Bu sabah saat 10’da bir kez daha Hrant için, Adalet için Beşiktaş iskelesinde toplanacağız. Dink ailesinin vekilleri ‘zamanının ve mesaisinin mümkün olabildiğince çoğunu bu soruşturmaya ayıracak savcıların görevlendirilmesini, görevlendirilecek savcılara bu soruşturmanın dışında başka görev verilmemesini’ talep ederek İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na başvuruda bulundu. Ayrıntılı olarak davanın tanımını yapan avukatlar tarihe kalacak bir metinle memleketimizin bir dönemini yansıtan suç ortaklığı protokolünü bir bir hatırlatıyor. Onlarca yıl kamu vicdanından saklı tutulan örgütlü cinayetlerin anatomisini görebiliyoruz Hrant’ın katledilişinde. Bu topraklarda alçaklığın hedefine nasıl kilitlendiğinin, nasıl tarihten ve kamuoyu vicdanından kaçırıldığının çarpıcı bir örneğini yaşadık Hrant’la. “Hrant Dink’in öldürülmesi eylemi, profesyonel bir örgüt tarafından çeşitli safhalardan oluşan bir operasyon şeklinde örgütlenmiş ve hayata geçirilmiştir.” Bu safhaları bir kez daha, açık açık ortaya koymakta yarar var elbet. Bizim; Hrant’ın ölümünü çok büyük bir kayıp olarak gören, devletin kuytuları konusundaki kaygılarını durmadan paylaşmaya çalışan insanların başından beri birkaç çapulcu gencin milli hezeyanı masalını yırtıp atarak cinayetin asıl faillerini, o kanlı çeteyi ortaya çıkarma çabası şimdiye dek bir sonuç vermedi. Çünkü karşımızdaki, devletin her katmanından sivil uzantılarına kadar müthiş örgütlü bir güç. Bu davanın hak ettiği sonuca ulaşabilmesi de bir o kadar güç elbet. Ama yılmayacağız. Çocuklarımızın yüzüne bakabilmek için, kendimizi birer vatandaş olarak hissedebilmemiz için, Hrant, ölümüyle hepimize dipdiri bir güç, korkusuz bir dünya vasiyet ettiği için. Metinde, süreç, “...‘hazırlık safhası’, ‘kamuoyu oluşturma safhası’, ‘eylem safhası’ ve eylemden sonra ‘manipülasyon safhası’, ‘delillerin yok edilmesi, karartılması’ safhalarından oluşmaktadır ve bütün bu safhalar üç yılı aşkın bir süreyi kapsamaktadır” olarak anlatılıyor. Birlikte metnin özetine bakalım. Öncelikle hatırlanması gereken, “Kafes Operasyonu Eylem Planı’nda ‘Rahip Santoro, Malatya Zirve Yayınevi ve Hrant Dink operasyonları’ndan söz edilmesi. Yani birilerinin oturup hedeflerine uygun bir plan yaptıkları ve bu ‘operasyonları’ başlattıklarını kim inkâr edebilir? Gayrimüslim nüfusun isim ve adreslerinin belirlenmesi, gayrimüslimlere ait gazete ve dergilerin abone listelerinin elde edilmesi, eğitim kurumlarının çalışanlarının ve öğrencilerinin tespit edilmesi, vakıf ve ibadethanelerinin cemaat listelerinin temin edilmesi ve eyleme uygun gayrimüslim mezarlıklarının tespit edilmesi, işin hazırlık safhasıydı. Sonra Agos’a yönelik tehditlerle, Adalar bölgesinde duvarlara yazılan sloganlarla birlikte ‘korku oluşturma safhası’na girişildi. Agos’da çıkan (6 Şubat 2004) Sabiha Gökçen’in yetimhaneden alınmış bir Ermeni kızı olduğuna ilişkin yazı, Hürriye’te manşet olunca kıyamet kopuverdi. Dünyaya küs safkan Türk ırkının son kalelerinden Emin Çölaşan, her zaman olduğu gibi, kendi gazetesinin yayımından ne kadar müteessir olduğunu yazmaktan kaçınmadı. “Bir gün onun sırtından böyle oyunlar oynanacağı ve Ermeni ilan edileceği hiç aklıma gelmemişti. Ölmüş insanlar yalanlara, iftiralara yanıt veremez...Yazık, ayıp, günah” diye bitiriyordu yazısını. Çölaşan, elbette sarsılmaz delikanlılığıyla ‘Ermenileri severiz ama asla değildi, Boşnak’tı’ diye kıyameti koparanların dikkatini göstermiyordu. Böyle bir İFTİRA karşısında galeyana gelmişti. Bu konu, Ermeni kökenli vatandaşları incitebilir kaygısıyla vakit kaybetmeyen, Ermeni olmayı açıkça bir küfür, bir iftira, bir çamur olarak; Gökçen’in Ermeni olduğu iddiasını da Cumhuriyet, Atatürk ve ilkelerine saldırı olarak görenler bu işin burada bitmeyeceği düşüncesindeydi. Tabii şanlı Genelkurmayımız da. Genelkurmay açıkça silah sallıyor, milletini de göreve çağırıyordu: “Burada asıl önemli husus, yapılan haber ile neyin amaçlandığıdır. Son zamanlarda Türk medyasının bir bölümünde Atatürk milliyetçiliğine ve ulus-devlet yapısına karşı sürdürülen haksız ve temelsiz eleştiriler yanında, Atatürk milliyetçiliği yerini almak üzere sağlıklı olmayan ve tehlikeli düşüncelere bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde ve sorumsuzca yer verildiği kaygıyla izlenmektedir.” Bu külyutmaz dilin açık ettikleri yeterince açık değil mi? Düşüncelerin doktorluğu görevini sivillere kaptırmaya niyeti olmayan; ‘sağlıksız’, ‘tehlikeli’ düşünceleri şıpınişi saptayıp ilan eden bu dil besbelli nesebimiz konusunda da yegâne karar mercii olduğuna inanıyordu. Sabiha Gökçen, Türk kadının sembolüyken Ermeni ilan edilerek nelere saldırılıyormuş bakalım. Milli bütünlüğe ve toplumsal barışa. Türk Hava Kurumu da, “Bilerek ya da bilmeyerek bir Türklük değeri daha yok edilmeye çalışılmaktadır” buyurmuştu. Genelkurmay açıklamasının ertesi günü, Hrant, valiliğe çağrıldı. “Azınlıklarla ilgili iş ve işlemlerin yürütülmesinden sorumlu Vali Yardımcısı Ergun Güngör ve dönemin İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu tarafından istihbarat elemanı olduğu açıklanan iki kişi, bu görüşmede Hrant Dink’i usulüne uygun bir biçimde tehdit ettiler.” Ne de olsa genelkurmay, ‘..her Türk vatandaşına ve bütün kurumlara düşen açık seçik bir görev’ ilan etmişti. Agos’un önünde Ülkü Ocakları ve gibilerin üyeleri ‘ya sev ya terk et’ çığlıklarıyla ‘bir gece ansızın gelebilirim’ şarkısını hemhal etmiş icra ediyorlardı. Sonrasında Hrant, saldırıların hedefine oturtuldu. Uyduruk bir gerekçeyle sürdürülen davalarına Kemal Kerinçsiz, Sevgi Erenerol, Veli Küçük, Oktay Yıldırım, adamları ve nümayişleriyle katıldılar. ‘Misyoner çocuğu Hrant’ diye haykırıyorlardı. Linç için fevkalâde bir ortam yaratılmıştı. 2005 Mayıs’ındaki ‘Ermeni Konferansı’ ırkçıların saldırısına uğradı. Dönemin Adalet Bakanı Cemil Çiçek, ‘Bu Türk milletini arkadan hançerlemektir’ buyurdu. Genelkurmay, ulusalcı yiğit yazarlar, Veli Küçük ve çetesi, AKP’nin Adalet Bakanı, hepsi aynı fikirdeydi. Hepsi nefret körüklüyor, kana kışkırtıyordu. Nitekim 6-7 Eylül Olayları Sergisi, ırkçı Türk evlatları tarafından basıldı. Trabzon’da Santoro öldürüldü. Sevgi Erenerol genelkurmayda misyonerlik faaliyetleri ve azınlıkların mikroplukları üstüne seminerler verdi. Trabzon’da Yasin Hayal, bir rahibi ağır dövmüş, sırtı sıvazlanmaya başlamıştı. Erhan Tuncel’le birlikte McDonalds’ı bombaladı. Erhan Tuncel böylelikle terfi ederek Emniyet bünyesine alındı. Yasin Hayal’in eniştesi Coşkun İğci, Hayal’in kendisinden silah bulmasını istediğini ve elinde Dink’in ev ve işyerine ait kroki gördüğünü jandarmaya bildirdi. Yüzbaşı Metin Yıldız, bu durumu jandarma il alay komutanı Ali Öz’e aktardı. Öz, ‘bunu sonra konuşuruz’ diyerek konuyu kapattı. Trabzon Emniyet Müdürlüğü ve Trabzon Jandarma Komutanlığı, her şeyi bildiği halde cinayeti önlemek için kılını kıpırdatmadı. Trabzon İstihbarat Şube Müdürlüğü tarafından Hrant’ın Hayal tarafından öldürüleceği bilgisini içeren yazı İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne gönderildi. İstanbul Emniyeti, 2004 yılından beri olan biten her şeyin farkındaydı. Bütün bilgilere sahipti. Ama hiçbir şey yapmadı. Devletin bütün istihbarat birimleri Hrant’ın katledileceğini biliyordu. İstihbarat Daire Başkanı Ramazan Akyürek, bu göreve atanmadan önce Tuncel’i istihbarat elemanı olarak kullanan Trabzon Emniyeti’nin başındaydı. Elbette her şeyden haberdardı. Doğal olarak o da seyirciliği tercih etti. Hrant’a koruma verilmedi. Sözde kendi istemediği için. Oysa ‘korunmaları zaruri görünenler... talep aranmaksızın korumaya alınırlar’. Nitekim Orhan Pamuk, talebi olmadığı halde korumaya alınmıştı. Hrant katledildiğinde, İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah, olayı, ‘Zanlı milliyetçi duygularla cinayeti işlemiş’ diye özetliyordu. Böylelikle delillerin karartılması aşamasına geçildi. ‘Operasyon’ başarıyla tamamlanmıştı. Cinayet mahalline 10 metre uzaklıktaki Akbank’ın güvenlik kamerası görüntüleri emniyette kaybedildi. Trabzon jandarma görevlileri, bazı belgelerde tahrifat, belgelerin yok edilmesi tespit edilmesine nağmen yargılanmadı. Ogün Samast’ı yakalayan Samsun polisinin katille çektirdiği fotografları da yanlarına kâr, çocuklarına yadigâr kaldı. Bir general bir şehit cenazesinde, Hrant’ı hain ilan etti; polisler, askerler, milli katiller, milli yazarlar ve düşünürler derin bir oh çektiler. Yanlarına kalmayacak!