28 Mart 2010Radikal İki
12 Eylül ve 28 Şubat dönemlerinde Türk Silahlı Kuvvetleri’nden yüzlerce kişi atıldı. 28 Şubat’ta namaz kılan subay ya da öğrenci, eşi başörtülü olan ordu mensupları kara listeye alındı. 12 Eylül’de ordudan atma gerekçesi ise çoğunluğunun sosyalist, komünist, hatta sosyal demokrat eğilimli olmasıydı.
28 Şubat sürecinde ordudan atılanlarla 12 Eylül’de solda oldukları gerekçesiyle “vatan hainliğine” layık görülenlerin uğradıkları muamele, sonuç olarak aynı zihniyetin ürünüydü. Her ikisinde de mağdurlar benzer uygulamalara maruz kaldı ama yaşananlar ve bıraktığı izler aynı değildi. Sözünü ettiğimiz mesele mağduriyet yarıştırmak değil. Ancak TSK’daki 28 Şubat mağdurlarının aileleri ile birlikte yaşama tutunma, ayakta kalma mücadelesi ve çektikleri acıların 12 Eylül’de yaşananlarla kıyas kabul etmeyeceği ortada.
***27 Şubat günkü Radikal gazetesinin yorum sayfasında İskender Pala, “28 Şubat’a mersiye” başlıklı yazısını şöyle bitiriyordu: “Yüksek Askeri Şura kararları yargıya açılmadan 28 Şubat sendromu semalarımızı terk edip gitmeyecektir. 27 Mayıs ve 12 Eylül darbelerinin yargıdan geçirilen sanıklarına bile itibarları iade edilen demokratik açılım ile herkesi kucaklamayı hedef alan...”
Yazının önü arkası için söylenecek bir şey yok. Pala, kendi dünya görüşü çerçevesinde, hayata bakış açısı ile söylediklerinde haklı. Bir dönem solcusundur, başka bir dönem İslamcı ya da Pala gibi “muhafazakâr”. Ordu için fark etmez, dönemin ruhuna göre kendi açısından “tehlikeli” gördüklerini ezer geçer. Asıl mesele şu: 12 Eylül darbesinin ‘orduda yargıdan geçirilen sanıklarına bile itibarlarını iade ettiği’ iddiası. Bu iddianın ne kadar gerçek olduğu, ordunun farklı kademelerinden atılanlardan kaçının böyle iadeye ihtiyacı duyduğu da tartışılır. Neyse.
***Geçtiğimiz ay piyasa çıkan ve 28 Şubat’ın yıldönümüne denk gelen, bir anda çok satanlar arasına giren İskender Pala’nın İki Darbe Arasında adlı kitabı, Pala’nın 1982’de başlayıp 1997’de 28 Şubat sürecinde YAŞ kararıyla ordudan atılana kadar ki sürecini anlatıyor. Pala iyi ki bu kitabı yazmış, en azından yaşananları kendisine saklamamış. İyi bir günce, iyi bir belge. Pala “irticacı” olduğu gerekçesiyle ordudan atılan, kendi verdiği sayı ile 1665 kişiden (kimi sayfalarda 3 bin) sadece birisi. 28 Şubat sürecinde Refahyol hükümetine yönelik ordu baskısı nedeniyle başlayan cadı avının kurbanlarından. 40 yaşından sonra ordudan atılarak yaşadığı karabasanı, ailesinin içine düştüğü güçlükleri anlatıyor. Yaşadıkları acıdır.
Pala, 28 Şubat’ta yaşadıklarını yazmış. Ondan 12 Eylül’ü de yazmasını beklemek haksızlık olur. Ama Türkiye darbeler tarihinde 28 Şubat’ta olanları ilk kez yaşanıyormuş gibi kaleme alması bir yana, 1982 sonrasında orduda neler yaşandığını duymaması, 3 bine yakın insanın siyasi görüşlerinden dolayı ordudan atılmasından habersiz olması mümkün değil. Eğer haberdar olup da birkaç satırla hakkını teslim etmediyse durum daha da vahim.
Oysa bu subaylar, öğrenciler sorgularda, işkencelerde, cezaevlerindeyken yani 12 Eylül ateşi henüz sıcakken Pala, sivil hayatı bırakıp asker olmayı tercih etmiş ve subay olmuş. 1982’de Pala’nın subay olmak için sınava girdiği Deniz Kuvvetleri Komutanlığı ile Ergenekon soruşturması nedeniyle yeniden hatırlanan, Dil İstihbarat Okulu arasında 10 dakikalık bile bir mesafe yok. Dil İstihbarat Okulu, 12 Mart’ın Kontrgerilla, Özel Harp Dairesi’nin merkezi. İşte 1982’nin farklı aylarında o merkezin tezgahından yüzlerce öğrenci, subay, astsubay geçti. 1981’de ordu içinde başlayan operasyon sonucu 3 bine yakın askeri personel sorgulandı, işkence gördü ve ordudan atıldı. Üstelik ne YAŞ ne de mahkeme kararı vardı. Malum dönem cunta yasalarının hakim olduğu dönemdir. Mamak Cezaevi, subaylar ve öğrencilerle doludur. Pala’nın subay olmaya, ülkeye hizmet etmeye karar verdiği, 12 Eylül cuntasının elde Kuran, mitinglerde ayet okudukları yıllar da bu yıllar. Pala’nın o dönemler rahatsızlık çekmeden orduda kalması, ordunun genel fikriyatı ile pek farklı düşmediğini gösteriyor. Ta ki ordu, haksız bir şekilde, namazından ve eşinin başörtülü olmasından rahatsız olana kadar.
***28 Şubat’ta YAŞ kararları ile atılanların uğradıkları haksızlık görmezden gelinemez, hakları iade edilmeli. Ama Pala, 12 Eylül’ün en karanlık, korkunç günlerinde orduda yaşananlar konusunda tek bir satır bile yazmayınca tarihi kendisi ile başlatmış gibi duruyor. En önemli mesele, demokrat olmayı herkesin içine sindirebilmesi, içselleştirebilmesidir. Kendi mahallende yaşarken, öteki mahalleyi de düşünebilmektir aslolan. Çünkü bilirsin ki, mahalledeki iktidar başka bir mahalleye geçebilir bir süre sonra. Ne yazık ki, Türkiye’deki İslamcıların ve sağ muhafazakârların ve hatta solcuların meselelere üçüncü bir mahalleden bakması zaman alacak gibi görünüyor.
* Yazının geniş hali Birikim Dergisi’nin Mart-Nisan ortak sayısında yayınlandı.