31 Mayıs 2010Hürriyet Gazetesi
Maden kazası gibi büyük kazalardan ve kayıplarımızdan sonra yaşananları şöyle özetleyebilirim: Önce inkar, umut, panik, kahramanlık; sonra hayal kırıklığı, öfke, hafıza kaybı ve vurdumduymazlık... Böylece, kötü bir haber alır almaz önce “İnşallah büyük bir kayıp yoktur!” diye dua eder, sonra durumun vahametini anlamamızla beraber olay yerine koşarız. Enkazı tırnaklarımızla kazar, sonra da hem kendimiz hem de umutlarımızın tükenmesiyle beraber büyük hüzün ve kızgınlık yaşarız. Peki, biz neden böyleyiz?Siz hiç tam da ateş hattında duran bir general gördünüz mü? Peki sivil yetkililerimiz neden hep böyle? Olaydan hemen sonra başbakan, bakanlar, milletvekili, vali, belediye başkanı, kaymakam, genel müdür, vb. stratejik seviyedeki ilgililerin operasyonun yapıldığı sıfırıncı noktaya gitmesi sizce doğru mu? “Evet devlet olaya el koydu, mağdurlarla birlikte oldu” vb. diyorsanız fena halde yanılıyorsunuz. Hatta bu konuda problemin kendisi de sizsiniz! Stratejik seviyede görev yapması gereken insanların operasyonel seviyede işi olamaz. Çünkü stratejide hata yapanlar, hatasını taktik veya operasyonla asla düzeltemez. Yok gerçek neden bu değilse, siyasilerin bürokratlara güvenmemesi midir? Bakana, “Bu ocakta kullanılan teknoloji Avrupa'dan da ileri” dedirten bir bürokrata kimse güvenmemeli zaten. Belki de en büyük problem, hayal aleminde yaşayan, kurumsal körlük ve milliyetçilik hastalığına yakalanmış bürokratlar ve onlara inanan siyasilerdir? Peki afetzede psikolojisi konusunda eğitimsiz yetkililerin afetzedeleri yatıştırmaya kalkmasına ne demeli? Travma geçirmiş insanlarla iletişim kurmak ne kadar zor bir iştir, tahmin bile edemezsiniz. Kullanacağınız kelimeleri ancak bir uzman denetiminde seçebilirsiniz. Afetzedelerle iletişime girenler ayrıca üzerine teflon giymeyi de ihmal etmemeli. Böylece afetzedelerin söylediği hiçbir şey üzerinize yapışmaz, yani sizi etkilemez. Daha da önemlisi tatsız tartışma ve sürtüşmelere neden olmazsınız.Bir de olay yerine giden bakan gibi yetkililer olaya müdahale edip, afetzedelerle etkileştikce kendisi de travma geçirir. Sonuçta bakan, vb yetkililer uzman bir psikologdan yardım almayı düşünemediği için zamanla barut fıçısına döner. Bu durumu afet ve kazalara müdahale eden sivil savunma, itfiaye, vb. tüm arama ve kurtarma elemanlarında da görebilirsiniz. Siz (aslında hiç gitmemesi gereken) afet ya da büyük bir kaza bölgesinden dönen bir bakan, vali, vb üst düzey yöneticimizin psikolojik destek aldığını duydunuz mu? Dünyada ve Türkiye'de sürekli grizu patlaması oluyor. Fakat Türkiye'deki maden kazaları Avrupa'nın yaklaşık 5 katı fazla! Sonuç olarak Türkiye'de acil durum ve afetleri önleme veya neden oldukları kayıpları azaltma konusunda problemimiz var. Birincisi, afet ve acil durumları nadiren ortaya çıkan olaylar ve bunlarla baş etmeninse sadece itfaiye, sivil savunma, ambulans vb'nin, yani devleti işi olduğunu düşünüyoruz. İkincisi kazalarla baş etmenin bireyle ve bireyin güvenli yaşam kültürüyle ilişkisinin çok az kişi farkında.Sigara içen, emniyet kemerini takmayan, yani kendi güvenliğini dikkate almayan ya da kendisine bir hayrı olmayan, örneğin bir madenin güvenliğini sağlayabilecek duyarlıkta olabilir mi? Güvenli yaşam kültüründen yoksun insanlar afet ve kazalarla savaşamaz. Böylece savaşın başında yaptığımız bu büyük hata bizi sonun kadar takip ediyor... Özetle, ükemizde afet ve kazalarla yapılan mücadelemizde taktik ve operasyonda belki önemli bir hatamız yok; ama siyasi iradelerin ortaya koyduğu strateji yanlış ve yığınakları hatalı...