29 Mayıs 2010Radikal
Avrupa’daki bütün siyasal olayları göz önüne alarak, Cumhuriyet’i kuran kadro, tek partili rejimi seçmede bir tercih mi kullandı yoksa I. Dünya savaşı sonrası şartlarına ayak mı uydurdu?
Türkiye’de özellikle 1925- 1945 yılları arasında bir tek partili rejim yaşandı. Tabii Avrupa’nın her yerinde çok partili demokratik hayat yoktu. Özellikle iki dünya savaşı arasındaki yıllarda ve II. Dünya Savaşı yıllarında, Avrupa’daki devletlerin çoğu otoriter rejimler altındaydılar. Bir kısmına Almanya cebren el koymuştu ancak bir kısmı da Almanya ya da faşizmle ilişkili olmaksızın çok partili bir hayatı değil, tek partili buyurgan bir rejimi yaşıyordu. Tabii bizi Türkiye ilgilendiriyor ama o sırada bunun Türkiye’ye mahsus bir şey olduğunu da düşünmemek lazım. Yani devrin ruhunda buyurgan bir tek parti rejimi var. Çok partili hayat esas olarak Batı Avrupa’da, İngiltere’de iki partili bir rejim sürüyor. Hatta İngilizler bunun futbolu takliden olduğunu söylerler; çünkü futbolda nasıl iki takım maç yaparsa, siyasette de iki parti yarışır. Amerika’da da aşağı yukarı böyle bir durum söz konusuydu. Elbette üçüncü ya da dördüncü partiler yasak değildi ama fiilen olmuyordu. İngiltere’de 20. yüzyılın başlarında işçi partisi, liberal partinin yerini alıyor ikinci parti olarak.
Cumhuriyet’in ikinci çok partili rejim denemesi olan Serbest Fırka’nın başarısızlığını neye bağlıyorsunuz?
Tabii bildiğiniz gibi Serbest Fırka, Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci çok partili rejim denemesidir. Bundan önce, Cumhuriyet’in ilk yıllarında ortaya çıkmış olan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası vardır. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, Serbest Fırka’ya göre daha sahici bir partiydi. Serbest Fırka ise tamamen yapay görünümdeydi ve başarısız olmasının nedenlerinden birisi de buydu. Yani ülkenin çok partili bir rejime ve dolayısıyla muhalefet partisine ihtiyacı var diye, Atatürk’ün akıl ettiği ve belirlediği bir partiydi. Hatta kendi kitabımda, ‘kendi kendine satranç oynar’ diye belirttiğim gibi, Serbest Fırka’ya kimler girecek kimler katılacak diye kararlar Atatürk tarafından belirlenmişti. Partiyi kurma görevini Paris Büyükelçisi Fethi Okyar’a veriyor. Fethi bey bu görevi Atatürk’ün ısrarıyla kabul ediyor ve kabul ederken de, herhangi bir korkusu veya çekincesi yoktur. Fethi Bey ile Atatürk’ün ahbaplıkları çok eskidir, çünkü Fethi beyde ordu kökenlidir ve İttihat ve Terakki’nin genel sekreterliğini, kâtibi-i umumiliğini yapmıştır. Fakat gözden düşünce Bulgaristan’a sefir olarak sürgün edilmiş. Mustafa Kemal’i de almış götürmüştür ve Mustafa Kemal’de, Sofya’da ateşe militer olarak Fethi beye refakat ediyor. Bu nedenle Mustafa Kemal ile Fethi beyin yakınlıkları vardır.
Muhalefet birleşti
Peki, Serbest Fırka’nın kapanmasının en önemli nedeni olarak ‘toplumsal muhalefetin odağı olduğu’ iddiası vardı. Buna katılıyor musunuz?
