakikat nosyonunda karar kılındığı belirtiliyor:

1)Olgulara ve delillere dayalı hakikat: Burada, olgulara dayanan, delillerle desteklenmiş, güvenilir (tarafsız, nesnel) süreçler yoluyla elde edilen kesin bilgi sözkonusudur. Komisyon, bunun için, öncelikle insanların başına gelenlerle; yani kimlere, nerede, nasıl, ne zaman, ne olduğu, olup bitenlere kimlerin karıştığıyla ilgili bulguları kamuoyuna sundu. Raporda, bu tür bilgilerin kamusal söylemde sorgulanmadan dolaşabilen yalanların sayısını azaltmaya hizmet ettiği de vurgulanıyor.

2) Kişisel veya anlatısal hakikat: Bununla, mağdurların kendi öykülerini anlatmalarıyla ortaya çıkan hakikat kastedilir. Bu tür bir hakikat, geçmişteki acıların bir rakamlar ve vakalar meselesi olmaktan çıkmasını, insani boyutun belirginleşmesini sağlar.

3)Toplumsal ya da diyaloga dayalı hakikat: Burada kastedilen, “etkileşim, tartışma ve müzakereyle oluşan deneyimin hakikati”dir. Komisyon, ilgili herkesin karmaşık güdülerini ve perspektiflerini dikkatle dinleyerek geçmiş bölünmeleri aşma amacına en yakın ve uygun hakikatin bu olduğunu belirtir. Buna göre, ağır insan hakları ihlallerinin nasıl meydana geldiğini tarif etmenin tek bir doğru yolu yoktur, mutlak doğruyu görmesini sağlayan kesin bir perspektife sahip olduğunu iddia edebilecek tek bir anlatıcı yoktur. Bu tür bir hakikate giden yol, hakikatin çoksesli ve değişik perspektiflerin yer aldığı bir versiyonuna ulaşmak üzere, delillerin dikkatle incelenmesi suretiyle yumuşatılan çok yoğun ve genellikle de çok duygusal bir diyalogdan geçer. Böyle bir diyalog, insan onurunu ve bütünlüğünü teyit etmenin temeline şeffaflığı, demokrasiyi ve katılımı yerleştirir.

4) Sağaltıcı (iyileştirici) ve onarıcı hakikat: Komisyon, kendisi bakımından merkezî önemde olduğunu vurguladığı bu hakikati, olguları ve bunların ne anlama geldiğini, insan ilişkileri –hem yurttaşların kendi aralarındaki hem de devletle olan ilişkiler- bağlamına yerleştiren hakikat türü olarak tanımlar.

Güney Afrika Komisyonu, sadece olgusal hakikate (nesnel gerçeğe) ulaşmaya kilitlenmiş bir kurum, salt işlevsel bir araç olmadı. Aksine, sürecin sonucu belirlediğini savunan demokratik düşünüşü ete kemiğe büründürdü. Bizimkiyle kıyaslanamayacak kadar çetin ve karmaşık şartlarda, siyasal kültürün dönüşümüne hizmet etti. Demokrat tefekküre zemin ve imkân sundu.

Hakikat komisyonu önerisi, diyalog ve kamusal tartışma konularında ciddi sıkıntıları olan ülkemiz açısından da böyle bir katkıyı vaat ediyor. Acılı bir geçmişle yüzleşirken, şunu öğrenmeye bir davettir hakikat komisyonu: Diyalogun hedefi, olayların oluş biçimi ve nitelenmesi konusunda tam bir mutabakata varmak değil; olayların taraflarının birbirlerini anlamalarını, birbirlerinin acısına bakmayı ve yası çatışma nedeni değil, barış içinde birlikte yaşama kaynağı haline getirecek bir paylaşımı öğrenmelerini teşvik etmektir. “Öteki”nin anlatısını kayıtsız şartsız doğru kabul etmek değil, o anlatının meşruluğunu kabullenmeye ve böylece onu dinlemeye açık olmak bu yönde atılabilecek en önemli adımdır.