Su uyur, Türk askeri uyumaz

-
Aa
+
a
a
a

Taraf24 Haziran 2009

Andıç yazmak ne kadar sürer, kestiremiyorum doğrusu. Dursun Albayımın andıcı alt tarafı üç sayfa ve üç satır. Bu sayfaları yazmaya ne kadar zaman harcamıştır? Akşamüzeri bir oturuşta yazıp bitirmiş midir, yoksa uzun uzun tartıp biçmiş, ter döküp günlerce uğraşmış mıdır?

Şu nedenle merak ediyorum: Bizler 29 Mart günü seçim sandıklarına gidip oylarımızı kullanırken, aynı saatlerde Albayım andıcı kaleme alıyor olabilir miydi acaba? Nisan ayında yazılmış, ama günü belli değil. Birkaç gün uğraşmış ve ayın ilk günlerinde tamamlayıp imzasını atmışsa, belki de seçim günü harıl harıl yazıyordu, tam da seçmenlerin yüzde 40'ı AKP'ye oy verirken.

Belki de birimizin oy pusulasını sandığa attığı saniyelerde, şöyle yazmış Albayım: "Laik ve demokratik düzeni yıkarak, şeriata dayalı bir İslam devleti kurma hayalinde bulunan AKP Hükümeti[nin]... faaliyetlerine son vermek üzere...".

Çok ciddi olmaya çalışırken farkına bile varmadan gülünç olmak çok korkutur beni. Örneğin, Irak'ta 170.000 Amerikan askeri varken George W. Bush, direnişe yardımcı olmaya gelenleri kastederek "Bütün yabancı güçler Irak'tan çekilmelidir" dediğinde, dünyanın dört bir yanından niye kahkahalar yükseldiğini anlayamamıştı.

Dursun Albayım da, demokratik düzeni yıkmayı hedefleyenleri engellemek için ne öneriyor? Seçilmiş hükümeti devirerek demokratik düzeni yıkmayı! Gülünç, ama aynı zamanda pek de değil.

On milyonlarcamız üç ay önce oy kullandık. Belediye başkanları seçtik. Çok doğal, değil mi? "Ne var ki bunda?" denebilir.

Kürt illerinin hemen hepsinde DTP kazandı, oy oranını arttırarak birinci parti oldu. Diyarbakır, Dersim, Batman, Hakkâri ve Şırnak'ta koltuklarını korudu, Iğdır'ı MHP'den, Siirt ve Van'ı AKP'den aldı. Devletin defalarca hedef gösterdiği, ikide bir dava açtığı Osman Baydemir yüzde 65 alarak yine Diyarbakır belediye başkanı seçildi. Çok doğal; ne var ki bunda? Değil mi?

Bütün bunlar doğal belki, ama kaçınılmaz değildi. Hiçbiri olmayabilirdi.

Seçimler yapılmayabilirdi. DTP çoktan kapatılmış ve tüm DTP'li belediye başkanları cezaevlerinde işkence görüyor olabilirdi. Sayın Öcalan aramızdan ayrılmış ve ben "Sayın" dediğim için gazeteye bu yazıyı "Görülmüştür" ibareli bir zarf içinde göndermiş olabilirdim.

Yüzde 40 oy almış olan AKP kapatılmış olabilirdi. Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül Yassıada, İmralı veya başka bir adada askerî bir mahkemede yargılanıyorken, Bülent Arınç mahkemeye bile gerek görülmeden çoktan asılmış olabilirdi. Cemil Çiçek ve Vecdi Gönül gibileri, "Ya biz aslında vallahi şeriatçı değiliz, bizim için sadece devlet kutsaldır" diye yalvarıyor olurdu, ama şeriatçılara yardım ve yataklık etmiş olmaları affedilir miydi, bilmem.

Emekli Orgeneral Şener Eruygur astığı astık, kestiği kestik "Milli Şef"; Mustafa Balbay ise kapatılmamış tek parti olan kukla CHP'nin kukla başbakanı "Küçük Şef" olabilirdi. İlhan Selçuk tek kişilik bir Danışma Meclisi olarak atanırdı.

Kemal Kerinçsiz'in hazırladığı yeni anayasa uyarınca, başörtülü kadınlar, uzun saçlı erkekler, soyadı "yan" hecesiyle biten kişiler ve yakasında Atatürk rozeti olmayanlar üniversitelerin çevresindeki elektrikli tel örgünün en az iki metre ötesinden geçmek zorunda kalabilirdi.

Türk bayrağı gördüğü anda hazırola geçip Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi'ni sert bir sesle okumayanlar derhal tutuklanıp ellerine kazma kürek verilerek gömülmüş olan silah ve mühimmatın ziyan olmaması için çıkarılması amacıyla ekipler halinde ülke sathına yayılabilirdi.

Doğu Perinçek serbest bırakılır ve eski müridi Soner Yalçın'la birlikte "Mao, Mustafa ve İsmi M ile Başlayan Diğer İnsanüstü Varlıklar" ansiklopedisi yazmakla görevlendirilmiş olurdu. "Marduk" maddesini Yalçın Küçük'ten ısmarlamış olurlardı. Darbenin "sol" kanadını gereksiz işlerle meşgul edip etkisizleştirmeyi amaçlayan bu planı kimin düşünmüş olduğu gazetelere konu olurdu.

Bu yazı yazılamıyor, bu gazete yayımlanamıyor olabilirdi. Ülkedeki tek gazete zaten Cumhuriyet olabilirdi.

Yani 29 Mart günü yaşadıklarımızın hiçbiri kaçınılmaz değildi.

Sarıkız, Ayışığı, Eldiven, Yakamoz veya adını henüz bilmediğimiz daha da şiirsel kod adlı darbe planlarından herhangi biri gerçekleşmiş olsaydı, Dursun Albayım andıcını daha erken ve daha ikna edici bir şekilde yazsaydı, ne seçim olacaktı, ne demokrasi, ne de başka bir şey. Yıllardır hep beraber direkten dönüyoruz. Verilmiş sadakamız varmış.

Darbecilerin ve kurmuş oldukları geniş sivil çete örgütlenmesinin ortadan kalkmadığı açık. "Ne yapalım, yenildik, vazgeçelim bari" demeyecekleri de açık. Yaralı bir vahşi hayvan gibi tehlikeli oldukları, her türlü vahşeti uygulayabilecekleri belli.

Böyle bir tehlike hiç olmamış ve bugün de yokmuş gibi konuşan, yazan ve çizenler kime ve neye hizmet ediyor acaba?