Evet, Serbest Fırka’nın kurulmasından sonraki İzmir mitinginde yaşanan olaylar ve ne kadar rejim muhalifi varsa ‘Serbest Fırka’ya akmaya başladığı’ iddiaları doğrudur ve zaten bu durum da son derece tabiidir. İktidar olmak için elbette belli bir fikir etrafında birleşmek gerekir ama muhalefet genellikle bir koalisyondur. Bu koalisyonda en sağdan ve en soldan çeşitli gruplar çıkabilir ve bu durumlar da son derece doğaldır, ama bu doğallık 1930’da göze alınamadı, çünkü alınamamasında bazı nedenler etkiliydi. Özellikle CHP’nin idaresine karşı birikmiş bir muhalefet sürdürülürse, Serbest Fırka’yı seçimlerle iktidara taşıyacaktı. Açıkçası bu durumu da göze alamıyorlardı. Serbest Fırka’nın başındaki Fethi Okyar, Atatürk’ün Halk Partisi’nin genel başkanı olmaktan çıkıp, partiler üstü tarafsız bir rol almasını istiyor. Ancak Atatürk buna razı olmuyor, çünkü aradan çekildiği zaman, Türkiye Cumhuriyeti’nin kazanımlarının ortadan kalkabileceğini düşünüyor. Özellikle Fethi beyin bundan korkup da partiyi kapatmasından sonra yaşanan ‘Menemen Olayı’, çok partili bir rejim denemesine girersek, insanlara ‘irtica hortlar’ diye korkuyu düşündürmeye başladı.
Menemen Olayı’nın çok abartıldığı ve CHP’nin tertiplediği yönünde iddialar var.
Şimdi Menemen Olayı’nı CHP falan uydurmadı ve gerçekten oldu. Ancak iktidar, meydana gelen bu olayın önemini abartarak -bire bin katarak- genel bir temizlik için kullanacağı mazeret haline getirdi. Mesela Derviş Mehmet’in, Teğmen Kubilay’ın başını kestikten sonra avuç avuç onun kanını içtiği söylenir. Bu tamamen belli ki köpürtme, uydurma bir durumdur. Böyle bir şeyin olduğunu düşünmüyorum. Daha sonra Menemen’de birkaç cahil adamın ‘şeriat’ adına kalkışması, çok daha genel bir tasfiyenin bahanesi olarak kullanılmıştır. İşte İstanbul’da Erenköy’de köşkünde oturan Nakşibendi tarikatı şeyhi Esat Efendi, polis karakoluna götürülmüştür ve adam orada ölmüştür. Bu durumun doğrudan doğruya Menemen’de meydana gelen olayla ve kişilerle alakasının olduğunu düşünmek için bir sebep yok.
1946’daki üçüncü çok partili rejim denemesine kadar aradan yaklaşık 16 yıllık bir süre geçiyor. Serbest Fırka’nın kapatılmasından iki üç yıl sonra yeniden birçok partili rejim denemesi yapılamaz mıydı?
Şimdi Atatürk’ün yerinde ben olsam böyle denemeye kalkışırdım, ancak Atatürk, hayatı boyunca böyle bir şeye izin vermedi. İsmet Paşa, Atatürk’ü aşmak istiyordu, çünkü Atatürk pek çok şey getirdi ama demokrasiyi getiremedi. İsmet Paşa, çok partili demokrasi getirerek bir fark yaratmak istiyordu fakat ilk yıllarda karşılaştığı savaş ve ekonomik sıkıntılar ileri gitmesine engel oldu. Halk partisi içinde hiç şüphesiz bazı insanlar, İsmet Paşa’nın başkanlığından Milli Şefliğinden memnun değillerdi. Ancak II. Dünya Savaşı sona erdikten sonra hem içte biriken hoşnutsuzluk, hem de dünyada demokrasi cephesi galip gelip, Nazi, Japon ve İtalyan ittifakı çöktü. Ayrıca San Francisco’da, eski adı ‘Milletler Cemiyeti’ olan kurumu değiştirip ‘Birleşmiş Milletler’ adı altında uluslararası yeni bir örgüt kuruldu. Türkiye’de, Birleşmiş Milletler’in kurulmasından sonra sanıldı ki, ‘artık demokrat olmak’ zorunludur düşüncesi oluştu. Sanıldı ki diyorum çünkü demokrat olmadan da bu dönemi atlatabilenler oldu, Franko İspanyası gibi. Ancak Türkiye’de zaten İsmet Paşa istiyordu ve “bu devirde demokrat olmadan yaşamak mümkün değildir” diye bir hava basıldı.
