Dünya yıkılsa da bırak adalet yerini bulsun

-
Aa
+
a
a
a

1 Mart 2010Arus YumulStar

Hukukçu değilim, ancak eğitimim süresince çeşitli hukuk dersleri aldım, bu konuda kitaplar okudum. Belli ki yeterli olmamış, çünkü birçok olayı kavramakta zorluk çekiyorum. Bu yüzden kısıtlı hukuk bilgimle çözemediğim soruları hukukçulara soruyorum:

Taş atan çocuklardan başlayayım. Anladık ki taş atmak, atan çocuk olsa dahi suç, hatta yıllarca cezaevinde yatmayı gerektiren büyük bir terör suçu. Peki taş atmak suç ise İzmir’de DTP konvoyunu taşlayanlar da suçlu mu? Anlaşılan bu konuda tek kafası karışan ben değilim, Balçiçek Pamir’in de kafası karışmış olmalı ki, da soruyor: “Anlamadığım bir şey var. Taşı atan çocuksa... Güvenlik güçlerine sallıyorsa... Büyük suç... Peki, taşı atan yetişkinse ve hedefinde milletvekilleri varsa... Suç değil öyle mi?” (http://www.haberturk.com/HTYazi.aspx?ID=5999) Yoksa İzmir’de DTP konvoyuna taşla saldıranlara gösterilen “olağanüstü müsamahanın” nedeni, AK Parti Kurucu Üyesi Fatma Bostan’ın söylediği gibi, hukukun “taşa değil atana bakması” mıdır? (http://www.stargazete.com/acikgorus/tasa-degil-atana-bak-haber-245794.htm) Eğer keyfiyet bu ise, bu uygulama TCK’nın kanun önünde eşitlik ilkesini düzenleyen 3. maddesine aykırı değil midir?

Aynı şekilde Öcalan’a “sayın” demek suç addedilirken, bunu söyleyen Tansu Çiller olduğunda “Sayın Öcalan” sözü suç olma vasfını kaybeder mi? Ama hakkını teslim edelim Çiller, “Sayın Öcalan” dedikten hemen sonra, “Tabi Sayın Öcalan olarak değil tabii” (http://yenisafak.com.tr/arsiv/2002/haziran/21/p5.html) diyerek durumu kurtarmaya çalışmıştı. Abdullah Öcalan için kullanılan “Sayın” kelimesi “suç ve suçluyu övmek”(TCK Md. 215) çerçevesinde değerlendirilip suç sayılırken, Mehmet Ali Ağca’nın peşinden “Sayın Ağca” diye koşuşturan gazeteciler de adı geçen maddedeki suçu işlemişler midir? 

TMK?mağduru çocuklar

TCK’nın “adalet ilkesini” düzenleyen 3. maddesi “Suç işleyen kişi hakkında işlenen fiilin ağırlığı ile orantılı ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunur” demiyor mu ki, çocuklar için, adalet çağrıcılarından Avukat Mehmet Uçum, mevcut düzenlemeye göre cinayet işleyen bir çocuğa altı, yüzünü kapatıp bir gösteriye katılarak polise taş atan çocuğa ise on altı yıl ceza verilebildiğinden şikayet ediyor (http://habervan.com/haber_yorumla.php?haber_no=1613&kat=14). Hrant Dink cinayeti zanlısı Ogün Samast için yirmi yıl hapis istenirken, cinayetle ilgili ihmalleri kaleme alan Nedim Şener’in toplam otuz iki yıl hapis istemiyle yargılanması adalet ilkesine uygun mudur? Türk Ceza Kanunu Madde Gerekçeleri bu ilke hakkında “bireylerin hukuka olan güvenlerinin pekişmesi” için “ceza hukukunun temel ilkele?rinden olan oranlılık ilkesine uymak gerekir” (http://www.ceza-bb.adalet.gov.tr/mevzuat/maddegerekce.com) dediğine göre, taş atmak ya da kitap yazmak cinayet işlemekten daha ağır bir suç mudur?

