22 Mart 2010Referans Gazetesi
Geçen hafta, bir yabancı kuruluşun Türkiye'nin önümüzdeki dönemde karşılaşacağı riskler konusunda yaptığı değerlendirmeye ilişkin haber televizyonlarda ve yazılı basında bolca yer aldı. Bu habere göre söz konusu çalışmada önümüzdeki dönem için iki risk senaryosu çiziliyor. İlkinde hükümet, seçim hazırlıkları çerçevesinde maliye politikasını gevşetiyor. İkinci senaryoda ise küresel ekonomideki gelişmeler Türkiye'yi olumsuz yönde etkiliyor. Bu haberden anlaşıldığı kadarıyla söz konusu kuruluş, eğer IMF ile anlaşma yapılsaydı ilk senaryonun gerçekleşme olasılığının çok düşeceğini söylüyor. Yani, örtük bir biçimde IMF'nin buna izin vermeyeceği ima ediliyor. İkinci senaryoda ise doğal olarak, farklı bir bekleyiş söz konusu. IMF'nin bu senaryonun gerçekleşmesini önlemesi söz konusu değil. Ama IMF ile anlaşma yapılması, bu yolla sağlanabilecek mali olanaklar nedeniyle, Türkiye'ye dış yükümlülüklerini daha kolay karşılayabilme olanağı sağlayacaktı. Habere göre IMF ile anlaşmanın rafa kalkmasının yeni başlayan toparlanma sürecini bozabilecek gelişmeler olması riskini artırmış durumda. Bu riskin ‘alarm düzeyinde olmadığı' (ölçüsü ne ise!) belirtilmekle beraber 2011'e kadar süreceği de vurgulanmış.
Doğrusu haberde bilinmeyen bir şey olduğu söylenemez. İnsanın merak ettiği soruların ise yanıtları pek yok ya da açık değil. İlk akla gelen soru bu risklerin ne kadar yüksek olduğu. İlk senaryo açısından bu, hükümetin ciddi bir hata yapması olasılığının ne olduğunun kestirilmesi anlamına geliyor. Bunu bilmiyoruz ama geçen haftanın basına yansıyan iki gelişmesi bu olasılığın ‘yükseldiğini' gösteriyor. Bunlardan ilki yerel yönetimlerin borçlarına ilişkin düzenleme yapılacağı haberi. Türkiye'nin yakın dönem iktisat tarihiyle biraz ilgilenen herkes bunun mali disiplinden uzaklaşmanın öncü göstergelerinden birisi olduğunu bilir. Tabii, iyimser bir biçimde, "Geçmişteki hataları bu defa tekrarlamamız için bir neden yok" diye düşünmek olanaklı. Ancak, basına yansıdığı kadarıyla hükümetin yaptığı bu açıklamada yerel yönetimlerin bütçe kısıtlarına harfiyen uymalarını sağlayacak bir düzenleme yapılacağına ilişkin en ufak bir işaret yoktu. Hoş, olsa işe yarar mıydı, o da ayrı bir konu! İkincisi ise Başbakan'ın BBC'de yaptığı söyleşide ülkemizde kaçak çalışan Ermenistan vatandaşları hakkında söyledikleri. Hükümetin, en duyarlı olduğunu söylediği bir konuda bile bu derece büyük ‘hata' yapmasının, seçim ortamına girilmekte (hatta bazı görüşlere göre girilmiş) olan Türkiye'de mali disiplinin korunması bağlamında da ‘hata' yapabileceğini kolayca düşündürtebilir.
Akla gelebilecek bir soru da bu iki senaryonun, farklı yoğunluklarda olsa bile, beraberce ortaya çıkması durumunda ne olacağı. Yani hem dünya koşullarında, ciddiye alınacak düzeyde, olumsuzluklar ortaya çıkar hem de hükümet bazı hatalar yaparsa, ne olur? İktisat kuramı, bu iki olayın bir araya gelmesi durumunda ortaya çıkabilecek olumsuz etkinin, tek başlarına ortaya çıkmaları durumundaki olumsuz etkilerinin toplamından daha fazla olacağını beklememiz gerektiğini gösteriyor. Bunun çaresi ne? Türkiye küresel ekonomide olup bitenleri ancak seyredebilir, becerebilirse ne olup bittiğini anlayabilir. Dünyada ise işlerin kısa dönemde iyiye gideceğine inanan pek kimse yok gibi. Gelişmiş ülkeler için hiç de parlak bir gelecek çizmeyenlerin listesi artık epeyce kabarık. Çin'in hızlı büyümesinin sürdürülebilirliği ve dünyaya ne kadar katkı yapacağı eskiye oranla daha fazla sorgulanıyor. Geriye hükümetin hiç hata yapmaması kalıyor. "Hiçbir şey yapmazsam, hata da yapmış olmam" anlayışı genelde zaten çalışmaz, içinde bulunduğumuz ve bulunacağımız koşullarda ise hiç çalışmaz. Öte yandan, güven bir fiskeyle kırılan ama yapıştırmak için uzun emek gereken narin bir vazoya benzetilebilir. Galiba, o da çatladı.