Sovyetlerin kızgınlığı
İsmet Paşa’nın ‘demokrat olmayı’ istemesinde, Sovyetlerden çekinmesinin de rolü var mıydı?
Hiç şüphesiz İsmet Paşa, II. Dünya Savaşna girmeyerek Sovyetleri oldukça kızdırdı. Eğer Türkiye savaşa girmiş olsaydı, Rusya’nın üzerine çullanan Alman ordularının bir kısmı Türkiye ile uğraşmak zorunda kalacaktı ve böylece Rusya’nın yükü hafifleyecekti. O nedenle Ruslar, Türkiye’nin savaşa girmesinden yanaydı.
Menderes, Demokrat Parti’den önce, CHP’nin Aydın milletvekiliydi. Menderes’in CHP’den kopuşunun nedenleri nelerdi?
Bildiğiniz gibi Adnan Menderes, CHP’den milletvekili olmadan önce Serbest Fırka’nın Aydın il başkanıydı. Serbest Fırka’ya girmesinden de belli ki, Adnan Menderes’in halk partisi iktidarı konusunda birtakım tereddütleri var. Özellikle Atatürk, ölümünden bir yıl önce İsmet Paşa’yı başbakanlıktan atmış ve yerine Celal Bayar’ı getirmişti. İsmet Paşa Cumhurbaşkanı olunca, Celal Bayar’ı yeniden bir iki ay sürecek olan başbakanlık görevine getirdi. Daha sonra Bayar, ayrıldı ve parti içinde muhalif olarak yıllarını geçirdi. Halk partisi içinde, İsmet Paşa’dan haz etmeyen adamlar hiç şüphesiz mecliste vardı. İşte bu kişiler 1944- 45 yıllarında, İsmet Paşa’nın atmak istediği bazı adımlara muhalefet ettiler. Bu bağlamda ‘çiftçiyi topraklandırma kanunu’ aslında bir tarım reformu falan değildi. Temel olarak devletin elindeki toprağı, topraksız köylüye dağıtılması amaçlanıyordu ancak böyle bir miri arazinin kalmadığı, bulunmadığı yerlerde de, büyük toprak sahiplerinin toprakları da bedeli ödenerek- çiftçilere verilecekti. Ancak bu çok marjinal bir durumdu ama büyük toprak sahiplerini asıl korkutan bu oldu.
Menderes’i bu kişilerden birisi olarak görebilir miyiz?
Aslında daha çok, o grubun temsilciliğine soyundu. Mesela en büyük toprak ağalarından Eskişehir milletvekili Emin Sazak vardır. Bir gün İsmet Paşa ile trene binip Ankara’dan İstanbul’a gelirken yolda İsmet Paşa’ya, ‘burası benim’ diyor. Aradan 20 dakika yarım saat falan geçiyor, ‘hâlâ benim’ diyor yani o kadar büyük toprak ağası.
Halkı yavaş yavaş tek parti iktidarından ve Demokrat Parti’yi ön plana çıkaran nedenler nelerdi?
Tonla... Şimdi bir kere, bizim Cumhuriyet devrimleri dediğimiz devrimler, halkın sevgisiyle ve isteğiyle olmuş değişiklikler değil. Halk Partisi’ni (CHP) en çok korkutan da, özgürlük ve demokrasiye geçecek olursak; halk, yaptığımız bu devrimleri geri alır düşüncesiydi. Cumhuriyet devrimlerinin de ben her zaman söylüyorum- en acıtanı harf devrimidir. Çünkü dinlerin yazıyla müthiş bir ilişkisi vardır. Dil ile değil ama yazıyla müthiş bir ilişkisi vardır. Mesela Karamanlı Rumlar, Ortodoks Hıristiyan ve Türk dillilerdir. Yani kilisede bile Türkçe ibadet ediyorlar, yazmaya geldiklerinde mutlaka Yunan alfabesini kullanıyorlar.