Agos yasadışı bir gazete mi?

Peki, Terörle Mücadele Kanunu’ndan yargılanan diğer çocuklarla birlikte “taş atan çocukların” da yetişkinler gibi yargılanması Türkiye’nin de kabul edip imzaladığı Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne aykırı değil midir? Anayasanın 90. maddesinin son fıkrasına göre Türkiye’nin taraf olduğu Uluslararası Sözleşmeler yasa hükmünde “iç hukuk kuralı” değil midir? Bu sözleşmeler mevcut kanunlarla çatışsa dahi, uygulamada bu sözleşmeler esas alınmayacak mıdır? Bu fıkrayı başka türlü yorumlamak mümkün müdür? Eğer değilse, aksine uygulamalar “anayasayı ihlal” suçu oluşturmaz mı? Aynı durum Lozan Antlaşması’nın azınlıkları korumaya yönelik hükümleri için söz konusu değil midir? Yıllardır süregiden, azınlıkları Lozan Antlaşması’nın onlara verdiği haklardan mahrum etmeye yönelik uygulamalar, adı geçen antlaşmanın 37. maddesiyle çelişmiyor mu? Bu maddeye göre Türkiye, Antlaşmanın azınlıkların korunmasıyla ilgili maddelerini temel yasalar olarak tanınmayı ve hiçbir kanunun, hiçbir yönetmeliğin ve hiçbir resmi işlemin bu hükümlere aykırı ya da bunlarla çelişir olmayıp, bu hükümlerden üstün sayılmayacağını taahhüt etmiyor mu?  Bu konuda zamanın ruhuna, insan haklarına ve hatta Lozan’a uygun her türlü düzenlemeye “Lozan’ı deldirtmemek” adına karşı çıkılıyor; Lozan zaten yıllardır tam da bu hususta delinmiyor mu?

Mustafa Balbay’ın bir alt mahkemece mahkum edilen “Türk aydınlarının maddi ve manevi olarak satın alınması çok ciddi bir strateji... adını da vericem gerekirse, ben polemik sevmiyorum ama adını da vericem, Prof. Dr. Baskın Oran” sözleri için Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin oybirliğiyle aldığı mahkumiyeti bozma kararının gerekçesindeki “Dosya içeriğinden, davacının Agos  gazetesinde Ermeni sorunu hakkında yazılar yazdığı anlaşılmaktadır. Davalı, bu yazılara tepki [göstermiştir]. Davacı, özgürce düşüncelerini açıklayabildiğine göre, bu düşünceler aleyhine yapılan açıklamalara, sert de olsa, katlanmak zorundadır” ifadesi, Baskın Oran’ın söylediği gibi “Farklı düşünenlere (ve özellikle de Agos yazarlarına) Türkiye’de herkes istediği hakareti ve iftirayı yapabilir” anlamına mı gelmektedir? Baskın Oran’ın aynı zamanda Radikal gazetesi yazarı da olduğu göz önüne alındığında, neden sadece Agos’un ismi zikredilmiştir? Agos  gazetesi yasadışı bir yayın mıdır? Bu karara istinaden, aynı sözleri başka bir gazetenin yazarı için sarf etmek suç teşkil eder mi?

Ya da soruyu Baskın Oran’ın formüle ettiği biçimde sorarsak: Acaba Baskın Oran elinde “hiçbir kanıt olmadan, herhangi bir Yargıtay üyesini verdiği bir karardan dolayı “Yabancı ülkelere maddi ve manevi olarak satılmış” olarak niteleseydi ne olurdu? (http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalEklerDetay&ArticleID=981467)

Türkiye imzaladığı “Her Türlü Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılmasına Dair Uluslararası Sözleşmesi”ne uyup, nefret söylemiyle uluslar arası mükellefiyetlerine uygun olarak mücadele etmekte midir? “Halkın bir kesimini, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığına dayanarak alenen aşağılamayı” suç sayan TCK’nın 216. maddesi sadece egemen kimliği mi korur? “Ermeni dölü” “Yahudi uşağı” “kafir” gibi nitelemeler, köken avcılığına çıkıp insanları kimlikleri, kökenleri nedeniyle suçlamak da aynı maddenin kapsamında suç sayılmakta mıdır? CHP’li Bayram Meral’in bu ülkenin vatandaşları olan Gayrimüslimlerin sorunları görüşülürken “İşimiz gücümüz yok Agop’un malı ile mi uğraşacağız?” sözleri ayrımcılık değil midir?

