IMF ile anlaşmamak için uygun zaman mı

-
Aa
+
a
a
a

15 Mart 2010Referans Gazetesi

Son günlerde IMF yine gündemimize oturdu. Önce Yunanistan IMF'ye başvurmaktan söz etti. Türkiye, IMF ile anlaşmaktan vazgeçti. Bu arada Avrupa için bir para fonu kurulması gündeme geldi. IMF, katılımcı ülkelerin kurduğu bir kooperatif niteliğinde. Eğer kooperatif üyeleri bir sorunla karşılaşırlarsa, konulan kurallar çerçevesinde kooperatif destek oluyor, kredi veriyor. Üyelerinden birisi bunu talep ettiğinde, kooperatif bunu yapmak zorunda. Bu nedenle, IMF üyesi olan Yunanistan'ın içinde bulunduğu sıkıntılı durumdan çıkmak için IMF'ye başvurması doğal. Bir kooperatifin üyelerinin her sıkıntıya düştüklerinde yönetime başvurması mecburiyeti de yok. Bir üye komşularından destek alarak da sorunlarını çözebilir. Dolayısıyla Yunanistan'ın Avrupa ülkelerine başvurup yardım talep etmesinde de bir gariplik yok. Öte yandan herhangi bir kooperatif üyesi, kooperatife yaptığı destek başvurusunu geri de çekebilir. Türkiye'nin yaptığı da bu. Bunlara karşılık, kooperatifin üyelerinin bir kısmının bir araya gelip, diğerlerini dışlayarak mevcut kooperatifin küçük boy bir kopyasını kendileri için kurmaları ve ana kooperatifteki üyeliklerini de devam ettirmeleri biraz garip. (Bu konuyu daha sonraki bir yazımda ele almayı düşünüyorum.)
Türkiye'nin kararında şaşılacak bir şey olmaması, doğru olduğu anlamına gelmiyor. Tabii neyin doğru neyin yanlış olduğu, sonuçta bir fayda-maliyet hesabı. Bu hesaba giren kalemlerin değerleri ise karar alıcıya göre değişiyor. Bana IMF ile anlaşma yapmanın net faydası, yapmamaya oranla daha fazla gibi geliyordu. Görülen o ki hükümet aynı fikirde değil. IMF sözleşmesinin IV. Maddesi çerçevesinde yapılacak Türkiye incelemesinden sonra tekrar anlaşma yapılması yolunun açık olduğu biçimindeki haberlerin ise pek bir anlamı yok. Türkiye, IMF'nin üyesi olduğuna göre, bu kuruluşun kuralları çerçevesinde olmak kaydıyla, her zaman kredi almak için bir anlaşma yapmak üzere başvurabilir. Ama, IMF ile anlaşma yapma isteğini, anlaşılmaz bir biçimde, çok uzun süre gündemde tuttuktan sonra vazgeçtiğini ilan eden bir ülke, kısa bir süre sonra bu isteğini yinelerse, bunu hayra yoran az çıkar.
Hükümet bu kararı alırken 1) Türkiye ekonomisinin yeterince güçlü olduğunu ve 2) iktisat politikası açısından "saygınlık açığı" olmadığını varsaymış olmalı. Dolayısıyla hâlâ istikrara kavuşmamış olan küresel ekonomiden gelebilecek yeni şoklara karşı Türkiye'nin, 2009'a oranla daha dirençli olacağı kabul edilmiş oluyor. Kamuya açıklanan verilerin böyle bir ekonomik yapıyla uyuştuğundan kuşkum var. Bir kere küresel ekonomi, düzelme yoluna girmiş olsa bile, önümüzdeki dönem dalgalanmalı olacağa benziyor. Küçük ya da büyük olumsuz şoklar devam edecek. Dış ilişkilerimizin geçen yıla oranla daha iyi olduğu da söylenemez. Dış piyasalarda ise rekabet daha da yoğun. Geçen yıl epeyce yıpranan özel kesimin bunlarla baş edebilmek için bazı köklü önlemler alması gerekli. Ancak burada iki olumsuz etmen göze çarpıyor. Bunlardan ilki, iç ve dış finansman olanaklarından gelen sınır. İkincisi ise özel kesimin bu atılımı yapmaya ne kadar istekli olacağı. Bu da iktisat politikalarına olan güven sorununu gündeme getiriyor. Bugünlerde, "mali kural" sözcüğüne, içeriğinin ötesinde anlam ve önem yüklendiğine, bir kurtarıcı gibi sunulduğuna tanık oluyoruz. Sonuçta mali kural, biraz daha uzunca bir ufku göz önüne alarak kamu kesiminde mali disiplini sağlama sözü vermektir. Böyle bir yasanın Meclis'ten geçmesi kuşkusuz olumlu bir adımdır. Ama hiçbir karar alıcı bu yasanın ekonominin gereklerine uygun bir biçimde uygulandığına iyice kanaat getirmeden, üretim, istihdam, fiyatlama ve yatırım kararlarını değiştirmez. Karar alıcıların mali kuralın hakkıyla uygulandığına inanmaları da bir-iki senede gerçekleşmez. Doğrusu, iktisat politikalarının hesabının IMF'ye değil de bizlere verilmesi benim de çok hoşuma gider. Ama bu denemeyi yapmak için seçilen zaman hiç de uygun görünmüyor.