Ekonomik nedenler
Diğer taraftan hilafetin kaldırılması meselesi... ‘Hilafetin kaldırılması’ eğer oya konulsa, herhalde üçte birden fazla alamazdı. Bu nedenle, Cumhuriyet devrimleri halkın çoğunun benimsemediği devrimlerdi. Bir bunlar birikmişti. Bunlardan sonra da, özellikle 1929 Buhranı ve II. Dünya Savaşı yıllarında çok ciddi ekonomik sıkıntılar yaşandı. 1929 Buhranı’nda, genel olarak Türkiye bir tarım ülkesiydi ve tarım ürünlerinin fiyatları düştü, beş para etmez oldu. Fakat II. Dünya Savaşı’nda, Türkiye savaşa girmemesine rağmen, çok sayıda erkek askere alındı. Tarımda bir işgücü açığı meydana geldi ve askere alınan bu adamların beslenmesi durumu ortaya çıktı, doğal olarak ordunun ihtiyaçları arttı. Kötü yönetim de oldu tabii ki, birtakım buğdayları çürüttüler, karaborsada fiyatlar çok yükseldi ve birtakım mallar bulunmaz oldu. Karne çıkartıldı ve herkese belli bir miktar verilmeye başlandı. Efendim şekerden tut da, ekmeğe, benzine, hatta ipliğe kadar karneye bağlandı. Bu tür sıkıntılar, rejimle ilgili sıkıntılara eklenince, Halk Partisi’nin gözden çıkması ve iktidardan düşürülmesi kaçınılmaz oldu.
1946 seçimleri gerçekten hileli seçimler miydi?
1946 seçimleri hileliydi. Zaten bütün seçim sonuçları sandık bazına kadar yayımlandığı halde, 1946 seçimleri hiçbir zaman yayınlanmadı, bugün hâlâ bilmiyoruz 46’nın ayrıntılı seçim sonuçlarını. Sadece işte ilan edilen genel sonuçlar biliniyor. 1946 seçimleri ilk doğrudan seçimdir. O vakte kadar Türkiye’de seçim sistemi iki derecelidir. İlk seçmenler ikinci seçmenleri seçiyorlar ve ikinci seçmenler milletvekili olacak olanları seçiyordu. 1946’da bu sistem değişti ve tabii 46 erken seçimdir, bunu da unutmamak gerekiyor. Demokrat Parti’yi hazırlıksız yakalamak ve demokratları güçlenmeden yakalamaktı. Nitekim 46’da demokratlar öyle bir hava bastılar ki, “Halk Partisi bu hileleri yapmasa demokratlar iktidar olacaktı” diye, bu mümkün değil. Çünkü demokratlar o kadar teşkilatlanmamıştı. Bütün demokrat adayları seçilmiş olsa, belki o bile yetmeyecekti. Taşrada tam olarak örgütlenememişti.
Çoğunluk sistemi
1946 seçimleriyle birlikte ‘çoğunluk sistemi’ de uygulanmaya başlanıyor. Bundan biraz bahseder misiniz?
Şimdi seçim sistemlerinde iki temel yöntem vardır. Birisi çoğunluk sistemidir. Diyelim ki 10 milletvekili çıkartan bir yerde, iki ya da üç parti seçime girdi. Hangisi çoğunluğu alırsa, hepsini o alır götürürdü. Diğer seçim sistemi ise, nispi temsil sistemidir. Nispi temsil, yine çoğunluk gibi ama azınlığın da hakkını gözeten bir çoğunluk sistemidir. Mesela 10 milletvekili çıkartan ilde üç parti seçime girdi. ‘A’ partisi yüzde 60, ‘B’ yüzde 30 ve “C” partisi yüzde 10 aldığını kabul edersek; ‘A’ partisi 10 milletvekilinden altısını, ‘B’ partisi üçünü ve ‘C’ partisi de birini alırdı. 1946 seçimlerinde uygulanmaya başlanan çoğunluk sistemi, 1961 anayasasına kadar devam etti.