Dini siyasete alet eden CHP

Müslüman-Gayrimüslim ayrımını hukuksal düzleme taşıyan uygulamalar, “din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması” olarak tanımlanan ve Anayasanın değiştirilemeyecek maddeleri arasında yer alan laiklik ilkesine uygun mudur? Laik devlet bütün dinlere eşit mesafede durmaz mı?  Laiklik, Anayasa Mahkemesi’nin vurguladığı gibi “bir bütün” müdür? (http://www.belgenet.com/yasa/iptal/k3511.html) Yoksa söz konusu Gayrimüslimler olunca laik hukuk göz ardı edilebilir mi?

Dini siyasete alet etmenin siyasi partiler açısından en büyük kusur sayıldığı hepimizin malumu. Peki bu “alet etme” meselesi sadece Sünniler ve “muhafazakar” partiler söz konusu olunca mı geçerlidir? CHP İstanbul İl Başkanı Gürsel Tekin’in “Aleviler CHP’nin temel taşıdır,” “İslamcılar da CHP’ye oy verecek” (http://www.t24.com.tr/content/newsdetail.aspx?newscode=69800&cat=24) sözleri “dini siyasete alet etmek” sayılır mı?

Katsayı uygulamasının ya da başörtüsü yasağının eşitlik ilkesine aykırı olup olmadığını sormayacağım. Benim sorum YÖK Genel Kurulu’nun 1999 yılında aldığı “katsayı kararı”nın, karar alınmadan önce meslek liselerine giren öğrencilere de uygulanmış olması ile ilgili. Bu uygulama kişilerin tabi olacakları kuralları önceden bilmeleri demek olan “hukuk güvenliği” ilkesi ile bağdaşır mı?

Hiç bitmeyen dava

Aslında, Pınar Selek’i kendisini Kafka’nın Dava’sında hissetmesine, “Bir bilim kurgu filminin içine girmiş gibiyim. Hala inanamıyorum. Ve film hiç bitmiyor.” demesine (http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetay&ArticleID=980620&CategoryID=77)  yol açan süreçten tutun da Hrant Dink’i “İtiraf etmeliyim ki Türkiye’deki “Adalet sistemi”ne ve “Hukuk” kavramına olan güvenimi fazlasıyla yitirmiş durumdaydım” (Agos, 19 Ocak 2007) dedirtmeye iten nedenlere kadar daha birçok konu kafamı karıştırıyor. Ama hepsinden önemlisi devletin çıkarlarını, resmi ideolojiyi adaletin gereklerinden üstün tutan “benim ülkem söz konusu olduğunda hukuk mukuk dinlemem” diyen, “insan haklarının fazla abartıldığını” dillendiren, karar verme aşamasında temel hak ve özgürlüklerle ilgili uluslar arası anlaşmaları göz önünde bulundurmayan, bunu açıkça ifade eden hukukçuların varlığı (http://www.tesev.org.tr/UD_OBJS/.../YargidaAlgiveZihniyetKaliplariRaporu.pdf).

Hukuk herhangi bir ideolojinin, görüşün ya da toplumsal hassasiyetlerin muhafızlığına soyunabilir mi? Soyut, rasyonel ve evrenselleştirici özellikleriyle modern hukuk kimlik, gelenek, dünya görüşü, önyargılar, siyasi tercihler gibi olgulara yer verebilir mi?.