Kürt sorunu uykuyu sevmiyor!

-
Aa
+
a
a
a

22 Aralık 2010Taraf Gazetesi

Pek çok tecrübeyle öğrendik ki, Kürt sorununun siyasal boyutları ve çözüm yolları, “olağan” şartlarda tartışılamıyor. Mesela PKK’nın “tek taraflı ateşkes” veya “eylemsizlik” kararı verdiği, yani çatışmaların durduğu veya en aza indiği zamanlarda, Kürt sorunu gündemden düşüyor veya düşürülüyor.

Bugüne kadar çözüm için en büyük fırsat, Öcalan’ın yakalanıp Türkiye’ye getirilmesinden sonra doğmuştu. PKK, sadece “ateşkes” ilan etmekle kalmamış, silahlı elemanlarını sınırın ötesine kaydırma kararı almış ve bunu büyük ölçüde uygulamıştı. Fakat “çatışmasızlık” altında geçen beş yıla yakın sürede, “Kürt sorunu” adeta unutturuldu; ne yönetim kademelerinde bir çalışma yapıldı, ne de kamuoyunda anlamlı bir tartışma yürütüldü. Ta ki, PKK yeniden silahlı eylemlere başlayana dek...“Devekuşu politikası” diyebileceğimiz tutum, Türkiye’nin yönetim kadrolarında alışkanlık haline gelmiş sanki. AKP de bu alışkanlığın etkisinden bağışık değil. Herhalde bunun en önemli nedeni, Kürt sorununun bir “ateşten top”a benzemesidir. Topu tutmaya kalkışmak bir yana, ona yaklaşmak bile çok risklidir. Yönetici kadrolar açısından bu riski ortadan kaldırmanın veya düşürmenin yolu, ciddî bir hazırlık yapmaktan geçer. Tutarlı bir program, sabırlı bir strateji ve kararlı bir siyasî irade oluşturamayan aktörler, soruna el atmak yerine, onu uykuya yatırmaya çalışırlar. Lakin Kürt sorunu, uykuya yatacak aşamayı çoktan geride bıraktı.PKK’nın referandum öncesi aldığı ve seçimlere kadar süreceği anlaşılan “eylemsizlik kararı”, çözüm için yeni ve büyük bir fırsat yarattı. “Devlet adına” Öcalan’la görüşmeler yapılması ve bunun kamuoyundan da saklanmaması, silahların nihaî olarak susmasını sağlamak yönünde atılmış çok önemli bir adımdır. Ancak “silah bırakma müzakereleri”, çözüm sürecinin sadece bir boyutunu oluşturur. Sürecin bir de “siyasal boyutu” var. Bu konuda hiçbir gelişme olmadan “silah bırakma müzakereleri”nde ilerleme kaydedilemeyeceğini öngörmek zor değil. PKK gibi örgütler açısından silah bırakmak, ancak silahsız siyaset yapma şartlarının yaratılması halinde bir anlam ifade eder. Dünyadaki benzer örnekler, bu tür “süreçlerin diyalektiği”nin böyle işlediğini açıkça gösteriyor. Öcalan da, çeşitli vesilelerle bunu belirtti zaten.

BDP ve DTK’nın son çıkışlarını bu çerçevede değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum. Kürt hareketi, yeni bir hamleyle siyasal alanın dengelerini yokluyor, sınırlarını test ediyor. BDP’li milletvekillerinin Meclis Genel Kurulu’nda Kürtçe konuşmalarıyla başlayan bu hamle, BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın “iki dilli hayat” açıklamasıyla bir adım ileriye taşındı. DTK’nın hafta sonu Diyarbakır’da düzenlediği “Demokratik Özerklik Çalıştayı”nda açıklanan “Demokratik Özerklik Projesi Taslağı”, bu hamlenin şimdilik finalini oluşturuyor.

Bu hamle, kamuoyunu sarstı. Başta da belirttiğim gibi, böyle bir sarsıntı olmadan hükümetin ve kamuoyunun uykudan uyanmaya niyeti yoktu. Kürt hareketi ise, uyku haline razı olmayacağını bir kez daha gösterdi.

Bir tarafın uyku ve diğer tarafın uyandırma politikaları, şüphesiz belli hesaplara dayanıyor. Siyaset, esasen bu tür hesaplarla yürüyen bir faaliyettir. Hükümet, “uyku politikası”yla, seçimlere kadar olan zamanı zor ve yakıcı meselelere bulaşmadan geçirmek istiyor. AKP, Kürt sorununda söylem ve vaat düzeyinde radikal sayılabilecek bir taktikle seçimlere kadar idare edebilirse, hem “Türklerin” desteğini riske etmeyeceğini hem de “Kürtlerden” daha fazla oy alacağını hesaplıyordur. Kürt hareketi ise, bu taktik tutarsa, seçimlerden zayıflayarak çıkacağını düşünüyordur. Son hamlenin bir amacı da, AKP’nin bu hesabını bozmak olmalı.

Ancak ben, DTK’nın “Demokratik Özerklik Projesi Taslağı”nı açıklamasının bu hesapların çok ötesine taşan bir anlamı olduğu kanısındayım. Bu hamleye gösterilecek tepkiler, büyük ihtimalle, silah bırakma müzakerelerinin seyrini ciddi şekilde etkileyecektir.

Bu açıdan bakıldığında, şimdiye kadar ortaya çıkan tablo, hiç de iç açıcı değil. Meclis’te Kürtçe konuşma, nispeten yumuşak bir tepkiyle karşılandı. “Çift dilli hayat” açıklamasının en çarpıcı karşılığı ise, “Genelkurmay’ın muhtırası” oldu. Böylece ordu, uzun bir aradan sonra, yeniden “siyasete müdahale” etmeye yeltendi. Gerçi bu müdahalelerin eskisi gibi bir ağırlığı yok; ancak bu açıklamanın ardında siyasi dengelerle oynama hesabının yattığını görmezden gelmek de doğru değil. Daha açık söyleyeyim: Genelkurmay, bu açıklamayla, esas olarak AKP’yi zor durumda bırakmayı hedeflemiş görünüyor. Böylece hem bir tür küçük çaplı rövanş almayı, hem de Kürt sorunu üzerinden yeniden iktidar devşirmeyi umut ediyor. Genelkurmay’a bu fırsatı sunan da, bizzat AKP’dir; onun kısa vadeli hesaplara dayanan sığ politikalarıdır.

Demokratik özerklik projesi taslağı, çeşitli yönlerden eleştirilebilir, hatta tümden reddedilebilir. Ancak bu çıkış, Kürt sorununa çözüm arayışında karşılaşılabilecek en zahmetli ve fakat hayati boyutla, yani “siyasi ve idari sistemin yeniden yapılandırılması” meselesiyle daha fazla gecikmeden yüzleşmek ve bunu enine boyuna tartışmak için bir imkân sayılmalı. Kürt siyasal hareketini, böyle bir projeyi tartışmaya sunduğu için kriminalize etmek, yapılabilecek en büyük yanlıştır. Kürt sorununda uykudan uyanmak için, bir kez daha silahların konuşmasını beklemek yerine, bu tür siyasal çıkışları değerlendirmek çok daha iyi değil mi?